31 Ekim 2011 Pazartesi

1 kasım yatsı - Namazlarını HUŞU İLE KILANLAR kurtulmuşlardır


Felah, namazlarını hûşu ile kılanlara mahsustur. Namazlarında hûşu’a riayet etmeyenler felaha eremezler. Hûşuun bulunmaması felahın da yokluğu demektir. Bu konuda Kur’anı Kerim;

“Namazlarını hûşu ile kılan müminler kurtuluşa ermişlerdir.” buyrulmaktadır. (Mü’minun,1)

Bu ayet-i kerime nazil olmazdan önce sahabe-i kiram namazda gözlerini gökyüzüne kaldırıyorlar, sağa sola bakınıyorlardı. Ayet-i Kerimenin nazil olmasından sonra artık gözlerini secde mahalline çevirmeye başladılar.

Abdullah Bin Ömer bu ayet-i kerimenin izahında şöyle der: “Sahabe-i Kiram, namaz için ayağa kalktıklarında başka hiçbir şeyle ilgilenmezler, bütün varlıklarıyla kendilerini namaza verirlerdi. Gözlerini secde yerine dikerler ve Allah’ın kendilerine baktığını kabul ederlerdi.”

Namazda ayakta iken secde yerine, rükûda iken ayaklara, secdede iken burun ucuna, otururken iki elleri arasına bakmalıdır. Bu söylenilen yerlere bakıp ta gözler etrafa kaymazsa, namazda hûşu hali hasıl olabilir, kalp dünya düşüncelerinden kurtulabilir.

1 kasım akşam - huşu namazın sırrı ve ruhudur



Namaz hûşu ve hudû ile kılınmalıdır. Hûşu namazın sırrı ve ruhudur. Kur’anı Kerimde; “Allah’ın huzurunda tam hûşu ve hudû ile durun” buyurulmaktadır. (Bakara, 238) Bazı alimler hudû zahiri eğilmek, hûşu ise, manevi ve ruhi eğilmektir, derler (Haydar Hatipoğlu, Sünen-i İnn-i Mace Tercemesi ve Şerhi, c 3, s 348). Bazı Alimler ise, hûşu azalarla; hudû ise kalple olur, demişlerdir. Veya hûşu gözle, hudû diğer azalarla olur.

1 kasım ikindi - ancak namazla



Huşu; Allahu Teala’nın huzurunda olduğunu, O’nun her an kendisini gördüğünü bilerek hürmet, haya, huzur ve saygı içinde namaz kılmaktır.

Namaz sâdece hareketle kalmamalıdır.
Kul, namazı kurtulmak istediği bir borç gibi düşünmemelidir.
Aksine her an beklediği bir şey gibi özlemeli,
Allahu Teala’ya yapılacak en büyük zikrin, şükrün, övgünün, hürmetin, saygının ancak namazla olabileceğini bilmelidir.

1 kasım öğle - Alameti farika


Peygamberimizin “dinin direği” olarak tanımladığı namaz, 
gerçekten de insanın Allah’a kulluk ettiğinin en açık ifadesi olarak büyük bir önem taşımaktadır. 

İnsanı Allah karşısında secdeye vardıran bu ibadet, müslümanın bir anlamda “alamet-i farika”sıdır.

1 kasım sabah - Düşünmenin olmadığı bir okuyuşta hayır yoktur


Namazda huşu son derece önemlidir. 
Çünkü namaz, Allah’ı anmak / zikretmek için kılınır. 
O: "Beni anmak / zikir için namaz kılın" der. 
Namazda okunan sureler de aslında manaları düşünülsün ve bu atmosfere girilsin diye okunur. 
Hz. Peygamber (sa) "Düşünmenin olmadığı bir okuyuşta hayır yoktur" buyurur. 
Bu sebeple Müslümanlar hiç olmazsa namazda okudukları surelerin manalarını bilmelidirler.

30 Ekim 2011 Pazar

31 ekim yatsı - Allahla konuşuyor gibi namaz kılmak


Allah’la konuşuyor gibi,  
Fikrini namaza ve okuduğu Kuranı Kerime vererek kılmalıdır. 
Çünkü Hz. Peygamber (sa) imanı, İslam’ı ve ihsanı tanımladığı bir hadisi şeriflerinde şöyle der:; 

"İhsana gelince o, Allah’ı görüyor gibi ibadet etmendir.
Sen Onu görmüyor olsan da O seni görüyor ya!".

Allah’ın huzurunda, Onunla konuşuyor gibi ve adeta Ona tekmil veriyor gibi kılınmayan bir namazın faydası sadece, borcun üzerinden düşmesinden ibaret olabilir. Böyle bir namaz insan için MIRAÇ olamaz ve insan üzerinde müspet etkisini gösteremez.

31 ekim akşam - acılara değil acıları verene teslim olun


“Dert söyletir!” demiş büyüklerimiz. İnsan acı çektiği zaman her şeyi söylüyor. Her şeye, herkese isyan etmek istiyor. Acıyla inleyen bir insanın iniltileri gibi, ne dediği anlaşılmaz acılı insanın.

Bazen, “Niye ben?” diye sorar insan. “O kadar insan var, o kadar kötülük yapan var. Niçin onlar değil de ben?” Acıyı kendine yakıştıramaz insan.

Bazen, “Keşke!” diye başlayan pişmanlıklar yakar acılı insanın yüreğini.

Bazen, “Bir daha mı…?” diye başlayan, acıyla alınmış hayat dersi dillendirilir.

Bazen, “Keşke bununla imtihan edilmeseydim! Başka acılarım, sıkıntılarım olsaydı da, bu acıyı yaşamasaydım!” diye isyan eder insan.

“Keşke bununla imtihan edilmeseydim!” diyenler, imtihanı anlamamış demektir. Hangi öğretmen yazılıda soruları öğrencilere hazırlatır ki? Okullarda ki imtihanlarda bile soruları seçme özgürlüğümüz yok iken, hayat imtihanında soruları / sorunları seçme özgürlüğünü beklemeye hakkımız olur mu?

Keşke…!

Bir öğrencimin felçli çocuğu dünyaya gelmiş. Anne olarak evladını çok sevdiğini, ancak evladıyla imtihan olmanın ağır geldiğini anlatmıştı. “Her zorluğun acısı vardır. Ancak evlatla imtihan edilmek çok zor geliyor bana!” diye üzüntüsünü belirten öğrencime, teselli vermem imkansızdı. Ancak, öyle bir özeleştiri yaptı ki, ben onu teselli edememiş olsam da, o bana çok güzel bir bakış açısı kazandırmıştı.

Annesi sürekli kaynanasından çektiği sıkıntıları anlatmış yıllarca. Babaannesini hiçbir zaman sevememiş, annesinden dinledikleri yüzünden. Ablası evlendiğinde de, aynı sıkıntılar evde hep konuşulmuş. Ablası evde sürekli kaynanasını kötülüyormuş.

Öğrencim o kadar çok dolmuş ki kaynana merkezli aile sıkıntılarından, “Yarabbi, bana kaynana sıkıntısı yaşatma da, ne dert verirsen ver!” dermiş kendi kendine. Annesi ve arkadaş çevresine, asla kaynana ile yaşamayacağını, mümkünse annesi ölmüş birisiyle evlenmeyi tercih edeceğini söyleyip dururmuş.

Allah duasını kabul etmiş! Kendisini istemeye gelen kişinin, annesinin ölmüş olmasına, içten içe sevinmiş. Güzel bir düğünle evlenmiş. Beş yıl içerisinde iki tane sağlıklı çocuğu olmuş. Kaynana derdi (!), annesinden ve kız kardeşinden dinlediği bir nostalji olarak kalmış hayatında.

Üçüncü evladı sakat olarak dünyaya geldiğinde, hüzün bulutları çökmüş evlerine. Aylarca kabullenememiş sakat bir çocuğu. Sakat bir çocuğa ömür boyu bakmak zorunda kalmak çok ağır geliyormuş. Evladının çektiği acıya mı yansın, evladının çektiği acıyla yanan yüreğine mi? Zamanla alışmış ve kabullenmiş bu sıkıntısını.

Tüm bunları bana anlatan öğrencim, gözlerinden akan yaşlarla, “Keşke bende kaynana sıkıntısı çekseydim de, evladım sağlıklı olsaydı!” dedi.

Tüm içtenliğiyle bana bunları anlatan öğrencim, “Öğrencisinden hayat dersi almış bir öğretmenin mutluluğunu” yaşattı bana. “Keşke bu acıyla imtihan edilmeseydim!” diyen herkese anlatıyorum bu hayat dersini.

* * * * * * *

“Ben niye kuyuya atıldım?” diye üzülen Yusuf (as), Mısır’a Sultan olacak yolun, kuyudan geçtiğini bilmiyordu. Kuyu da Yaratıcısına teslim olan Yusuf, saraya girdi. Saray’da ilahi ahlaka teslim olan Yusuf (as), zindanla cezalandırıldı. Zindan, Mısıra sultan olma yolunda ki son basamaktı.

“Keşke bu acıyla imtihan edilmeseydim!” diye isyan etmeyen Hz. Yusuf (as), herkese ders veriyor.

Ateşe atılan Hz. İbrahim (as), ateşten oluşmuş közlerin, gül bahçesine dönüşeceğini bilmiyordu. Sadece teslim olmuştu.

“Keşke bu acıyla imtihan edilmeseydim!” demeyen Hz. İbrahim (as), en acı imtihanlarda teslim olmanın güzelliğini gösteriyor hepimize.

Babası İbrahim’in (as) bıçağı altına yatan İsmail (as), bıçağın kesmeyeceğini bilmiyordu. O (as), Allah’a (cc) ve babasına teslim olmuştu.

“Keşke bu acıyla imtihan edilmeseydim!” diye hüzünlenmeyen Hz. İsmail (as), yolumuzu aydınlatıyor.

Mekke’den kaçarcasına Hicret etmek zorunda bırakılan Peygamberimiz (as), Mekke’nin fethinin Hicretten geçtiğini bilmese de, Hicret etti. Memleketini terk etme emrine teslim olmuştu sadece.

* * * * *

Teslim olmak, Hicret’i, Hicret fetih kapısını açar.
Allah’a teslim olan, Mekke’yi teslim alır.

Teslim olmak, ateşi gül bahçesine çevirir.
Allah’a teslim olanı, ateş bile yakmaz.

Teslim olan, kurban olmaz.
Allah’a teslim olanı bıçak bile kesmez.

Teslim olan, kuyudan saraya, zindandan tahta çıkar.
Allah’a teslim olan, kuyudan saraya girer.

Allah’a teslim olan, zindandan tahta çıkar.
“Keşke bununla imtihan edilmeseydim!” diyenler, başınıza gelene teslim olun!

Acılara değil, acıları verene teslim olun!

Sait ÇAMLICA

Eğitimci – Yazar

31 ekim ikindi - Namazı namaz yapan şey


Her namaz namaz değildir,  
namazın her zaman namaz anlamına gelmediği durumlar da vardır. 
Bir ayet, bunu şöyle açıklar:
"İşte (şu) namaz kılanların vay haline,
Ki onlar, namazlarında yanılgıdadırlar,
Onlar gösteriş yapmaktadırlar." (Maun, 4-6)

Demek ki, namazı namaz yapan şey, 
onu oluşturan fiili hareketler değil, içindeki amaç ve ruhtur

Bazıları namazı insanlara “müslüman” olduklarını göstermek için yapmaktadırlar
ve dolayısıyla sevap kazanmak bir yana, büyük bir günah ve sapma içindedirler.

Namazı namaz yapan şey ise, 
kılan kişinin Allah’ın önünde secde ettiğini, O’na boyun eğdiğini bilmesi 
ve yalnızca bu amacı taşımasıdır. 

Bu nedenledir ki Allah, müminlere “... Allah’a gönülden boyun eğiciler olarak (namaza) durun” (Bakara, 238) emrini verir.

Bir başka ayette ise müminler şöyle tarif edilir: “Onlar namazlarında hûşû içinde olanlardır”. (Müminun, 2) “Huşu”, “saygı dolu bir korku, yumuşama, derin bir saygı” anlamına gelmektedir. Bu arada, Arapça’da her ikisi de “korku” anlamına gelen “huşu” ve “havf” kelimelerinin arasındaki ince farka dikkat etmek gerekir. Havf, basit ve içgüdüsel bir korkudur. Kuran’da kafirler ve hayvanlar için kullanılır. Müminlerin Allah’a karşı duydukları korku ise, aklın ve vicdanın bir sonucu olarak ortaya çıkan ve saygı dolu, içli bir korkuyu ifade eden “huşu” kelimesidir. Namaz ise, ancak huşu içinde kılındığı zaman gerçek anlamını bulur.
Böyle bir namaz, insanın Allah’a olan yakınlığını ve takvasını artırır. İnsanı manen ayakta tutar. Peygamberimizin “dinin direği” olarak tanımladığı namaz işte budur. Ayette ise şöyle denir:
"Sana Kitap’tan vahyedileni oku ve namazı dosdoğru kil. Gerçekten namaz, çirkin utanmazlıklar (fahşa)dan ve kötülüklerden alıkoyar. Allah’ı zikretmek ise muhakkak en büyüktür. Allah, yaptıklarınızı bilir." (Ankebut, 45)

31 ekim öğle - Buyurun gül bahçeniz



Ateş de aşk ve ölüm gibi, sadece öz nefiste idrak edilebilecek tecrübelerden. Kimse kimsenin yerine yanmıyor ve kimsenin yangını kimsenin yangınına uymuyor. Umberte Eco haklı olarak ”Bir yanardağ bilimci Empedokles gibi yanabilir mi?” diye soruyor.Hayır tabii ki. Ateşin resmine bakmak güzeldir oysa.
Ateşte doğan ve ateşte yaşayan pervane ateşte ölür. Mağdur gibi görünür oysa ödülü vardır. Her cezbe ilahi cezbeden bir nişan. İlahi ateşte kanat çırpmanın ödülü de ilahi.
Göklerin ve yerin yaratıldığı an ve ateş küresine düşen ilk su damlası. Suyun yanması sonra. Sonra ateşin serinlemsi. Ezeli döngü yani: Ateş ve gülün,gül ve ateşin dairesi.
İbrahim:Ateşi güle çevirmenin hikayesi. Düşün gül bahçesi içinde Halilullah vasfınca yananı, yandıkça inanan inandıkça yanan İbrahim’i.
Her ateş kendi hikayesini yazar ve ateşin sırrından ateşi tanıyan anlar.
Her kul kendi hikayesince biraz İbrahim.
fakat sorulur:Kalbime dökülen bir gülyağı damlası kadar mazur ve masum musun ey ateş,ya ben İbrahim değilsem? Ya benim ateşe küstüğüm kadar ateş de bana küskünse?
öyleyse nasıl bir yanma bu?
Kuşku yok ki yanmanın nasılını belirleyen,yanmanın neresinde olduğunu bilmenin bilinci. Ateşe düşen yaş odun önce boğula boğula,ardından parlaya parlaya ve nihayet köz olarak yanar. Yanıyorsunuz ama yanmanın neresindesiniz? Ateşi güle dönüştüren bu bilinç işte.
Ve gün gelir İbrahim’in hikayesini yazarsınız. Nasılsa ateş yazılarında uzmansınız. Nasılsa ateş sözcüğünü bilmek yanmaya mani değil.
Hayret!
Neredesiniz?
Ölebiliirm,dediniz,ölmediniz.
Yaşayabiliirm,dediniz,yaşamayı bilmediniz.
Kaderiniz:İbrahim.
Yaşamınız:İbrahim
Ama hayır! İbrahim değilsiniz. Ateşten kelimeleriniz var sizin çünkü,ateşiniz değil,teslim değilsiniz.
İbrahim önce kelimelerle sonra ateşle sınandı. İçindeki yangın, atıldığı ateşin yangınından daha büyük olmasaydı,ufacık bir şüphe, incecik bir endişe, gülzare dönmezdi ateş. Yanar giderdi İbrahim. İbrahim’i yangından kurtaran yine yangın. Nemrud’un ateşini gül bahçesine çeviren İbrahim’in hû yangını. Bu yüzden tedbir değil takdir İbrahim. Dur yok, dua var.
Bu yüzden ”ateş gül, ateş gülbün,ateş gülşen,ateş cûybar” İbrahim’e.
İbrahim’in Kalbi mutmain. Bu yüzden İbrahim emniyette. İbrahim’in sırrı teslimiyette.
Ateş dahi kendi keyfiyetinde teslimiyette.”Yakma”, denince yakıyor gibi görünse de yakmıyor, serinletiyor: ” Ey ateş serin ve selametli ol”,(21/69). Mücadele, su ve ateşten çok, toprak ve ateş arasında çünkü. İbrahim çamurdan yaratılmıştır, şeytan ateşten çünkü. Gül ise toprak ister, ateş bir vasıta sadecee. Bu yüzden ”apaçık ateş” gibi görünen cehennem, içinde zemherir barındırır.
Cehennem apaçık gösterilen ateş. Cennet sonradan gelecek. Gül isteyen kendini ateşe teslim edecek.
Teslimiyet;İbrahim’in gerçekleşen rüyası. Bıçak altında İsmail’in alnı.
Teslimiyet, İbrahim’in gül bahçesi,mucizenin mucizeye inanan aralanan kapısı.
İbret: Gömleği yanmayan ”Kalb-i selim”, İbrahim. Dünya durdukça güzellikle anılacak.
İbrahim ateşte. İsa çarmıhta. Musa Tih çölünde.
Gülün rengi çölün kızıllığından.Âteş güllerinin yangını âteşin yangınından.
Âteş,yanmaya kabiliyeti olan maddeyi yakar. Ve her kul kendi hikâyesince biraz İbrahim.
Ey yazgısı âlemlere ibret ibret için yazılmışa nispet olarak yanan.
Yân ateşte,adı İbrahim olmasa da, İbrahim olan. Yan.Yan. Yan.
Bir bir çözülsün anlamı ateş oluşun.Bir kere yandı mı tenin ateşin koynunda. Uzaktan gök gürültüsü,fırtına,artık korkma
Hatırla,kaderinde ezelden ateş olan İbrahim ”yıldızlara şöyle bir” bakmıştı. Ve: ”Batıp giden şeyleri sevmem”(6/76).
Bak sen de batıp giden yıldıza.Sekine inecektir kalbine unutma. Gül bahçesi yakında.
Ateş yitirmek;gül bahçesi,yitirdiğinde üzülmemek.
Ateş bulmak;gül bahçesi,bulduğunda sevinmemek.
O zaman işte önce boğula boğula. Sonra alev alev.Sonra köz.
Atın bütün kelimelerinizi ateşe.
O zaman siz: İbrahimsiniz.
Buyurun gül bahçeniz.
Mor Mürekkep/Nazan Bekiroğlu

SECCADENİN ÜZERİNDE İBRAHİM GİBİ DURALIM
SECCADELERİMİZ GÜL BAHÇELERİMİZ OLSUN

GÜL BAHÇESİNDE İBRAHİM
İbrahim olur adı onun
Çağırır sözün özüne
İbrahim olur adı onun
Çağırır Rabbin ipine ...
Ne güzel kul ne güzel örnektir
İbrahim tek başına ümmettir
Dikilir zalimin karşısına
Gül toplar ateş bahçelerinden.

İbrahim olur adı onun
Rabbinden gelen müjdedir
İbrahim olur adı onun
Sığınır Rabbin gücüne
Ne güzel kul, ne güzel örnektir
İbrahim tek başına ümmettir
Dikilir zalimin karşısına
Gül toplar ateş bahçelerinden...

31 ekim sabah - Niçin namaz kılalım


NICIN NAMAZ KILALIM


Her insan, hayatın coşkun denizinde, özellikle zorluk ve sıkıntı anlarında, kendi deruni ıstırap ve kaygılarını yatıştırmak için sağlam bir manevi sığınağa ihtiyaç duyar. Gerçek şu ki bu sığınak Allah’ı anmaktan başka bir şey olamaz.
Allah Teala çöyle buyurur:
...Bilin ki, ancak Allah’ı anmakla kalpler güvene kavuşur.(1)
Yüce Allah’ın bizim ibadetimize hiçbir ihtiyacı yoktur; ama bizler, Allah’a ve onunla ilişki vesilesi olan ibadet ve namaza muhtacız. Namaz, kul ile Yüce Allah arasında sürekli bir irtibat vesilesidir. Zayıf ve güçsüz insanın, güçlü ve kadir olan Allah Teala ile bu manevi ilişkisi, çeşitli zorluklar karşısında insana güç verir. Hayatın zorluklarında şaşkınlığa uğramış insan, sadece Allah’a yönelmekle huzura kavuşabilir ve namaz insanın Allah’a yönelmesini, O’na bağlanmasını sağlar. Çünkü niyet, iftitah tekbiri, fatiha ve fatihadan sonra bir surenin okunması, rüku, secde, teşehhüt, selam ve namazın diğer vacip ve şartları insanın kalbini Allah’a yönlendirecek özelliğe sahiptir. Namaz kılan bir mümin, her gece ve gündüz, beş defa bütün varlığıyla Allah’a yönelmektedir.
Bir pusulanın denizdeki gemiye hedefe doğru kılavuzluk etmesi gibi namaz da mümini, sürekli olarak, en yüce hedef olan lıkaullahh’a (Allah’a kavuşmaya) doğru kılavuzluk etmekte ve onu yanlış yollara sapmaktan korumaktadır.
Resulullah (Allah’ın salat ve selamı ona ve Ehl-i Beyt’in’e olsun) şöyle buyuruyor:
“Mümin namaza başladığında, Allah Teala, namazı bitirinceye kadar lütuf ve merhamet ile ona bakar ve o ilahi merhamet gölgesinde yer alır; onun etrafını göğün ufuklarına kadar melekler sarar ve Yüce Allah bir meleği onun baş ucunda durup şöyle demekle görevlendirir: Ey namaz kılan! Eğer kimin sana baktığını ve kiminle raz-u niyaz ettiğini bilseydin, asla bu yerinden ayrılmazdın ve başka bir şeye ilgi göstermezdin.”(2)
Başka bir hadiste de şöyle yer almıştır:
“Eğer namaz kılan Allah’ın azamet ve yüceliğinin ne derecede onu sardığını bilseydi, başını secdeden kaldırmak istemezdi.”(3)
İmam Rıza (a.s) namazın farz oluş hikmetini açıklarken şöyle buyurmuştur:
“Namaz, kulun kendi Mevla ve yaratıcısını unutmayarak kendi haddini aşmaması için gece-gündüz Allah Teala’yı anmasını sağlar. Allah’ı hatırlamak ve O’nun huzurunda ibadet için kalkmak, insanin günaha düşmesine engel olur ve onu çeşitli fesatlara düşmekten kurtarır.”(4)
Yine Resulullah (Allah’ın salat ve selamı ona ve Ehl-i Beyt’in’e olsun) namaz hakkında soran birisine şöyle buyurmuştur:
“Namaz dinin hükümlerindendir; Yüce Allah’ın hoşnutluğunu kazanmak vesilesi ve peygamberlerin apaçık yollarındandır. Namaz kılan, melekler tarafından sevilir. Namaz; hidayet, iman, marifet ve rızkının bol olmasına vücudunun sıhhatine vesiledir. Namaz, şeytanı üzer ve kafirlere karşı da bir silahtır. Namaz, duanın icabet olmasına ve diğer amellerin kabul olmasına vesile olur; namaz müminin ahireti için bir azık, ölüm meleğine karşı şefaatçi, kabirde yoldaşı ve sergisi, nekir ve münkerin kabirdeki sorularına karşı cevabı, kıyamet günü namaz kılanın tacı, yüzünün nuru ve elbisesi, ateşe karşı korunağı Yüce Rabbine karşı delili ve bedeninin ateşte yanmaktan koruyucusu, sırattan geçiş izni, hurilerin mihri ve ebedi cennetin karşılığıdır. Kul, namaz ile yüce makamlara ulaşır; çünkü namaz, Allah’ı her eksiklikten tenzih etmek, O’nun tekliğine şahadet getirmek, O’na hamd etmek, tekbir getirmek O’nu övgüyle anmak, takdis etmek, zikir ve dua etmektir. (5)
Namaz, Yüce Allah’a karşı şükür etmektir. Allah’ın bize verdiği nimetleri saymak mümkün değildir; bu nimetler karşısında namaz küçük bir teşekkür mesabesindedir.
İmam Zeyn’ul Abidin (a.s) şöyle naklediyor:
Büyükbabam Resulullah (s.a.a), çok ibadet eder ve namaz kılardı; namaz için ayakta durmaktan ayakları şişmişti. Kendisine, “Senin geçmiş ve gelecek tüm günahlarını Allah Teala, bağışlamış olmasına rağmen(6) neden bu kadar kendini zorluğa düşürüyorsun?” denince, Resulullah, “Acaba ben şükür eden bir kul olmayayım mı?” diye cevap verdi.(7)
Allah ibadet ve kulluğa layıktır. Hz. Ali (a.s) kendi duasında şöyle diyor:
“Allah’ım ben sana cehennemin azabının korkusundan veya cennete olan özentiden ibadet etmiyorum. Seni kulluk edilemeye ve ibadet olunmaya layık bulmuşum; sana ibadetim bu yüzdendir.(8)
Namaz kılmak erginlik çağına ulaşan akıl sahibi her insana, tüm şartlarda farzdır. Hatta savaş meydanında savaş halindeki bir kimsenin veya suda boğulmakta olan bir insanın bile namazı belirlenen kısa şekilde yerine getirmesi gerekir.
Namazın dindeki manevi önemi yüzünden din önderleri namazı dinin direği olarak nitelendirmiş ve bilerek namaz kılmayanın, dinini tahrip ettiğini açıklamışlardır.(9)
İmam Cafer Sadık (a.s)’dan Yüce Allah’a en güzel yakınlaşmak vesilesi nedir diye sorulunca “Allah’ı tanımaktan sonra Allah’a yakın olmak için namazdan daha önemli bir şey olduğunu bilmiyorum” demiştir.(10)
Yine buyurmuşlar ki:
“Hesap anında her şeyden önce, kul namaz yönünden hesaba çekilecek; eğer namazı kabul olursa, diğer amalleri de kabul olur; eğer namazı reddedilirse, diğer amelleri de reddedilir.”(11)

Namaz, Hz Muhammed’in ( Allah’ın salat ve selamı ona ve Ehl-i Beyt’in’e olsun) peygamberlikle görevlendirildiği ilk günlerden itibaren, teşri edilen hükümler arasındadır. Peygamber Hz. Hatice ve o zaman on yaşında olan Ali (a.s) ile birlikte müşriklerin çeşitli eziyetlerine aldırmayarak, Kabe’nin etrafında bu ilahi farizayı yerine getiriyorlardı.
Kur’an-ı Kerim’de namaza çok önem verilmiştir. Kur’an’da, on dört yerde hakkınca namazı yerine getirin, ayakta tutun anlamına gelen ekimu veya ekimne tabirleri ve beş yerde namazı ayakta tut anlamına gelen ekim tabiri yer almıştır. Bir çok ayette de Akame yukımu, yukımune ve mukimin tabirleriyle namazı hakkınca yerine getiren müminlerden söz edilmiş ve övülmüşlerdir.
Bazı ayetlerde namazı hakkınca kılanlardan manevi ticaretlerinde asla zarara uğramayanlar olarak söz edilmiş.(13) Ve bir ayette de müminlerin, sadece namaz kılan zekat veren ve ahirete yakinleri olan kimseler oldukları açıklanmıştır.(14)
Taif Şehrinin halkı İslam’a girmeleri için bazı koşullar öne sürmüş ve bu koşullar arasında namazın kendilerine farz olmaması talebinde bulunmuşlardı; Peygamber onlara verdiği cevapta: “Ama namaz ile ilgili koşulunuza gelince, namazsız bir dinin hayrı yoktur” diye buyurmuştur.(15)
Namazı terk etmek büyük bir günahtır ve insanın dini yönden tamamen düşüşüne ve cehennem azabına duçar olmasına sebep olur.
Allah Teala, Kuran-ı Kerim’de buyuruyor ki, Ahirette bazı suçlulara şöyle sorarlar:
“Sizi cehenneme düşüren nedir? Onlar şöyle derler: ‘Biz namaz kılanlardan değildik...”(16)

30 ekim yatsı - Din önderlerinin namaza bakışı


Din Önderleri ve Namaz

Tarih ve siyer kitapları incelendiğinde, Peygamber (Allah’ın salat ve selamı ona ve Ehl-i Beyt’in’e olsun) ve Ehl-i Beyt imamlarının her amelden daha çok namaza önem verdikleri anlaşılır. Biz bu konuda bazı örneklere işaret edeceğiz:
Zalim Abbasi Halifesi Me’mun bir plan çerçevesinde birkaç defa İslam aleminde o güne kadar eşine rastlanmayan toplantılar düzenlemiş ve bir çok mezhep ve dinlerin büyük bilginlerini bir araya getirerek İmam Rıza aleyhisselam ile tartışmalarını kararlaştırmıştı; onun gayesi bu yolla İmam’da ilim yönünden bir eksiklik yakalayıp İmam’ın manevi ve ilmi makamına gölge düşürmekti. Ama İmam Rıza (a.s) Allah’ın verdiği vehbi ilimle tek başına onların tüm sorularına cevap vererek hepsini delillerle ikna edip susturmuştur.
Tarihte nakledildiğine göre, bunca önemli bir toplantı esnasında, İmam Rıza (a.s) namaz vakti olunca Memun’a yönelerek ‘Namaz vakti olmuştur’ dedi ve namaz için toplantıya ara verilmesini istedi; bu sırada büyük bir bilgin olan İmran, İmam ile konuşmaktaydı. İmam’a yönelerek “benim cevabımı yarıda bırakma; kalbim yumuşamıştır ve senin sözlerini kabul etmeye hazırlıklıyım diye ricada bulundu, ama İmam bu isteği kabul etmedi ve namaz kılıp geri dönerim” diye karşılık verdi ve sonra namaz için ayağa kalktı.(17)
İmam Sadık, dört gün sabahtan öğleye kadar tevhit hakkında öğrencilerinden biri olan Mufazzal b. Ömer’e özel olarak ders veriyordu. Ama namaz vakti olur olmaz derse ara veriyor ve namaz kılıyordu.(18)
Sıffın savaşının en çetin muharebe gecelerinden biri olan Leylet’ul-Harır’de, savaşın, amansız şekilde sürmesine ve bizzat Hz. Ali aleyhisselam’ın da savaşa katılmasına ve şiddetle çatışmasına rağmen gece namazını bile terk etmedi ve meydanda gece namazını kıldı..(19)
Yine Sıffin savaşında bir başka gün, İbn-i Abbas, Hz. Ali aleyhisselam’ın meydanın ortasında bir yandan savaşırken ara sıra göğe baktığını gördü; İmam’a yaklaşarak ne yapıyorsunuz? dedi İmam ‘güneşe bakıyorum ki, öğle olduysa namaz kılayım’ dedi. İbn-i Abbas şaşkınlıkla “Acaba savaşın bu kızgın zamanı namaz kılmak olur mu?! Muharebe, namaz kılmamıza engeldir” dedi. Ama İmam Ali (a.s) “Biz onlarla ne için savaşıyoruz?! Biz sadece namaz için savaşıyoruz” dedi...”(20)
Kerbela’da Hz. Hüseyin (a.s)’la Yezid’in ordusu karşı karşıya gelmişti; Aşura gününün öğle vaktiydi. O gün sabah erkenden Kerbela kahramanları, düşmanın kalabalık ordusuna ve kendi sayılarının az oluşuna bakmayarak, en zor şartlarda bile mümin kimsenin hak ve İslam yolunda her türlü fedakarlığa hazır olması ve Allah yolunda her şeyini vermekten çekinmemesi gerektiğini göstermek için eşsiz bir yiğitlik destanını sergiliyorlardı. Bazıları şahadet şerbetini içmiş ve geri kalanlar da Hz. Hüseyin ile birlikte tüm varlıklarıyla düşmana karşı savaşmaktaydılar. İmam’ın ordusundan olan Ebu Semame Seydavi Hz Hüseyin’e yaklaşarak şöyle dedi:
“Canım sana feda olsun. Düşmanlar bize yaklaşmış bulunuyorlar; ama ben şehit olmadan onlar sana dokunamazlar; seni şehit edemezler. Allah’a kavuşmadan önce öğle namazımı seninle kılmak istiyorum” dedi.
İmam aleyhisselam, başını kaldırıp göğe baktı ve “Namazı hatırlattın; Allah seni namaz kılanlardan etsin. Evet, şimdi namaz vaktidir; düşmandan namaz için muharebeye ara verilmesini isteyin” dedi Düşman bu isteği kabul etmedi. Buna rağmen, İmam (a.s) henüz şehit düşmemiş olan ashabıyla İslam’da muharebe vakti için belirlenen şekilde namazlarını kılmaya başladılar. Bu halde İmamı korumak için ashaptan bir grup düşmanın önünde durup kendi canlarını siper ettiler ve bir grup İmam’ın eşliğinde namaz kıldılar. Ve sonra bu grup öne geçtiler ve birinci grup İmam’la namazlarını kıldılar.”(21)

30 ekim akşam - Namazın ferdi etkileri


Namazın Ferdi Etkileri

Biz müminler ve Ehl-i Beyt şiası namaza gereken önemi vermeliyiz. Namaz bir örf ve ananeden ibaret değildir. Namaz, ister bireyin kendisi açısından ve ister toplumsal açıdan çok önemli semerelere sahip ilahi bir görevdir.
Namaz, insanın hem ruhunu, hem vücudunu, hem de fikrini etkilemekte ve tüm bunları insanın mutluluğu için devreye sokmaktadır.
Namazın en önemli sonuçlarından biri, insanı kötülüklerden korumasıdır. Allah Teala buyuruyor ki
“...Namazı hakkınca kılın. Gerçekten namaz (insanı) kötülüklerden sakındırır...”(22)
Namaz, ruhun kemale ermesi ve insanın kötülüklerden arınması ve fikrin olgunlaşması için Yüce Allah tarafından konulmuş eğitici bir programdır ve aynı zamanda sürekli olarak kul ile Allah’ın ilişkisini sağlayan bir vasıtadır.
Namaz, insanın iradesini zayıflatan ve onu cebren günahtan koruyan muhtevasız bir ibadet değildir; namaz doğru şekilde kılınırsa, insana ruhi yönden öyle bir aydınlık ve güç kazandırır ki, insan kendi iradesiyle iyi işlere daha fazla önem vermeye başlar ve kötülüklerden kaçınır. Ama namaz kılamayan bir kimsede böyle bir ruhi hazırlık ve güç bulunmaz bu yüzden namaz kılmayan birisinin kötülüklerden kendi isteğiyle kopması ve iyiliklere yönelmesi kolay değildir.
Namaz mümin kimsenin doğruluk ve takvasının artmasına sebep olur. Namazı kılmamak ise kişinin kalbinin kararmasına ve daha fazla günaha yönelmesine ve nihayet kurtuluş yollarının yüzüne kapanarak cehennemlik olmasına sebep olur. Elbette namazın insanı kötülüklerden korumasının değişik aşamaları vardır ve bu namaz kılanın iman derecesine, namaza gerçek manada yönelişine, namazda kalbinin huşu ve huzu içerisinde olmasına bağlı olarak değişmektedir.
Namazı, kural ve adabını riayet ederek tam olarak yerine getirmek, insanın yüce ilahi makamlara ve insani erdemlere erişmesinde büyük bir rol oynamakta ve birey ve toplum olarak insanın sağlıklı bir hayata kavuşmasına yardımcı olmaktadır.
Namaz kılan kimse, gasp olan bir elbiseyle ve gasp olan bir yerde namazın geçersiz ve batıl olduğunu bildiği için, hatta abdest ve gusül almak için kullanılan suyun bile temiz ve helal olmasının şart olduğunu nazara alarak başkalarının hakkına riayet etmeye, onların malına el uzatmamaya ve sürekli olarak gasp olan bir şeyden sakınmaya dini bir görev olarak özen gösterir.
Namazdaki rüku, secde ve diğer farzları emir olunduğu şekilde yerine getirmek, namaz kılanı sürekli olarak düzenli olmaya ve işlerinde ihmalkarlık ve başıboşluktan uzak olmaya alıştırır.
Yüce Allah huzurunda boyun eğme ve onun verdiği nimetleri anmak gayesini taşıyan namaz, kişinin mütevazı ve başkalarının iyiliği karşısında duyarlı olmasına ve tekebbür, çekemezlik, bencillik ve diğer kötü huylardan uzak olmasına sebep olur.
Hz. Fatıma (s.a) şöyle buyurmuştur:
“Allah, imanı sizler için şirkten temizlenme ve namazı kibirden korunmak vesilesi kılmıştır.” (23)
Namaz kılan bir kimse, namazının Allah katında kabul olması için diğer davranışlarını da düzeltmeye çalışır. Çünkü namazının kabul olmadığı taktirde -Hz. Ali (a.s)’ın buyurduğu gibi- insanın diğer amellerinin de bir değeri kalmaz.(24)

