17 Kasım 2011 Perşembe

18 kasım sabah - Ezan sesini özlemek


Manken Asuman Krause uzun süredir bir yarışma için bulunduğu Arjantin'den yurda döner dönmez, Türkiye'ye hasretini "en çok ezan seslerini özledim" sözleriyle ifade etmiş. Ezan sesiyle memleket hasretini gidermek insanın kendine dönük en anlamlı itirafı olduğu gibi aynı zamanda insana kültürel sınırlarını da hatırlatan çok önemli bir uyarıcıdır da. Demek ki insan kulağına okunan ezanın izini sürüyor gittiği her yerde. Ne kadar bambaşka toplumlarda yetişmiş olsak da bu ses bizi kendimizle yüzleştirip aslımıza rücu ettiriyor.


Minare nasıl sadece yüksekten ezan okuma yeri değilse ezan da yalnızca namaza çağrı metni değildir.
Günde beş kez semalarımızda yankılanan ezan ayağımızın nereye bastığını ve hangi göğe ait olduğumuzu da haber veriyor.

Rahmetli Cahit Zarifoğlu 'Hama' isimli şiirinde "O sabah ezan sesi gelmedi minarelerden / Korktum bütün insanlık adına" dizelerinde susan ezanların ardından büzüşen dünya ve şeklini yitiren insanlığın durumunu anlatır.

Bu sessizlik bazen vakitlerin birbiri üzerine yığılıp kalması gibi bir enkaz ve inkıraz durumunu çağrıştırırken kimi zaman da varlığıyla ne çok şeyin tamamlayıcısı olduğunu hatırlatır.

Ayağının tozuyla daha uçaktan iner inmez önce havadaki ezan sesini koklayan manken kızımız için ezanların okunuşu her şeyin yolunda gittiğinin de bir işareti olmalı ki şöyle diyor: "Sabah ezanını o sessizlik içinde duyunca şükrediyorsun sağlıklı olduğuna. İçine huzur veren başka bir duygu daha yok"

Ezan'ın susması her zaman için bir tehlike işaretidir.
Bayrağın inmesine, kalenin düşmesine, bağımsızlığın yitirilmesine dair bir çöküşün adıdır. Tam 18 yıl sesini bir kahır gibi içine çekmiştir bu memlekette ezanlar.

"Tanrı uludur" bir seda değil fırlatılan bir söz öbeğidir adeta. Kalbi ve nefesi buz gibi olanların hançerelerinden çıkar çıkmaz daha göğe ulaşmadan yere çakılan, kanatları olmayan bir sesleniştir.

Kanatları olmadığı içindir ki bir türlü uçamadığı gibi halkın yüreğini de uçuşa geçirememiştir.

On sekiz yıl boyunca soluğu tıkanan ezanların yaydığı boşluk ve hüzünlü sessizlik her şeye rağmen bu milletin kulaktan kalbe doğru giden hatlarını tıkayamamış işitsel hafızasını yok edememiştir.

Günde beş vakit namazla birlikte okunan ezanlar seküler hayatın hızını yavaşlatır, dengesini bozar.
Ezanla bölünüp sınırlanmayan hayatta her şey hızını kesmeden sürüp gitmektedir.
Bu hız aynı zamanda insanın dün-bugün-yarın bağlamında muhasebe yapıp düşünmesini de engellemektedir.

Her ne kadar bu açık açık söylenmiş olmasa da seküler hedonist anlayış kendi sesini ezanın sesinin üzerinde tutmaya özen gösterir. Hiçbir zaman dini hayatın sesi ve yankısı dünyevi hayatın sesinin üzerine çıkamaz.

"Ezansız Semtler"in kendilerini camilere karşıt bir şekilde konuşlandırması böyle bir anlayışın ürünüdür. Tam eğlencenin dibi bulunduğu bir anda okunacak ezan sesi ve toplanacak cemaat kalabalığı böyle esrik dünyevi havayı bozmaya yetecektir.

Taksim'e Cami tartışmasının iflah olmaz karşıtı olanların önemli bir kısmı estetik, sanatsal mimari kaygılarından ötürü değil kapı altlarından sızacak olan ezan sesinin çilingir sofralarını, eğlence âlemlerini dağıtabilme ihtimalinden dolayı direnmektedirler.

Din karşıtı ve dindışı olan her şey bir nevi din ya da karşı dindir. Dolayısıyla ezana karşı pozisyon belirlemiş olan her zihniyet aynı zamanda kendi dünyevi itikadına uygun ritüellere cemaat bulabilmek için ezana alternatif sesler geliştirmektedirler.

Bu kimi zaman çok sesli çılgın bir müzik olabileceği gibi kimi zaman da makine gürültüleri ya da motor sesleri de olabilir. Eğer bugün 5 vaktin sesi bastırılmışsa namazın sesi bastırıldığı içindir. Şayet namazın sesi bastırılmışsa bu da ezanın sesinin eskisi gibi gür çıkmadığından ötürüdür. Ne de olsa şeytanın en çok sevdiği şey parazit yapmaktır.

Hiç yorum yok: