30 Haziran 2011 Perşembe

1 temmuz yatsı - Bilale

Bilali Habeşi mp3 dinle/kaydet

Kesif bir kuşatılmışlığın içinde çırpınmanın yorgunluğudur üzerimizdeki. Kasırgalar, zayıf bedenimizi oradan oraya çarpıp durmakta. Nicedir güneşe hasret gözlerimiz ufku tarıyor umut içinde.Uzayan bu gece ne zamana dek?Ne zamana dek sürecek güneşe hasretliğimiz ey Bilal?

Kalbimiz çelik bir mengeneyle sıkılıp duruyor. Necis ayaklar sinelerimizi çiğnemekte. Küfrün kirli pençeleri gırtlağımızı sıkıyor acımasızca. Boğulduk boğulacağız, daha ne duruyorsun ey Bilal? Ferahlat bizi, en hüzünlü anlarında ferahlattığın gibi Sevgililer Sevgilisini.

Garip bir zamanın çocuklarıyız. İman, elimizde bir kor parçası, yakıyor inan. Sırtımızda ateşten bir gömlek, giymek ne zormuş ey Bilal! Ahir zamanmış içinde yaşadığımız. Ve bundanmış demek sünneti ihya etmenin fazileti. Dağlar gibi belaların altında eziliyoruz! Lut (as)’un çaresizliğidir an be an yaşadığımız. Erihna ya Bilal, sabahın yakın olduğu müjdesi bize de verilsin.


Küfrün necis eli, en kutsal değerlerimize bile dokunmanın cür’eti içinde. Necaset gözlüğüyle görenler, örtüsüne tahammül edemiyor bacılarımızın. İnancını yaşamak isteyenlere ha bire daraltılıyor dünya. Bundan daha acısı da ey Bilal, kabahat işleyen insanların suçluluğu var inançlı insanlarda. ‘Ehad!’ diyecek insanları ne çok özlüyor gözlerimiz, bir bilsen! Erihna ya Bilal, dağ taş göğsünü gere gere İslam’ını haykırsın.

En vahşi işkenceler üzerimizde denendi. Bileklerimizden kelepçeler hiç eksilmedi inan. Esaretin hüzünlü kokusu ilmek ilmek genlerimize dokundu. Kanlarımızla karılıyor harcı, karanlık hücrelerin. Karanlık ve soğuk, zehirli akrepler gibi etlerimizi ısırmakta. Rüyasına tabir isteyen arkadaşlardan da yoksunuz şimdi, ey Bilal! Züleyhalar çoğaldı, haddi hesabı yok kaprislerinin. Erihna ya Bilal, Yusuf (as)’u vezirliğe götüren yol bize de açılsın.

Eriyip gidiyoruz bir kardeş kavgasının içinde. Sen-ben mücadelesinin üzerine kuruluyor bütün hesaplar. Gücümüz tükendi birbirimizle uğraşmaktan. Dağılıp parçalandık, bölünüp yutulduk. Sonra da azgın iştahlıların kursağında yem olduk. İmanla fethedilen topraklar bir bir çıktı elimizden. Kardeşliğimizi unutalı üşüştü üzerimize çakallar. Köleler konumuna düştük kendi vatanımızda. Erihna ya Bilal, uhuvvet anlamını bir kez daha bulsun.

Kutsal bildiğimiz beldelerin hepsi işgal edildi. Mallar talan, canlar heder edildi. Oluk oluk kan akıyor mescidlerimizden. Oturup seyrettik kadınlarımızın namusuna el uzatılırken. ‘Bana dokunmuyor ya, yılan bin yıl yaşasın’ dedik. Kanıksamış gözlerle seyrediyoruz, biliyor musun çiğnenirken ırzlar. Ölüm sessizliğiyle izliyoruz Kudüs’ün, Mescid-i Aksa’nın harabiyetini. Erihna ya Bilal, Ben-i Nadr’i dize getiren gayret bize de verilsin.

En azgın belaların ortasında yapayalnız kaldık. Bizi bağrına basacak bir Habeş ülkesi, adaletine güveneceğimiz bir Necaşi yok bugün. Yüzümüzü nereye çevirsek, yeryüzü daralıyor üzerimize. Vatan olacak bir Yesrib’e, evini paylaşacak Ensar’a büyüyor hasretliğimiz. Nereye dönsek Taif yüzlüler çıkıyor karşımıza. Üzerimize ha bire taşlar atılıyor sefih ellerden. Sığınacağımız ne bir bahçe, ne de haklılığımızı ikrar edecek Ninovalı Addas var. Resul (as)’ün hüzün ve şikâyetini daha iyi anlıyoruz şimdi. Erihna ya Bilal, Cebrail (as) dağlar meleğini bir kez daha getirsin.

Eskisi gibi net değil saflar ey Bilal! Azizler tard edilip sefihler azizliğe soyundular. Tarumar edildi emanet ehliyetsizlerin elinde. Başımıza en radikal dindar kesildi çatal dilliler. Öncü diye takdim edildi İbn-i Selul’ün, Baura’nın torunları. Dinden nasibi olmayanların dilinde en temel farizalar bile tartışılır oldu. Hiç utanmadan, pervasızca değerlerimizi küçümsedi âlim bildiğimiz şahsiyetler. Durup izliyoruz bütün bunları bağlanan ellerimiz, gem vurulan dillerimizle. Temeli takva ile atılan mescitlerin yerinde yeller esiyor. Nifakın konuşulduğu mekânlar daha revaçta şimdi. Erihna ya Bilal, daha ne duruyorsun? Öyle bir ferahlat ki, fitne kokan mekânlar bir bir yıkılsın, münafıklar secdeye kapansın.

İman sahipleri sıkışıp kaldı yüzlerce tercih arasında. Dünya mı, ahiret mi önceliği zorluyor bizi. Firavun daha bir pervasız şimdi elimizden düşeli asâ. Ateş dolu hendeklerin başında bekletiliyoruz kahkahalar arasında. İbrahim (as)’in tevekkülünden yoksunluğumuz daha bir kudurgan yapıyor ateş sahiplerini. Erihna ya Bilal, ateş bir kez daha serin ve selamet olsun.
Hançereni yırtarcasına yükselt sesini yeniden, insu cin duysun tekbirlerini. Bizi de ağlat, Kudüs’te, Ömer (ra) ve arkadaşlarını ağlattığın gibi.

Üzerimizdeki ölü toprak silkelensin, kırılsın boynumuzdaki esaret zincirleri. Kâinata meydan okuyan iman bir kez daha dolsun sinelerimize. İmdadımıza gelsin yeniden Cebrail (as)’in önderliğinde melekler, kalplerimize sekineyi indirsin. Kâfirin kalbi bir kez daha çatlasın, “Yürü ya Hayzum!” nidasıyla.

Fetih Suresi’nin indiği ortamı yaşatsın bize ezanın. Bir öndere olan ihtiyacımız sinelerimizi dağlamasın artık. Erihna ya Bilal, Resul (as)’ün ardı sıra bağladığımız saflar yeniden sıklaşsın.



Selam ve Dua ile…
Alıntı

1 temmuz akşam - Erihna ya bilal!



Öyle bir çağki;nefisler efendi, ruhlar köleydi.Ruhları efendileşen zahirde köleler, yine aynı bu çağda husule geldi.'Ehad(c.c) Ehad (sav) uzanan sonsuzluk namesi hakiki efendiliğin yolunu gösteriyordu.Renkleri,ırkları,lisanları ne olursa olsun gönüllerde hep o ilahi söz yankılanıyordu.

LA İLAHE İLLALLAH MUHAMMEDEN RASULULLAH.

Bu sözün cazibesine kapılanlar,hakikat güneşi Muhammed (sav)'in nuru etrafında pervane olup, yanıp tutuşanlar hep...Ve dedilerki;

Aşkın bir gök gibi yayılır göğsümüze Ya Rasulallah!
Umutlar filizlenir,bahar gelir yeryüzüne Ya Rasulallah!
Cuşa gelir,cezbelenir cümle canlar,
Can verir cemalin seyrine Ya Rasulallah!

cemalin seyrine defalarca can vermeye hazır olanlardan biri,rengini ve sevdasını Kabenin örtüsünden alan güzide sahabi Habeşli siyahi köle Bilal (ra) idi...Seyyidül müezzini Bilal (ra),cemalini seyre doyamadığı o gül yüzlü güzel(sav) bülbülü nalanıyla aynı zamanda Medine'ye hicrette sonsuzluk şarkısını ilk defa o söylemişti.Mekke semalarında islamın zafer nidalarını seslendiren yine onun latif sedasıydı.Aşıkları mutlak sevgilinin huzuruna davet eden çağrı O'nun sesiyle yankılanmıştı yıllarca Medine semalarında.İnsanlığın manevi yükünü üzerinde taşıyan ümmetinin sevdalısı Nebiyyi Muhterem (sav) zaman zaman kendisine 'ERİHNA YA BİLAL!'(bizi ferahlat Ya Bilal!) diyerek birşeyler okumasını isterdi.Bilal'i çoşturan en büyük istek bu olsa gerekti.Maşukun huzurunda O(sav)'na seslendirmek ne büyük saadetti.

O bu meclislere o kadar alışmıştıki O(sav)'nun sesini duymadan ,O(sav)'nun kokusunu almadan,O(sav)'nun gül yüzüne bakmadan şakıyamıyordu artık.En büyük korkusu Kainatın Efendisinden ayrı kalmak,O(sav)'den ayrı düşmekti.Her acıya katlanmış, her türlü işkenceye tahammül etmişti.Ama böyle bir acıya tahammülü yoktu.Nitekim Kainatın Gülü (sav) solduğu vakit bülbülüde derin bir sessizliğe büründü.Artık bu yerlere sığamıyordu"


Daha dokunmadan kurudu irem
Çöllere bir türlü yağamıyorum
Siyah gözlerine benide götür
Artık bu yerlere sığamıyorum


Gitmek istiyordu Bilal (ra)...Gitmek...İçinde bir an evvel şehadete erişip sevgiliye kavuşma arzusu vardı.Ebu Bekir (ra)'den izin istedi.Halife gözleri dolu dolu Bilal'e sordu;
'Sen gidersen kim bize ezan okuyacak Ya Bilal?'
Bilal (ra) göz pınarlarında kaynayan elem dolu yaşlarla cevap verdi:
-Ben Allah Rasulünden (sav) sonra kimse için ezan okuyamam.
Halifenin izniyle Medineden ayrılan Hz. Bilal (ra) ömrünün kalan kısmını Şam'da geçirecektir.Seven ile sevilen, aşık ile maşuk arasında anlaşılması güç cazibe vucuda gelir.Hasret her iki tarafıda yoklamaktadır.Hz Bilal (ra) mana aleminde aşkıyla yanıp tutuştuğu sevgililer sevgilisini (sav) görür.Kainatın Efendisi (sav) Bilal'i huzuruna davet eder.Sanki
'ERİHNA YA BİLAL!' demektedir.Bu davet Bilal (ra)'ı sevinç gözyaşlarına boğar.Bilal'in kalbi yerinden fırlayacakmış gibi hızla atmaktadır.


El etsen ırmaklar yollara düşer
Gül geri döner gülşenine Ya Rasulallah!
Ay örtülere bürünür bulutlar yürür peşinden
Güneş bin bende olur bir şem'ine Ya Rasulallah!


Gül gülşenine dönmektedir...Bilal'in ayrılırken hissettiği bir an evvel uzaklaşma duygusu, şimdi biran evvel kavuşma iştiyakına dönmüştü.Bilal (ra) ile birlikte sanki bütün mevcudatın acelesi vardı.Yollar bile bir başka uzanmaktaydı.


Bilal'in (ra) nasır tutmuş mübarek ayakları altında Medine...Ana şehir! Yar şehir!Canan şehir can şehir!Peygamber-i Zişana kucaklar açan şehir!Kutsal belde şimdide Bilal'i kucaklamaya hazırlanmaktadır.Özlemin neşeye, ayrılığın vuslata,sıkıntıların vuslata dönüştüğü yolculuk nihayet bulmuştu.Halife Hz. Ömer (ra), Bilal'in dönüşünü işitmiş, namaz vakti ondan ezan okumasını istemişti.Vakit aşığın yürek yangınını maşuka sunma vaktidir.Yıllardır susan bülbülün şakıma vaktidir.Bilal(ra) her zamanki yerine çıktı ve ezan okumaya başladı.Medine halkı Bilal'in sesiyle birlikte sokaklara döküldü.Küçük-büyük,genç-ihtiyar,kadın-erkek,herkes mescidi Nebeviyye koştu.Medinede yer yerinden oynamıştı.Bir duygu sağanağı, bir gözyaşı seliki;Bilal'in etrafında halka halka toplandı.Sahabe adeta Rasulullah (sav)'ın devrini yaşıyordu.Sanki Allah Rasulü (sav) Bilal(ra)'ın sesiyle onlara sesleniyordu.Medine halkı vecd içinde 'Hoş geldin Ya Bilal!Hoş geldin Ya RasulAllah!'diyorlardı.Bilal (ra) ezan okudu.Onlar ağladılar.Onlar ağladılar.Bilal (ra) okudu.Ağladılar...Ağladılar...Ağladılar...Daha önce hiç ağlamadıkları kadar ağladılar.İçlerinden en çok ağlayan ise Halife Hz. Ömer'di.


Asırlardır okunan ezanlar hep Rasulullah(sav)'ın özlemini taşımaktadır.Her müezzin bunalan ümmetin
'ERİHNA!' TALEBİNE CEVAP VERMEKTEDİR...
Mustafa Demirci'nin AŞK KAĞIDA YAZILINCA adlı kitabından

1 temmuz ikindi - ey bilal bizi ferahlat


Peygamber (S.A.V)  "Ey Bi­lal bizi onla ferahlat. Diye emrederdi ve namaz gözümün nuru oldu derdi."

Bilali Habeşi mp3 dinle/kaydet

İşte asrı saadette bir gün, kâinatın kalbi olan Medine'de, kainatın övünç kaynağı Allah Resûlü (sallallahu aleyhi vesellem) konuşuyor: “Erihnâ Ya Bilal”(Ezan ile bizi ferahlandır)

İşte Hazreti Bilal (radıyallahu anh) ezan okuyor ötelerden...

Aman Ya Rabbi! Keşke bir kez duyabilseydik, Allah Resûlü'nün müezzininden bu muhteşem sedayı.

Ey mübarek sedâ-yı Dâvûdî!
Muhteşem ezan, ezanım, ezanımız; o gün de ferahlattın sineleri, bugün de seninle ferahlıyor mahzun yürekler, susamış bağırlar.

Yüreğim sıkılıyor; bütün iç disiplini tahrip edilmiş, manadan yoksun yürekler karşısında...

Ferahlat yüreğimi, kuşatsın gönlümü ahengin, ey sevgili mübarek ezanım! Zaman durur, kâinat seni dinlerken, doldurur evreni eşsiz bir huzur ve sûrur. Susma ne olur, düş yüreğimin sınırlarına, koru fıtratımı, çalmasınlar şahsiyetimi, şerefimi, yâdımı.