30 ekim ikindi - Namazın toplumsal etkileri


Namazın Toplumsal Etkileri

Dinde namazın cemaatle kılınmasına çok önem verilmiştir. Cemaat namazı, İslam’ın muhteşem ibadi merasimlerinden sayılır. İslam’da cemaat namazına önem verilmesi, bu mukaddes dinin birlik ve beraberlik dini olduğunu Müslümanlar arasında sürekli bir dayanışmanın sağlanmak istendiğini açıkça göstermektedir.
Cemaat namazı, soy ve toplumsal sınıflardan kaynaklanan ayrıcalık ve imtiyazları ortadan kaldırmaktadır. Hangi soy renk ve milletten olursa olsun tüm Müslümanlar namaz safında aynı sırada beraberce yer alır; hep birlikte aynı kıbleye yönelerek tek vücut olarak ibadet eder ve birlikte yere kapanıp kalkarlar.
Cemaat namazı toplumun kaynaşması için en güzel vesiledir. Müminlerin birbirlerinin halinden haberdar olmaları için en iyi fırsattır. Özellikle düşmanlar karşısında Müslümanların birlik ve beraberlik içerisinde olduklarını gösteren Cuma namazı toplumsal bir ibadet merasimi sayılır. Bu namazda okunması gerekli olan iki hutbe namaza katılanları, bir yandan takva iman ve Allah’a yönelmek konusunda yönlendirdiği gibi onları toplumsal ve siyasi konularda da bilinçlendirmektedir.

30 ekim öğle - Namazın sağlıkla ilgili sonuçları


Namazın Sağlıkla İlgili Sonuçları

Elbette namazdaki asıl gaye, insanın ruh temizliğini sağlamaktır. Peygamber (s.a.a) bir gün ashabına:
“Eğer sizlerden birinin evinin önünden bir nehir geçer ve o adam günde beş defa, o nehirde yıkanırsa acaba onun vücudunda kir kalır mı?” diye sordular. Onlar: “Hayır” dediler. Peygamber (s.a.a): “Namaz da, sürekli akan bir nehir gibidir; insan namaz kıldıkça, namaz onu günahlardan temizler” diye buyurdular.
Bu manevi temizliğin yanı sıra namazın abdest, gusül, vücut ve elbisenin temiz olması gibi şartlarına baktığımızda namazın insanın dış temizliğinde de önemli bir etkisi olduğu ve böylece insanın sağlığını korumada da önemli derece de rol oynadığı ortaya çıkar.

29 Ekim 2011 Cumartesi

30 ekim sabah - Namazın iradeli ve çalışkan insan yetiştirmedeki rolü

Namazın İradeli ve Çalışkan İnsan Yetiştirmedeki Rolü

Günde beş defa, Allah’ın huzurunda durarak O’ndan başka her mabuttan yüz çeviren, İslam ve tevhit inancının doğuş yeri olan Ka’be’ye yönelen, ruhunu doğru niyetle temizleyen, mabuduna hitaben ilk sözü tekbir getirmek olan, böylece Allah’ın her nitelendirmeden daha üstün olduğunu her namazın başında tekrarlayan, en azından günde on defa Fatiha suresini okuyarak Allah’ı övgüyle anan ve gerçek övgünün O’na layık olduğunu ifade eden bir kimsenin nazarında artık maddi güçlerin bir değer ve ağırlık taşıması mümkün olamaz. Bu şekilde namaz kılan kimse artık ilahi ve insani hedefler uğruna çaba gösterirken hiçbir güç ve engelden de korkmaz. İşlerini sadece Allah için yapar ve her türlü şirk ve yağcılıktan uzak olur.
Namaz, gerçek bir huşu ile kılınırsa insanın ruhunun yücelmesinde inanılmaz bir etkiye sahiptir. Namaz sayesinde insanda, sadece Allah’ın emirleri karşısında boyun eğen, sarsıcı olaylar karşısında sebat gösteren ve İslam tarihinde örnekleri çok bulunan yiğit şahsiyetler gibi en zor şartlarda direnç ve sabır örneklerini sergileyen hür irade sahibi bir ruh meydan gelir.
Namazda okunan Fatiha suresi İslam’ın temel çizgilerini ve Kur’an’ın ana öğretilerini kısaca ortaya koymaktadır.
Allah’ın her şeyi yaratıp yönettiği, O’nun her işinin güzel ve övgüye layık olduğu, kıyametin varlığı, insanın yaptıklarından dolayı hesaba çekileceği ve Allah’ın her şeye özellikle insana karşı merhametli olduğu, her türlü şirki reddederek doğru yola bağlılık ve onda sebatlı olmanın gerekliliği ve her türlü sapıklıktan uzak olmaya çalışmak gibi temel konular Kur’an’ın giriş suresi olan Fatiha’da açıkça ifade edişmiş ve namaz kılan kimse her namazında bu sureyi okumakla yükümlendirilmiştir.
Şimdi, Fatiha Sure’sinin mealini vererek kısaca açıklamaya çalışalım:
- BİSMİLLAHİRREHMANİRREHÎM
-Yani: Rahman Rahim Allah’ın Adıyla
Her işi rahmeti geniş ve sürekli olan Allah’ın adıyla başlıyoruz. Çünkü işlerde Allah’tan başkasının ismini anmak ve başkasından yardım dilemek bir nevi şirk sayılır ve mümin bir kimse, Yüce “Allah’ın yüce ismini tenzih et. (25)” emrine uyarak Allah’ın ismini başka bir isimle birlikte anmaktan uzak durmalıdır.
- ELHEMDU LİLLAHİ REBBİL ĚLEMÎN:
- Övgü, alemlerin Rabbi Allah’a aittir.
Tüm övgü ve senalar alemleri yaratan ve yaratıkları kemal yoluna kılavuzluk eden Allah’a aittir. Tüm iyilik ve güzellikler, her türlü eksiklikten uzak bulunan Yüce Allah’tan kaynaklanır.
- ERREHMANİRREHÎM:
- (O) Rahman ve Rahimdir. (Merhameti geniş ve süreklidir.)
Her şey Allah’ın merhamet ve şefkatinden yararlanmaktadır; O’nun merhameti tüm varlıkları kapsamıştır; özel rahmeti ise imanlı temiz kulları hakkında süreklidir.
- MALİKİ YEWMİDDÎN:
- Cezâ ve mükâfat gününün sahibidir.
Yani, insan ölmekle yok olmamaktadır ve herkes, her şeyin Allah’a boyun eğdiği ceza ve mükafat gününde yaptıklarının hesabını verecektir.
Her namazda bu inancını tekrarlayan mümin, günah ve haksızlığın doğuracağı kötü akıbetten korkarak, kendisini her türlü kötülük ve günahtan uzak tutmaya çalışır.
- İYYAKE NE’BUDU WE İYYAKE NESTEÎN:
- Yalnız Sana ibadet ederiz ve yalnız Senden yardım dileriz.
Yani, biz hiçbir güç ve tutkuya değil, yalnız sana kulluk ediyor, seni, karşısında boyun eğilmeye ve önünde secde edilmeye layık biliyoruz; hiçbir güçten değil bütün güçlere egemen olan ve iradesine karşı gelecek bir güç bulunmayan senden yardım diliyoruz.
- İHDİNE’Ŝ-ŜİRAŤ-EL MUSTEĶÎM
-Bizi doğru yola ilet.
Her gün Allah’tan kendisini doğru yola kılavuzluk etmesini, o yola iletmesini ve o yolda kendisine sebat vermesini isteyen bir kul elbette ki, hayatının çeşitli aşamalarında ve muhtelif olaylar karşısında hak yoldan sağa-sola sapmayarak her türlü aşırılık ve ihmalkarlıktan uzak durmağa çalışır.
-ŜİRAŤELLEŹÎNE EN’ĚMTE ĚLEYHİM:
- Nimet verdiğin kimselerin yoluna;
İnsanın, kendi tutunduğu yolu doğru yol zannederek haktan uzak düşmesi mümkündür. Bu yüzden doğru yolu teşhis etmek için geçerli bir ilahi ölçü gerekir. Bu ayette doğru yolun herkesçe kolayca anlaşılması mümkün olan bir özelliği açıklanmıştır. Bu özellik de, bu yolun Allah’ın kendilerine nimet verdiği kimselerin yani peygamberlerin ve Ehl-i Beyt İmamlarının(26) yolu olduğudur.
- ĠEYRİL MEĠŻUBİ ĚLEYHİM WELEŻŻÂLLÎN:
-(onlar) ki ne kendilerine gazap edilmiştir ve ne de sapmışlardır.
Namaz kılan kimse, bu ayeti okuyarak, peygamberlerin ve onların vasilerinin yolunda ilerlemek istediğini ve peygamberlerin yoluna karşı çıkan ve insanları hak yoldan uzaklaştıran kimseleri veya aldanarak hak yoldan sapanları takıp etmek istemediğini açıklar.
Bu yüzden namazı doğru şekilde öğrenip ve doğru şekilde yerine getirerek Kur’an’ın bizlere gösterdiği doğru yolda adım atmaya çalışmalı ve çeşitli saptırıcı tuzaklara düşmekten kendimizi kurtarmalıyız. Şu ilahi gerçeği unutmamalıyız ki, peygamberler ve onların vasileri olan gerçek doğruların yolundan başka tüm yollar, insanı dünya ve ahiretteki gerçek ve kalıcı mutluluğa erişmekten mahrum eder ve çeşitli uçurumlara düşürür.
İnsan, namazda, Fatiha Sure’sini okuduktan sonra, ebedi saadet programını içeren Kur’an-ı Kerim’in unutulmaması için bu ilahi kitaptan diğer bir sure de okumalıdır.
Sonra Allah’ın azameti karşısında rükua eğilmeli ve şöyle demeli:
- SUBHANE RABBİYEL ĚŽÎM-İ WE Bİ-HAMDİH:
- Yani: Benim azamet sahibi rabbim her eksiklikten uzak ve münezzehtir ve ben O’na hamd ediyorum.
Sonra, Allah karşısında daha fazla eğilmek için secdeye kapanmalı ve şöyle demeli:
- SUBHANE RABBİYEL Ě’LA WE Bİ-HAMDİH:
-Yani: Benim her şeyden yüce rabbim her eksiklikten uzak ve münezzehtir ve ben O’na hamd ediyorum.
Rüku, insanın Allah karşısındaki teslimiyet, tevazu ve O’na boyun eğişini göstermekte ve secde, Allah’ın azameti karşısında kulun teslimiyet ve eğilişini göstermenin yanı sıra O’na bağlılık ve muhabbetini de sergilemektedir.
Böylece namaz, Allah’a yönelen, O’na boyun eğen ve hak yoldan başka yolda yürümek istemeyen, yüce insani erdemleri kazanmaya çalışarak her türlü kötülüklerden uzak duran, iradeli, takvalı ve doğruları seven ve onların yolunu takıp eden bir kişiliğin insanda oluşmasına sebep olur. Bu özellikleriyle namazın fert ve toplum açısından ne derece yapıcı bir ibadet olduğu inkar edilemez bir gerçektir.
Bizler gerçek mutluluk yolu olan namazın çeşitli semerelerinden gereğince yararlanmak için namaza daha fazla önem vermeli ve namazda kalp ve fikrimizi Allah’a yönelterek namazın manevi feyizlerinden yararlanmaya çalışmalıyız. Hiçbir bahaneyle namazı terk etmeyip en zor şartlarda bile namazdan gaflet etmemeliyiz. Bu ilahi farizayı gereğince ayakta tutmaya çalışarak gönül ve kalp temizliğimizi artırmaya çalışmalı; ruhumuzu güçlendirmeli ve hayatta karşılaşılması mümkün sıkıntı ve buhranlarda bu ilahi destekten yardım almalıyız.
Allah Teala buyuruyor ki:
“Sabır ve namaza sarılarak (Allah’tan) yardım dileyin...”(27)
Bu manevi feyiz kaynağından daha fazla yararlanabilmek için, Allah’tan bizi namazı dosdoğru kılarak hakkınca ayakta tutanlardan kılmasını dileyelim:
“Ey Rabbim, beni namazı hakkınca ayakta tutan kıl; ve benim soyumdan olan kimselerden de (namazı hakkınca ayakta tutan kimseler oluştur.) ve duamı kabul eyle .”(28)

29 ekim yatsı - Namazda tefekkür


Namazda Tefekkür
Namazı tefekkür, ihlas ve kalbin Allah’a yönelişini sağlayarak tam bir huşu ile kılmak gerekir.
Peygamber (s.a.a) Ebuzer’e hitaben şöyle buyurmuştur:
“Tefekkür ile kılınan iki rekatlık kısa bir namaz, teveccüh ve ilgi olmadan bir gece boyunca kılınan namazdan daha iyidir.”(29)
İmam Sadık (a.s) da şöyle buyuruyor:
“Namaza başladığında huşu içinde olmaya çalış ve namaza gönül ver. Allah Teala buyuruyor ki: “Onlar ki namazlarında huşu içindedirler.”(30)
Hz Ali de buyurmuştur ki:
“Namazda bezginlik ve uykulu halinde olmayın; Kul, namazına gönül verdiği ölçüde namazından faydalanır.”(31)
Yine buyurmuştur ki:
“İnsan namazda huşu içinde olmalıdır; eğer insan namazda huşu içinde olursa onun azaları da huşu içinde olur ve boşuna onları oynatmaz.”(32)
Peygamber ve Ehl-i Beyt İmamları tam bir huşu ve Allah’a yönelişle namaz kılıyorlardı. O mukaddes zatlar, farz namazların yanı sıra sünnet namazlarını da sürekli yerine getiriyorlardı. Allah Kuran-ı Kerim’de Peygamber(s.a.a)’e gece namazını kılmasını emrederek şöyle buyurmaktadır:
“Geceleri sana farzlardan fazla bir ibadet olarak, namaz için kalk; umulur ki Allah seni beğenilen bir makama çıkarır.(33)
Peygamber (s.a.a) Ebuzer’e şöyle buyurmuştur:
“Allah namazı benim gözümün nuru kılmıştır. Aç olana yemeği ve susamış birine suyu sevdirdiği gibi, namazı da bana sevdirmiştir. Aç biri yemek yiyince doyar ve susamış olan su içince susamışlığı gider; ama ben namazdan doymam.”(34)

29 ekim akşam - Gözümün nuru namaz - Osman Ersan


Huşu ile Namaz Kılmak


Namaz hûşu ve hudû ile kılınmalıdır. Hûşu namazın sırrı ve ruhudur. Kur'anı
Kerimde; "Allah'ın huzurunda tam hûşu ve hudû ile durun" buyurulmaktadır.
(Bakara, 238) Bazı alimler hudû zahiri eğilmek, hûşu ise, manevi ve ruhi
eğilmektir, derler (Haydar Hatipoğlu, Sünen-i İnn-i Mace Tercemesi ve Şerhi, c
3, s 348). Bazı Alimler ise, hûşu azalarla; hudû ise kalple olur, demişlerdir.
Veya hûşu gözle, hudû diğer azalarla olur.

Hazret-i Peygamber -sallallahu aleyhi ve sellem- , "Hûşu ancak, namazda
(uzuvlarını) hiç kımıldatmayan ve tevazu içinde olan kimseler için tahakkuk
eder." buyurmuştur.

Felah, namazlarını hûşu ile kılanlara mahsustur. Namazlarında hûşu'a riayet
etmeyenler felaha eremezler. Hûşuun bulunmaması felahın da yokluğu demektir. Bu
konuda Kur'anı Kerim;

"Namazlarını hûşu ile kılan müminler kurtuluşa ermişlerdir." buyrulmaktadır.
(Mü'minun,1)

Bu ayet-i kerime nazil olmazdan önce sahabe-i kiram namazda gözlerini
gökyüzüne kaldırıyorlar, sağa sola bakınıyorlardı. Ayet-i Kerimenin nazil
olmasından sonra artık gözlerini secde mahalline çevirmeye başladılar.

Abdullah Bin Ömer bu ayet-i kerimenin izahında şöyle der: "Sahabe-i Kiram,
namaz için ayağa kalktıklarında başka hiçbir şeyle ilgilenmezler, bütün
varlıklarıyla kendilerini namaza verirlerdi. Gözlerini secde yerine dikerler ve
Allah'ın kendilerine baktığını kabul ederlerdi."

Namazda ayakta iken secde yerine, rükûda iken ayaklara, secdede iken burun
ucuna, otururken iki elleri arasına bakmalıdır. Bu söylenilen yerlere bakıp ta
gözler etrafa kaymazsa, namazda hûşu hali hasıl olabilir, kalp dünya
düşüncelerinden kurtulabilir.


Hazret-i Ali -Radıyallahü anh- şöyle buyurur:

"Hûşu olmayan namazda, lüzumsuz şeylerden kaçınılmayan oruçta, tertile riayet
edilmeden yapılan kıraatte, günahlardan sakındırmayan amelde, sehavet bulunmayan
malda, sıkı bağlılık bulunmayan kardeşlikte, ihlas olmayan duada hayır yoktur."

Müslüman, namazını kalbi ve kalıbı beraber olarak kılmalıdır. Nitekim Hadis-i
şerifte: "Kişinin kalbi ve bedeniyle beraber namazda hazır olmadıkça Allah o
namaza bakmaz." buyurulur.

Namazda her uzvun tevazu göstermesi ve kalbin de, Allah Teala'dan korku üzere
olması lazımdır.



Pek çok sahabe ve tabilerden şöyle nakledildi. hûşu; sükûn ve hareketsizliğin
adıdır.

Kaynak: Osman ERSAN, Gözümün Nûru Namaz, Erkam Yayınları.

29 ekim ikindi - Namazı hakkıyla kılmanın üç şartı


Not: Namaz Kahramanı ifadesine önce güldüm, hadi ya dedim, abartma dedim, ucuz kahramanlık dedim, papucumun kahramanı dedim,..... vs vs ancak düşününce etrafta gerçekten namaz kılan ve namazı geleceğe taşıyacak olanların ne kadar az kaldığını görünce Namaz Kahramanı ifadesini bir kez daha düşündüm, Namaz kılabilmek için savaşmak gerekiyor, nefisle, televizyonla, internetle, arkadaşlarla, kitaplarla, eğlencelerle, gezmeyle, tozmayla, ...... büyük cihad diye boşuna denmemiş.

Namaz Kahramanı Olabilmenin Üç Şartı - Fethullah Gülen

Âbidlerin Rehberi Peygamber Efendimiz'in (sallallahu aleyhi ve sellem) namaza göstermiş olduğu alâka, O'nun izini takip edenlerin gönüllerinde de ibadetlerin özüne karşı derin bir iştiyak uyarmıştır.
'Namaz benim gerçek göz aydınlığımdır' diyen, başkalarının bir kısım şeylere arzu duymasının çok ötesinde bir istekle namaza karşı arzu duyduğunu her haliyle ortaya koyan, mübarek ayakları şişecek kadar kıyamda duran, bazen bir rek'atta birkaç cüz'ü birden okumadan rükûya varmayan, haşyetle dolu yüreğinden el değirmeninin ya da kaynayan tencerenin sesi gibi hıçkırıklı ağlama sesi duyulan ve secde ederken Hak karşısındaki saygısından dolayı kıvrım kıvrım kıvranan Resûl-i Ekrem'in (aleyhi ekmelü't-tehâyâ) namaz ibâdeti üzerinde hassâsiyetle durması Ashâb-ı kirâmın da birer namaz âşığı haline gelmelerine vesile olmuştur. Öyle ki, Fudayl bin İyâz'ın ifadeleriyle söyleyecek olursak, Sahabe efendilerimiz, benizleri atmış, yüzleri sararmış bir şekilde sabahı karşılarlardı. Çünkü gecenin çoğunu namazda geçirirlerdi. Bazen dakikalarca kıyamda kalırlar, bazen de uzun müddet secdeye kapanırlardı. Cenâb-ı Hakk'a içlerini dökerken, rüzgârlı bir günde sallanan ağaçlar gibi sallanır; gözlerinden, elbiselerini ve yeri ıslatacak kadar yaş dökerlerdi. Namazın lezzeti onlara bedenî yorgunluklarını unuttururdu ve o vuslat dakikaları hiç bitmesin isterlerdi. Sabah olunca, yüzlerine yağ sürerler, gözlerine sürme çekerler ve halkın içine sanki geceyi hep uykuyla geçirmiş ve iyice dinlenmiş gibi çıkarlardı.
Namazı hakkıyla kılmak için ne yapmalıyız?

1. Allah Rasûlü (aleyhi ekmelü't-tehâyâ) bize bir hedef gösterirken, Cennet'te yüz mertebe bulunduğunu ve Firdevs'in, makam bakımından en yüksek derece olduğunu belirttikten sonra, 'Allah Teâlâ'dan Cennet'i istediğiniz zaman, Firdevs'i isteyiniz.' buyurarak, himmetimizi âli tutmamız gerektiğine işaret etmiştir. Dolayısıyla, namazın hakikatini idrak etme hususunda da yüce himmetli olmalı; Cenâb-ı Hak'tan selef-i salihînin ibadet aşk u iştiyakını, onlardaki kulluk temkinini dilenmeli ve namazı şuurluca ikâme edebilmek için inâyet-i ilahiyeyi talep etmeliyiz. Belki herbirimiz şöyle demeliyiz: 'Allah'ım, Resûl-i Ekrem (sallallahu aleyhi ve sellem) Efendimiz namazı hangi enginlikte ikâme ediyor idiyse, bana da o idraki lutfeyle; namazın manasını benim ruhuma da duyur. Rabb'im, ben de Peygamber Efendimiz'in eda ettiği gibi namaz kılmak ve onu benliğimin bütün zerrelerinde duymak istiyorum.. namaz esnasında Sen'den başka bütün mülahazalara karşı kapanmayı ve tamamen namazlaşmayı arzu ediyorum.. Ne olur Allah'ım, bu lütfunu bana da nasip eyle!..'
Evet, peygamberâne bir ibadet ufkuna mazhar olmayı istemek peygamberlik istemek demek değildir. Bu talep, her hususta takip edilmesi gereken İnsanlığın İftihar Tablosu'nu ibadet hayatı itibarıyla da örnek almak ve namazda daha bir derinleşmek talebidir. Sizin bu türlü bir duanız kat'iyen boşa gitmez. Bu duada istekli ve ısrarlı olursanız, Allah sizi mahrum etmez; inşaallah o sayede maiyyete ulaşırsınız. Siz bu kadarcık bir istek izhar edince Sultan-ı Ezelî de kendi ululuğu, azameti ve rahmetinin enginliği ölçüsünde Zât'ına yaraşır bir mukabelede bulunur. Bu açıdan, meâliye müştak olmak ve ulvi hedeflere göz dikmek himmeti âlî tutmanın ifadesidir; namazı ikâme hususunda da insan hep daha yükseklere tâlib olmalıdır.