Hayata madde ve şehvet gözlüğünden bakan kokuşmuş yaklaşımlar karşısında; iman adına, mukaddesat adına, insanlık adına bu çağın beklediği nefes; ötelerden süzülüp gelen pörsümez, solmaz yeni, senin nefesin!

Kulaklarını bu sese tıkayıp özgürlük teranesi okuyanlar, işte bu seda, işte bu ses, özü gürleştiren, özgürleştiren bedenleri ve ruhları…
Rabbe kul olmanın çağrısı bu, söz verip de tutamadığımız ahitlerimiz...

Takımlar tuttuk, partiler tuttuk, adamlar tuttuk ama kendimizi tutamadık. Uyduk tutamadığımız nefislerimize.

Ey ezanım!.. Ulvi ve garip sedam, tut beni ne olur!

Ahenginle, gelişinle her vakit efsunla vicdanımı, vicdanlarımızı...
Oğlunu cepheye uğurlayan Anadolu gibi, ana gibi, hani demişti ya: 

"Oğlum babanı Dimetoka'da, dayını Şıpka'da, ağabeylerini de Çanakkale'de kurban verdim.

Git! Sen de git oğul!
Minareler ezansız, camiler Kur'an'sız kalmasın!" diye...

Sen susma ezanım!
Susturmasın seni Yüce Mevlam, kalmasın minareler ezansız.
Yadellerde sana hasret olanların hüznü var derunumda, koşarken vatanına bir ezan sesi duymak için.

Erihna Ya Bilal!

Ferahlat bizi kıyamete kadar, sonsuza değin...

Ruhlar eskimeyen esvaplarını giyiniyor, bahar yüklü ıtırların. Suyun içinde ahenkle raks eden yosunları seyreder gibi, yağmur damlalarının duru sulara düşüşü gibi sen düşerken kâinatın bağrına; bir kayanın üzerine oturup da dinlesem seni, bu girift halimi dinlesem seninle birlikte.

Şair; "Mecnunsan sus" diyor. İşte sustum, seni dinliyorum...


 * * *

Bugün ezanı Bilalin okuduğunu düşün
Erihna ya Bilal de
Ferahmat bizi ey Bilal de

ve ferahlat kendini namazla
dinlendir gönlünü namazda

Ferah namazlar

Esselamu Aleyna

1 temmuz öğle - söndürün



Abdullah b. Mes'ud Peygamber(s.a.v) şöyle dediğini riva­yet etti: 

"Her bir namaz vakti geldiğinde bir münadi gönderilir ve şöyle seslenir: 
Ey Âdemoğlu kalk kendi nefislerinizde tutuş­turduklarınızı söndürün. 
Onlarda kalkıp abdest alırlar ve öğleyi kılarlar. 
Bu ikisi arasındakiler için onlara mağfiret edilir. 
İkindi namazı gelince durum böyle olur. 
Yatsı namazı gelince de durum böyle olur."

Haydi ateşi söndürmeye
Haydi hakka döndürmeye

Esselamu Aleyna

1 temmuz sabah - ezanı farketmek



Bugün farkedemediğimiz bu güzelliği farketmeye çalışalım
Bilali çağıralım bugüne
Bilal ferahlatsın bizi

Esselamu Aleyna

29 Haziran 2011 Çarşamba

30 haziran yatsı - Terketme beni namazım


Terketme Beni Namazim


Ben unutkanım, cahilim, yanılanım…..
Ne olur sen bırakma beni, terk etme, İbrahim a.s, Musa a.s' ı terk etmediğin gibi…
Nefsim ve şeytan uzaklaştırmaya çalıştıkça seni benden, sen daha da çok yaklaş bana,
izin verme seni bırakmama…

Arkadaşım ol, canım ol, dostum ol…
Eyy dosta ulaştıran,
Sevgiliye götüren aracısız, araçsız Yaradan'a götüren…
Sessiz feryatlarımın içinde boğulmama izin verme, ben acizim unutuyorum,
Sen hatırlat bana Yaratıcının varlığını, sıkılmışlığımın, horlanmışlığımın, çaresizliğimin,
bataklığa düşüşümün tam ortasında yakala kollarımdan izin verme düşmeme…

Ne olur terk etme beni…
Mahcupluğum, günahkar oluşumdan faydalanıp iş başında olan şeytana, esir olmama izin verme…
Senden başkasına Yârim dedirtme…
Mahrum bırakma, beni senden, ben gidecekken sen tut beni…

Gözümün nuru, gönlümün ışığı, sevdalım, beş vakitte Cebrail a.s,
Peygamberim ve Rabbimin konuşmasını hatırlatanım.

Örtüme bürünüp uyumama izin verme gündüze en yakın olan o anda…
Beş dakika daha uyumama izin verme, gecenin en bereketli o anında
şeytana yoldaş olmama izin verme,çünkü ben bir daha hiç o günde olmayacağım,
gitmiş olacak giden…

Zayıfım, acizim, unutkanım, yanılırım, biçareyim,
NE OLUR TERK ETME BENİ!!!

Gözyaşları mı barındır sularında, vuslatım ol her seferinde…
Sular gibi çağlasın yüreceğim beni her çağırışında…
Alemlerin Rabbine kavuşturacağın her anda, koşar adımlarla geleyim sana…
Elimin tersiyle itekleyeyim tüm dünya telaşını, arkamda bırakayım...

'ALLAHU EKBER' derken…
Rabbim, "bu bel bir tek senin huzurunda bükülür" diyeyim seninle birlikte,
bu alnım bir tek Sen'in huzurunda yere değer diyeyim…

Sen çağırdın… Ben geldim…. Huzura diyeyim.
"Seninle birlikte gözümün nuru'
Arkadaş sohbetleri için seni kaçırmama izin verme…
Alışveriş telaşı yüzünden senden uzaklaşmama izin verme…

Dünya'nın en tatlı geldiği anlarda, UNUTTURMA BANA KENDİNİ…

Peygamberim ve dostları dizleri şişene kadar kılardı Seni…
Bizler seni dizi keyfi için unutuyoruz…
Eriniyoruz….

Eyy hayasızlıktan ve kötülükten alıkoyan, unutmaya ve gaflete
düşmeye müsait bir yaratığım ben…
Hayatımın gerçek amacını unutturma bana…
Rabbimle aramdaki o güçlü maneviyatın köprüsü, nefsime uyduğum anlarda,
seni unutup dünyamın zindan olmasına izin verme…

Koylarına her gelişimde Rabbimin heybetini, azametini hissettir bana…
Hani Hz. İsa diyor ya! :
"Şüphesiz ben 'ın kuluyum. Bana Kitabı verdi ve beni peygamber kıldı."

Nerede olursam olayım, beni kutlu kıldı ve hayat sürdüğüm müddetçe,
bana namazı ve zekatı emretti" (Meryem Suresi, 30-31)


Ve İbrahim a.s:
"Rabbim, beni namazımda sürekli kıl" (İbrahim Suresi, 40)

(Rabbim bizi de sende sürekli kılsın inşallah…AMİN )

Ben çabuk bıkarım, ağır gelebilirsin bazen bana…
İstemesem de seni, sen iste beni, arkanı dönüp gitme sakın…
Sıkıya gelemem bilirsin…
Uykumun en tatlı anında, sohbetin en koyu anında geldiğinde olur bana, işte o anlarda,
yaa kazaya bırakırsın ne olacak diyen şeytana inat…


TUT VE SALLA BENİ…
NE OLUR BIRAKMA LANETLENMİŞ OLANA
AL VE GÖTÜR BENİ YARATANA
BAZEN AŞK İLE
BAZEN ERİNEREK
BAZEN SÜRÜKLEYEREK
BAZEN KOŞARAK
AMA GÖTÜR NASIL OLURSA OLSUN GÖTÜR BENİ
BENİ BIRAKMA,
NE OLUR TERKETME BENİ...