2. Namazın hakikatini idrak etme isteği kavlî ve kalbî bir duadır; bu duanın fiilî yanını ise, en başta bu mevzuda yazılmış eserleri okumak teşkil eder. Namazı şuurluca kılmak isteyen bir mü'min şayet onunla alakalı üç-beş kitap okumamış, büyüklerin bu konudaki mütalâalarını öğrenme gayretinde bulunmamış ve meselenin nazarî yanını dahi ihmal etmişse, onun bu talebinde samimi olduğu söylenemez. Öyleyse, namaz yolcusu ikinci adım olarak, gönlüne ibadet iştiyakı salacak, onu namazın nurlu iklimlerinde dolaştıracak ve mana âleminin büyüklerinin namazla alakalı engin anlayışlarını, derin duyuşlarını aktararak içine haşyet dolduracak makaleleri ve kitapları okumalıdır. Bir mü'min, Zât-ı Uluhiyet hakikatıyla, iman esaslarıyla ve ibadetlerin mana buuduyla alakalı birkaç eseri hiç olmazsa birkaç defa gözden geçirmeli değil midir? Evet, Kur'an talebeleri, Hazreti Gazalî, Hazreti Mevlânâ ve Hazreti Bediüzzaman gibi Hak dostlarının namazla alakalı mütâlaalarını ve günümüzde kaleme alınmış namaza dair makaleleri mutlaka okumalı ve konuyla alakalı müzakerelerde bulunmalıdırlar.

3. Hem kavlî hem de fiilî duada ısrarlı olma, matlubu elde etme mevzuunda kararlı ve istikrarlı bir tavır ortaya koyma ve aktif sabırla, adım adım hedefe yürüme de neticeye ulaşma yolunda çok önemli diğer bir şarttır. Namaz sevdası tâlibin gönlüne hemen düşmeyebilir; insan birkaç günde, birkaç ayda, hatta birkaç yılda namaz hakikatini duyamayabilir. Dolayısıyla, talepte ve neticeye götürecek sebepleri yerine getirme mevzuunda ısrarlı olmak pek mühimdir.
Şayet, namaz kahramanlığına adaysanız, sizi o ufka taşıyacak bütün argümanları kullanmayı ihmal etmemelisiniz. Hangi ses, hangi soluk sizi şahlandırıyor ve kalbinizi coşturuyorsa, bir kere değil, belki yüz kere aynı vesileye başvurmalısınız. Belki bir kitabı onlarca kez okumalı, bir kaseti birkaç kere dinlemeli, bir büyüğün sözlerine defalarca kulak vermeli ve oturup kalkıp hep gözünüzü diktiğiniz hedefi düşünmelisiniz. 'Olmuyor!' diyerek, yoldan dönmeyi asla aklınıza getirmemeli ve kat'iyen aceleci davranmamalısınız. Unutmamalısınız ki, bu yolda belki senelerce sular gibi çağlayacak, pek çok kayaya çarpacak, ama her an biraz daha arınacak ve sonunda ummana ulaşacaksınız
f.gülen

29 ekim öğle - Namazım - hikaye


Namazım Anneannesinin sözleri yankılandı kulaklarında:-Oğlum,namaz hiç bu vakte bırakılır mı?Anneannesinin yaşı yetmişe dayanmıştı,ama ezan okunduğu vakit yerinden sıçrar,yaşındanbeklenmeyecek bir hızla abdestini alır ve namazınıkılardı.Kendisi ise,nefsini bir türlü yenemiyordu.Hep ne oluyorsa?namaz sondakikalara kalıyor,bu sebeple namazını alelacele edâ ediyordu.Bunudüşünerek kalktı yerinden,gözü saate kaydı.Yatsı ezanının okunmasına on beş dakikakalmıştı.Başını her iki yöne pişmanlıkla sallayarak,"Yine geciktirdim namazı."dedi kendi kendine...Kıvrak hareketlerle abdestini aldı ve daha elini yüzünü tam kurulamadan kendini odasına attı.Mecburen,hızlı hareketlerle namazını edâ etti.Tesbihatını yaparken anneannesini düşünmeden edemedi..."Bu halimi görse,tatlı-sert kızardı yinebana" dedi.Çok seviyordu onu...Hele öyle bir namaz kılışı vardı ki,onu hep bir gökkuşağı hayranlığıyla seyrederdi.Namazda öyle bir mahviyeti vardı ki,hicabından renkten renge girerdi.O gün akşama kadar derse girmişti.Müthiş bir ağırlık vardı üzerinde...Duâsını yaparken,başını ellerinin arasına alıp secdeye durdu.Namazdan sonra bir süre bu şekilde tefekkür etmeyi severdi.Gözleri kapanır gibi oldu. "Ne kadar da yorulmuşum "dedi.Daldı gittiöylece...Kıyamet kopmuştu.Mahşeri bir kalabalık vardı.Her yön insanlarladoluydu.Kimi donakalmış,hareketsiz bir şekilde etrafı izliyor;kimi sağa sola koşuşturuyor,kimisi de diz çökmüş,başı ellerinin arasında bekliyordu. Yüreği,yerinden fırlayacak gibi atıyor, adeta kafesinden kurtulmaya çalışıyor,soğuk terler döküyordu.Hayattayken kıyamet,sorgu sual ve mizan hakkında çok şey duymuş ve ahiret hayatı adına bu kavramlar kendisi için köşe taşı olmuşlardı.Ama mahşer meydanındakiürperti,korku ve bekleyişin bu denli dehşet vereceğini düşünmemişti.Hesap ve sorgu devam ediyordu.Bu arada onun ismini de okudular.Hayretle bir sağa,bir sola baktı."Benim ismimi mi okudunuz?"dedi,dudakları titreyerek...Kalabalık birden yarılmış,bir yol oluşmuştu önünde...İki kişi kollarına girdi.Mahşer meydanının vazifelileri oldukları belliydi.Kalabalık arasından şaşkın bakışlarla yürüdü.Merkezi bir yere gelmişlerdi.Melekler her iki yanından uzaklaştılar. Başı önündeydi.Bütün hayatı,bir film şeridi gibi geçiyordu gözlerinin önünden...Şükürler olsun dedi,kendi kendine ve devam etti;Gözlerimi dünyaya açtım,hep hizmet eden insanları gördüm.Babam sohbetlerden sohbetlere koşturuyor,malını İslâm yolunda harcıyordu.Annem eve gelen misafirleri ağırlıyor,yemek sofralarının biri kalkıp,bir yenisi kuruluyordu.Ben ise,hep bu yolda oldum.İnsanlara hizmete çalıştım.Onlara Allah'ı anlattım.Namazımı kıldım.Orucumu tuttum.Farz olan ne varsa yerine getirdim.Haramlardan kaçındım.Kirpiklerinden aşağıya gözyaşları dökülürken,"Rabbimi seviyorum,en azından sevdiğimi zannediyorum"diyordu.Ama bir yandan da "O'nun için ne yapsam az,Cennet'i kazanmaya yetmez diye düşünüyordu.Tek sığınağı Allah'ın rahmetiydi. Hesap sürdükçe sürdü.Boncuk boncuk terliyor; sırılsıklam olmuş,zangır zangır titriyordu.Gözleri terazinin ibresindeki neticeyi bekliyordu.Sonunda hüküm verilecekti.Vazifeli melekler ellerinde bir kâğıt,mahşer meydanındaki kalabalığa döndüler.Önce ismi okundu.Artık ayakları tutmaz olmuştu.Neredeyse yığılıp kalacaktı.Heyecandan gözlerini kapamış,okunacak hükme kulak kesilmişti Mahşeri kalabalıktan bir uğultu yükseldi.Kulakları yanlış mı duyuyordu?İsmi Cehennemliklerlistesindeydi.Dizlerinin üstüne yığıldı.Hayretten donakalmıştı."Olamaaaaz."diye bağırdı.Sağa-sola koşturdu.İnanamıyordu."Ben nasıl Cehennemlik olurum?Hayatım boyunca hizmet eden insanlarla birlikte oldum.Onlarla beraber koşturdum.Hep Rabbimi anlattım."diyordu. Gözleri sağanak olmuş,titrek vücudunu ıslatıyordu.Vazifeli iki melek kollarından tuttu.Ayaklarından sürüyerek ve kalabalığı yararak alevleri göklere yükselen Cehennem'e doğru yürümeyebaşladılar.Çırpınıyordu.Medet yok muydu?Bir yardım eden çıkmayacak mıydı? Dudaklarından kelimeler kırık dökük,yalvarmayla karışık döküldü. "Hizmetlerim...Oruçlarım... Okuduğum Kur'an'lar... Namazım... Hiçbiri beni kurtarmayacak mı?" diyordu...Bağıra bağıra yalvarıyordu.Cehennem melekleri onu hiç dinlemediler,sürüklemeye devam ettiler.Alevlere çok yaklaşmışlardı.Başını geriye çevirdi.Son çırpınışlarıydı. Rasulullah(s.a.v)"Evinin önünde akan bir ırmak içinde günde beş defa yıkanan bir insanı o ırmak nasıl temizler,günde beş vakit namazda insanı günâhlardan söyle temizler" buyuruyordu."Oysa ki benim namazlarım da mı beni kurtarmayacak?diye düşünüyordu. Namazlarım...Namazlarım...Namazlarım."diye diye hıçkırdı.Vazifeli melekler hiç durmadılar.Yürümeye devam ettiler;Cehennem çukurunun başına geldiler.Alevlerin hareketi yüzünü yakıyordu.Son bir defa dönüp geriye baktı.Artık gözleri de kurumuştu.Ümitleri sönmüştü.Başını öne eğdi.İki büklüm oldu.Kollarını sıkan parmaklar çözüldü.Cehennem meleklerinden birisi onu itiverdi.Vücudunu birdenbire havada buldu.Alevlere doğru düşüyordu.Tam iki metre düşmüştü ki,bir el kolundan tuttu.Başını kaldırdı.Yukarıya baktı.Uzun beyaz sakallı bir ihtiyar onu düşmekten kurtarmıştı.Kendisini yukarıya çekti.Üstündeki başındaki tozu silkerek ihtiyarın yüzüne baktı."Siz de kimsiniz İhtiyar gülümsedi: "Ben senin namazlarınım" "Neden bu kadar geç kaldınız?Son anda yetiştiniz.Neredeyse düşüyordum."dedi...İhtiyar yüzünü gererek,tekrar güldü;başını salladı; "Sen beni hep son anda yetiştirdin,hatırladın mıSecdeye kapandığı yerden başını kaldırdı.Kan-ter içinde kalmıştı.Dışarıdan gelen sese kulakkabarttı.Yatsı ezanı okunuyordu.Bir ok gibi yerinden fırladı.Abdest almaya gidiyordu

28 Ekim 2011 Cuma

29 ekim sabah - hayat beş vakittir


Hayat (benim için) beş vakittir


Şeyh Galib insan için "Hoşça bak zâtına kim zübde-i âlemsin sen" der. Yani insan küçük bir kâinattır. Ve insanlığın babası ilk insan, ilk peygamber Hz. Âdem, elif ile başlar. Elif, Adem’in şahsında ayakta duran canlıların yerini tutar. Dal harfi hayvanattan rükû halinde olanları, mim ise sürüngenleri temsil eder. Bu üç tür varlığın vaziyetleri de namazda toplanmıştır. (Kıyam, rükû ve secde) Ve Müslüman, namaz kılmakla, namazda "Ancak sana ibadet ederiz ve ancak senden yardım dileriz" demekle bütün bu varlıkları da seslendirdiğini zımnen ifade etmiş olur.


Dünya hayatı güneş merkezlidir


Dünya hayatı güneş merkezlidir ve güneş sadece hayatın değil; ibadetin de ölçüsünü verir. Belki güneş sadece ibadet ve hususiyle namaz için yaratılmış gibidir. Bunun dışındaki fonksiyonları tali fonksiyonlardır. Güneşin doğması ile hayatın (ibadetin) başlaması ve namazın bu iki olayı birleştirmesi dikkat çekicidir.
Gece gebe bir kadındır.
Gebelik ile bizim yaşadığımız kâinatın karanlığı aynı şeye işaret eder. Çünkü çocuk, ana rahminde; insanoğlu dünya gezegeninde karanlıktadır. Ve doğum yaklaşmaktadır. Sancılar artmış, hasta doğumevine kaldırılmıştır. Güneş, bizimle beraber "nur topu" gibi doğar.
Biz anamızdan 'doğarız'; güneş de ‘doğu'dan yani kainatın rahminden.
Doğum tarihimiz günü ve saati ile çok önemlidir. Güneşin doğacağını müjdeleyen fecr-i sâdık belirmişse şükür secdesine hazır olmalıyız. Bu, sabah namazıdır. Namazla hem biz doğarız yeniden, hem doğacak olan güne karşı duamızı okuruz.
Esenlik dileğimizdir.
Gün/doğum ibadetle başlamıştır.
Ve gün doğmadan neler doğmuştur.


Öğle namazı sıcak bir olgunluktur


Doğarız ve bir "gün(eş)" ile birlikte çocukluğumuz da başlar. Güneş tepemize doğru dikilmeye yol alırken biz çocukluğumuza doğru koşarız. O, tepeye çıkıncaya kadar sıcaklığı ile olgunlaştırır bizi; renk ve tat katar bize. Öğle namazı sıcak bir olgunluktur: Ve şükrü gerektirir. Ezan zaten bizi çağırmaktadır.


Gölgemiz uzar, ömrümüz kısalır


İkindi, ihtiyarlığın alâmetidir. Gölgemiz uzar, ömrümüz kısalır. Bizimle birlikte güneş de fer'ini kaybetmiş, güçten, takatten kesilmiştir. Siması sararmıştır güneşin, benzi solmuştur. İkinci gün gelmeyebilir.
Hemen kapanmalı secdeye : İkindi namazı.
Gerçekten öyle olur ve güneş bizi terk eder. Vakit sekerat-ı ölümü işaret eder. Her iki mânâda 'dünyamız' kararmıştır. Güneşimiz batmış, yıldızımız sönmüştür. Kıyamet kargaşasıdır yaşanılan. Korku ve heyecan ile tekrar ineriz secdeye.


Akşam namazı hasta ruhlara şifadır.


Uykuda maveraya uçarız ruhumuzla



Yatsı, ölüm sonrası, kabir hayatıdır. Siz buna arasat da diyebilirsiniz; bilenler isterse berzah âlemi de diyebilir. Artık bizim için yeni âleme açılış başlamıştır. Meçhûlün kapısını çalmak için elimizde tek âsâ vardır. Uyku ve rüya. Uykuda maveraya uçarız ruhumuzla. Bazen bir beşaretle döneriz oradan. Sabah gibi âyân olur gördüklerimiz. Hatta sabahı görürüz rüyamızda. Öyleyse namazla girmek gerekir uykuya. Dünyadan çıkacaksak bu girişimiz gibi olmalıdır. Namazla. Yatsı namazı bizi teheccüde kadar götürür ve teheccüdün kollarına bırakır.


Sabahı severiz ve ümit ederiz.


Çünkü biz diriliş erleriyiz ve yeniden dirilişe inanırız. Bir an önce diriliştir beklediğimiz. Ölümün kardeşi uykudan uzaklaşmak isteriz. Güneşi karşılamak, yeniden doğuşa şahit olmaktır niyetimiz. Sabah secdesi (namazı) ile doğuşumuz yeniden başlayacaktır.


Kamil Yeşil

27 Ekim 2011 Perşembe

28 ekim yatsı - namaz ve hayatın inşası

Hayatımızın inşasında namazı çok önemli bir unsur olarak öne çıkarırsak, hayatımıza olan etkilerini ve sonuçlarını görmek mümkündür. Bakın bir insanın hayatını namaz inşa ederse, ortaya nasıl bir mü’min tipi çıkıyor, görelim.
“Mallarından, isteyene ve mahrum kalmışa hak tanırlar,
Ceza ve hesap gününün doğruluğuna inanırlar,
Rablerinin azabından korkarlar,
Namuslarını korurlar,
Emanetlerine ve sözlerine riayet ederler,
Şahitliklerini dosdoğru yaparlar,
Namazlarını korurlar,
İşte bunlar, Cennetlerde ağırlanacak olanlardır” (11)
Salât, kelimesinin türevlerinden biriside “korumak” anlamına gelmektedir. Namazın insanı, korumak gibi bir fonksiyonu da vardır. Bu hem bu dünya için, hem de ahiret yurdu için geçerlidir. Bizleri, iki dünyada da kurtaracak ve koruyacak olan bir namaza ne hakla “kılalım da kurtulalım, üzerimizde yüktü, attık ve kurtulduk” diyebiliriz. Yükü atıp, kurtulmak terk etmektir. Namazı terk edenlerin akıbetleri ortadadır. Zırha sarılırsak bizi koruyacaktır, bir kenara atılan zırh, bize ne yapsın?
“İman edip, iyi işler yapan, namaz kılan ve zekât verenler var ya, onların mükâfatları Rableri katındadır. Onlara korku yoktur, onlar üzüntü de çekmeyeceklerdir.(12)
Bir yerde, korkudan ve üzüntüden bir eser yoksa orada güven vardır, huzur vardır. Böyle bir yerde insan, İlahi bir koruma altındadır. Yukarıdaki ayette Rabbimiz namazı, ilahi bir koruma ve güven duygusuyla ilişkilendirmiştir.
Yukarıda da belirttiğimiz gibi; iltifat marifete tabidir. Bu iltifat edenin merhametli olan Allah olması bize yetmez mi? Bakınız merhametli olan Rabbimiz, namazı nasıl da rahmetiyle ilişkilendirmektedir.
Namazı kılın, zekâtı verin; Peygambere itaat edin ki merhamet göresiniz”.(13)
Geliniz, hep beraber, bihakkın yerine getireceğimiz namazlarımızla cennetlerimizi inşa edelim. Vesselam veddua...

28 ekim akşam - an/sabır istikbal/dua ve namaz/destek

Namaz, yaşanan anı ve istikbali inşadır. Bu nedenle namazı, geçmişe dönük bir eylem gibi algılamak doğru bir anlayış olamaz.; çünkü Allahın kulunu hatırlaması, kulun Allah’tan yardım alması demektir. Oysa yardım, içinde bulunduğumuz an ve gelecek için geçerlidir. Bunun içindir ki, namaz mü’minin kendisine yardım etmesidir.
“Sabır ve namazla Allah’tan yardım isteyiniz.”(10)*

28 ekim ikindi - namaz ve kötülük

“Yavrucuğum! Namazı kıl, iyiliği emret, kötülükten vazgeçirmeye çalış, başına gelenlere sabret. Doğrusu bunlar, azmedilmeye değer işlerdir”.(8)
Namaz kılmanın, iyiliği emretmenin, kötülüklerden vazgeçirmeye çalışmanın bedelleri olacaktır; bunun için Mü’min demek, bedel ödemeye hazır delikanlı adam demektir. Bu delikanlı Mü’minlere Rahmanın bir müjdesi vardır:
“Mü’min erkeklerle Mü’min kadınlar birbirlerinin velileridirler. Onlar iyiliği emreder, kötülükten alıkorlar, namazı dosdoğru kılarlar, zekâtı verirler, Allah ve Rasulüne itaat ederler. İşte onlara, Allah rahmet edecektir. Şüphesiz Allah azizdir, hikmet sahibidir”.(9)

28 ekim öğle - namaz ve kitap


Namazın en önemli tezahürlerinden birisi, hayata bakan yönünü kavrayabilmektir. Bu kavrayış genelde ibadetlere, özelde namaza aşık olmayı gerektirmektedir. Aşık, maşuku için her şeyi göze alabiliyorsa ve maşukunu hayatın olmazsa olmazı olarak görüyorsa, bir mümin olarak bizlerde namaza aşık olmalıyız ve onu hayatın olmazsa olmaz rükünleri arasında görmek durumundayız.
Peki, namazın hayata bakan yönü nasıl olmalıdır sorusunu yönelttiğimizde cevap Rabbimizden gelmektedir.
“Rasulüm, sana vahyedilen kitabı oku/takip et-izle ve namazı kıl. Muhakkak namaz hayasızlıktan ve kötülükten alıkoyacaktır. Allah’ıı anmak, elbette ibadetlerin en büyüğüdür. Allah yaptıklarınızı bilir”.(1)


Kitaba sımsıkı sarılıp, namazı dosdoğru kılanlar var ya, işte biz böyle iyiliğe çalışanların ecirlerini zayi etmeyiz”.(7)
Kitaba sımsıkı sarılmak, onu takip etmek, izlemek, onun öngördüğü hayatı yaşamak demektir. Bu hayatı yaşarken, bir takım güçlükler ve sıkıntılarla karşılaşmak mümkündür. Bütün Peygamberler ve inananları, bu olumsuzlukları yaşamışlardır. Bunun en bariz örneğini, Hz. Lokman’ın oğluna yaptığı vasiyette görmekteyiz.
“Yavrucuğum! Namazı kıl, iyiliği emret, kötülükten vazgeçirmeye çalış, başına gelenlere sabret. Doğrusu bunlar, azmedilmeye değer işlerdir”.(8)

28 ekim sabah - peygamberimiz namaz ve biz

Hiç düşündük mü, acaba peygamberlerin ne gibi özellikleri vardı? Bu gün bizler o özellikleri taşıyabilir miyiz? Bu soruyu Kur’an’a sorduğumuzda alacağımız cevap, Peygamberi özelliklerin müminlerden hiçte uzak olmadığı şeklindedir.
“…Onlara, çok merhametli olan Allahın ayetleri okunduğunda, ağlayarak secdeye kapanırlardı.(6)
Burada secdenin-namazın- insana, göz ve gönül hoşnutluğu verdiğini görmekteyiz. Zira, Peygamberler için geçerli olan bu tavır ve davranış bizler için de geçerlidir. Peygamberlerle aynı özellikleri taşımak, erdemlerin en yücelerindendir. Tüm Peygamberler, insanları Allahın ilkelerine sımsıkı sarılmaya ve iyiliği yaymaya çağırmışlar ve bu yüce değerler için mücadele etmişlerdir. Rabbimiz, bu uğurda çalışanların ecirlerini zayi etmeyeceğini vaat etmektedir.

27 ekim yatsı - anmak

Namaz, Allah’ı anmak için yapılabilecek ibadetlerin en müstesna burçlarındandır. Yüce Rabbimiz, Musa Peygamberimize seslenerek:
Muhakkak ki ben, yalnızca ben Allahım. Benden başka ilah yoktur. Bana kulluk et, beni anmak için namaz kıl”.(4)
Biz, Rabbimizi anmak için hakkıyla namaz kılarsak, Rabbimiz de bizi anacaktır, bir kul için Rabbi tarafından anılmaktan daha güzel ne olabilir ki? İltifat marifete tabidir der büyüklerimiz. Anarsak, anılacağımızda kuşku yoktur; çünkü bu Rabbimizin bir vaadidir.
Öyle ise beni anın ki, ben de sizi anayım…(5)

27 ekim akşam - namazın günah silici özelliği

NAMAZIN GÜNAHLARI SİLİCİ ÖZELLİĞİ
Namaz, günahlarımızı siler mi? Eğer hayatımızı, namazdan önceki ve sonraki hayat diye kategorize edersek, namazdan önceki hayatımızda yaptığımız bir takım davranışları ve hataları, namazdan sonraki hayatımızda yapmıyorsak veya yapamıyorsak, işte bu durum, namazın günahları ve hataları silmesidir; çünkü artık namazlı bir hayatımız var ve namazımız o hatalara dönmemize fırsat vermemektedir.
Gündüzün iki ucunda, gecenin de ilk saatlerinde namaz kıl. Muhakkak ki iyilikler kötülükleri ve günahları giderir”.(2)
Bu ayetten anlamamız gereken geçmiş günahların silinmesinden öte, bundan sonra o günahlara dönmemeyi, onları bir daha yapmamayı anlıyoruz. Bu ifademizi biraz daha somut ve anlaşılır kılmak için şöyle bir örnek verebiliriz. Bir futbol müsabakasında 1-0 yenik durumdayken yapılacak iş, beraberliği yakalamaktır. Beraberliği yakalamak, yeniliyor olmamak veya maçı kazanıyoruz anlamına gelmez, zira maç devam ediyor. Maçı kazanmak için skoru 2- 1 yapmak lazım. Tabiî ki maçı kazanmış olmak, yenilen golü silmek anlamına gelmez. Yenilen golü silemeyiz; fakat daha fazla gol atarak, yenilen golün etkisini zayıflatabiliriz.
İbadi eksikliklerimizi, kabahatlerimizi silemeyiz,; ancak daha fazla ve hakkıyla ibadet edersek, o, kabahatlerimizin etkilerini zayıflatabiliriz.Yani bizim yapabileceklerimiz bir yere kadardır.Bundan sonrası Tevvab olan Rabbimize aittir.
Ancak tevbe ve iman edip iyi davranışta bulunanlar başkadır; Allah onların kötülüklerini iyiliklere çevirir. Allah çok bağışlayıcıdır, engin merhamet sahibidir.(3)

26 Ekim 2011 Çarşamba

27 ekim ikindi - Namaz Dirilişe çağrıdır

Kitabın Adı : Namaz Dirilişe Çağrı
Yazarı : Ahmed BULUT
Sayfa Sayısı : 160
Fiyatı : TL
Açıklama :
Neden Namaz? Çünkü namaz, imandan sonra Rabbimizin en çok üzerinde durduğu bir ibadettir. Hz Peygamberin hayatının ayrılmaz parçasıdır. Namaz hayatın ta kendisidir. Hiç bir şekilde terkine izin verilmemiştir. Buna rağmen günümüz Müslümanlarının en çok ihmal ettiği kıymetini bilemediği bir ibadettir. Dolayısı ile karşımıza iki sonuç çıkıyor: Namazını kılamayanlar ve kıldığı halde gereken önemi veremeyenler."

27 ekim öğle - Nasıl namaz

Kitabın Adı : Nasıl Namaz
Yazarı : Vehbi KARAKAŞ
Sayfa Sayısı : 102
Fiyatı : TL
Açıklama :
Namaz bir zırhtır, bir kalkandır. Namaz, insanı maddi ve manevi birçok bela ve musibetten, görünür görünmez düşmanlardan ve fuhşiyattan, hastalık ve sair afetlerden korur. İnsan bu zırhtan, bu kalkandan hiç uzak kalmamalıdır. Çünkü insanın her an korunmaya ve cismine takılan dünyalardan pahalı cihazlarını korumaya ihtiyacı vardır. Namaz bizim korumamızdır; korumasız gezmeyelim

25 Ekim 2011 Salı

27 ekim sabah - niçin namaz


“Kul” olmanın, doğal sonucu ubudiyettir…
“Abdullah” kalmanın tek yolu; ibadettir…
Yaratılışın temel amacı, kulluktur…

“Ben cinleri ve insanları yalnızca bana ibadet etsinler diye yarattım.”(Zariyat-56)

Söz konusu olan ibadetlerin şahı ise namazdır… Yani salih amellerde zirve yapmaktır…

Namaz, en kapsamlı ibadetler bütünüdür… Diğer ibadetlerin mutlaka bir şekilde namazda yansıması vardır… Yani oruç, hac, dua, zikir, tefekkür, tilavet hepsini görebiliriz.

Yerde ve göklerde her şey Allah’ı tesbih eder… İşte namaz hepsini bünyesinde toplamıştır.

Dağların dikey, hayvanların yatay, bitkilerin kökleri toprakta baş aşağı halleri; namazın kıyam, rüku ve secdesine işaret etmiyor mu? Kâinatın ibadet modelini tefekkür ettiğimizde sanki namazın açılımı karşımıza çıkıyor…

26 ekim yatsı - baraj sorusu


Dünya hayatında namazın önemi tartışmasız ortadayken, kıyamet hayatında da ilk sorgu namazdan olacaktır… Baraj sorusu namazdır… Bu sorgudan geçebilenin hesabı kolaylaşacaktır… Bu konuda takılana sonrası için geçit oldukça zordur…

O halde bu günden namazı kurtarmak lazım… Yatırımı namaza yapmak gerekiyor…

Hem ahiret necatı, hem de dünya felahı ve ferahlığı için namaz diyoruz…

26 ekim akşam - namaz için


Rasulullah(sav)’ın bedduadan imtina ettiğini biliyoruz. Fakat bunun bir istisnası vardır. O da Hendek savaşında müşrikler ikindi namazını kılma fırsatı vermediler bunun üzerine Efendimiz(sav) onlar hakkında:
“Onlar nasıl güneş batıncaya kadar uğraştırıp bizi orta(ikindi)namazından alı koydularsa, Allah da onların evlerine, karınlarına ve kabirlerine ateş doldursun.” diyerek beddua etti, ilendi. (Buhari-müslim)

26 ekim ikindi - namaz farklıdır


İslam’ın bütünlüğü içinde namazın önemini incelediğimizde tartışmasız bir gerçekle karşılaşırız; namaz farklıdır…

Bir defa tüm geçmiş şeriatlarda da namazın olduğunu görüyoruz… İslam alimleri namazın terki dışında hiçbir ibadetin terkini küfür saymamışlardır.

Mekke döneminde emredilen tek ibadet namazdır… Diğer ibadetler Medine döneminde emredilmiştir. Oruç, hac, zekat, savaş gibi…

26 ekim öğle - namaz sadece bedeni hareket değildir



Namaz, sadece bedeni hareketlerden ibaret değildir. Kalbin, dilin, aklın, bedenin, ruhun iştiraki ile geçekleşen bir ibadettir…

Beden; kıyam, rükû ve secdededir…

Dil; tekbir, hamd, zikir, tesbih, istiaze ve istianededir…

Akıl; tefekkür, idrak ve muhasebededir…

Kalp; huşu ve haşyet arayışındadır…

Ruh; doyum ve dolum seansında inşirah ve itminan peşindedir…

24 Ekim 2011 Pazartesi

26 ekim sabah - şuurlu namaz gerçek hazine olan ahlakı kazandırabilecek bir hazinedir.

 
Namaz ahlakı güzelleştiren keşfedilmeyi bekleyen bir hazinedir.

Namaz hazinesini keşfetmeye başladıkça, onun ahlakı nasıl güzelleştirdiğini anlamaya başlarız.

25 ekim yatsı - şuurlu namaz kişiye sabır, metanet, azim, dirayet kazandırabilecek bir kapasitedir



“Sabır ve namazla ALLAH’tan yardım dilemeye”namazla alışan bir kişi, her namazında “Yalnız sana ibadet eder yalnız senden yardım dileriz” diyerek sabır ahlakını gönlüne hapseder. Sabırla hayatın zorluklarına karşı metanet, azim ve dirayetle yaklaşır.

25 ekim akşam - şuurlu namaz kişiye sorumluluk bilinci aşılayabilecek bir kapasitedir.


Her namazında “O hesap gününün sahibidir” ayetini hisseden bir kul, yapacağı her iyiliğin ve kötülüğün hesabını vereceği bilinci içerisinde ALLAH’a ve insanlara karşı vicdanlı olmaya çalışır. Hatalarını tekrar etmeme yeteneğini kazanan insan, ALLAH’a ve insanlara karşı sorumluluğunun da bilincindedir

25 ekim ikindi - şuurlu namaz kişiye hoşgörüyü kazandırabilecek bir kapasitedir


Hatalarına ve isyanlarına rağmen kendisini huzuruna namazla davet eden Rabbi’nin hoşgörüsünü gören bir kul, namaz sayesinde hoşgörüyü öğrenir.

25 ekim öğle - şuurlu namaz kişiye emin sıfatını kazandırabilecek bir kapasitedir


Her namazda “Rabbim beni, annemi-babamı ve bütün inananları hesap gününde bağışla” duasıyla Rabbi’nin kendisini bağışladığını hisseden bir insan, engin bir hoşgörüyle insanları bağışlamayı tecrübe edebilir. Rabbimiz “namaz kılan kimselerin emanetlerine riayet edeceklerini, şahitlikte dürüst olacaklarını” vurgular. Namaz hazinesini keşfeden bir insan, “Rabbimiz bizi doğru yola hidayet et” diyerek emanete riayette, şahitlikte ve hayatın her aşamasında dürüst olmaya çalışır.

23 Ekim 2011 Pazar

25 ekim sabah - şuurla kılınan namaz kişiye tevazuu nakşedebilecek bir kapasitedir


Rukû’da “yüce olan Rabbimi kullara ait bütün eksik sıfatlardan uzak tutarım” diyerek Rabbi’ne karşı saygı içerisinde eğilen kul, insanlarla ilişkilerinde de mütevazi davranmaya çalışabilecektir. Secdede Rabbi’ne olan tevazuun zirvesini hisseden bir kul, insanlara tevazuda da zirveyi yakalayabilir. Rabbimiz “namaz kılan bireylerin iffetlerini koruduklarını” ifade eder.

24 ekim yatsı - Namaz kişiyi biz şuuruna ulaştırır


Akla ve sağduyuya aykırı her fiilden “bizi doğru yola hidayet et” diyerek uzaklaşmaya çalışan namaz kılan bir kişi, böylece sosyal ve ahlaki değerleri koruma hassasiyeti kazanır. Namaz kılan insanların namaza devamlarının akabinde en önemli özelliklerinden ikincisi, “mallarında dilenen ve dilenmekten utanan fakir insanlar için hak olduğuna” inanmalarıdır.

24 ekim akşam - Namaz kişiyi bütün insanlık ailesiyle buluşturabilir bir kapasitedir


Namaz esnasında Rabbi ile her şeyi paylaşan, “bize dünyada da iyilik ver ahirette de iyilik ver ve bizi ateş azabından koru”
diye duada bulunan insan, bütün insanlık ailesiyle sevgisini, ilgisini, bilgisini ve malını paylaşabilir.

24 ekim ikindi - Namaz kılan Rabbi için vakti gözetir


Namaz hayat ve disiplin programı olarak vakti ve hayatı düzenler. Bu gerçeği Rabbimiz “şüphesiz ki namaz, inananlar üzerine vakitli olarak farz kılınmıştır” ayetiyle belirtmiştir. Namazla zamanını ve çalışmasını programlayan kişi, Rabbiyle beraber olmanın hazzını yaşar.

Namaz kılan Rabbi için vakti gözetir, dolayısıyla her an aklının bir köşesinde namaz vardır, Rabbi için namaz vardır, Rabbi vardır.