Alıntı

30 haziran akşam - Namaz insanı terkeder



Kalbin ayarı kaçarsa namaz insanı terk eder!
Önce azaltır ziyaretlerini…
Ekstraları keser; günde yalnızca beş kez uğrar
Sonra dörde indiriverir
Sabahın o sağaltan bereket ikliminden mahrum kalırsınız
İkindiler meşgaleye takılır, öğleyi de sürükler peşinden
Akşam nazlı bir gelinin duvağının ardındaki tebessüm gibidir

Kıymetini bilmez, zaman denen ırmağın akışına karşı müteyakkız olmazsanız, Sonunda o da göstermez olur yüzünü

Yatsıyı yitirmek geceyi direksiz bırakmaktır
Sabahı savsaklamanın gündüzü savunmasız bırakması gibidir bu

Evrenin her an başınıza yıkılabileceğini duyumsarsınız alıp verdiğiniz her nefeste “Oruçsuz neş’esiz” kalıverirsiniz sonra ortalıkta…
Bindiğiniz dalları kesmekten beter, beslendiğiniz kökleri kurutursunuz
Namaz terk ederse sizi, sonunda oruç da bırakır
Önce bir iki delik, sonra kalbura döner kalbiniz

Namaz – oruç ikilisinin gurbetindeyseniz, reklâm vermeye cömert elleriniz, zekât vermeye cimrileşir Oysa zekât verebilmek dünyanın en büyük bahtiyarlıklarındandır Bunu hak etmiyorsanız, mahrum bırakılırsınız
Verebiliyorsanız, hâlâ sevinecek, hâlâ avunacak bir şeyiniz kalmış demektir
Her an, önceki mevzileri kazanma gücüne kavuşabilir;
Her an oruçla ve namazla ödüllendirilebilirsiniz

Önce zekât vermenin heyecanı terk eder kişiyi
Heyecanını yitirdiğiniz şeyi hepten yitik sayabilirsiniz
“İmanın halâveti” yitince geriye kuru şekiller kalır
Ruhu çoktan uçup gitmiş bir namazın,
içi çoktan boşaltılmış bir orucun,
esprisi kaybolmuş zekâtın,
anlamı kaymış haccın, cihadın ve kurbanın faydası mı, zararı mı çok kestirmek güçtür
Yitiğinin bilincinde olursa insan, onu yeniden arayıp bulmak, yeniden kazanmak için harekete geçebilir
Ya sahtesiyle değiştirilmiş kopya bir namaza, oruca, zekâta, cihada tutunmuşsa bir ömür!

Vah o kişinin haline!

30 haziran ikindi - aşınsada alnım secde yerinde

ÜÇ KEZ ÜÇÜNDENDE DİNLENESİ BİR EZGİ

Secde Yerinde

EŞREF ZİYA TERZİ


Gözlerim uzağa bakamaz artık
Hülyalar gerçeğin çok ötesinde
Vazgeçtim dünyadan kaldırmam artık
Aşınsada alnım secde yerinde

ÖMER KARAOĞLU


Gönlüme hazanlar değmesin artık
Baharı yaşarken kış mevsiminde
Senin sevdalınım ben yak beni artık
Kalbim son kez atsın secde yerinde

AYKUT KUŞKAYA

30 haziran öğle - FATİHANIN ZİHNİ İNŞASI 13


Allahtan istemenin yolu

bu konuyu Besairul Kuran isimli tefsirinde müfessir Ali KÜÇÜK şöyle açıklıyor;

Evet, Rabbimizden sırat-ı müstakim istiyoruz.
Çünkü sırat-ı müstakim, nîmet-i uzma’dır.
En büyük nîmettir.
Nîmetlerin en bü­yüğüdür.
En önde istenmesi gereken nîmettir.
Çünkü unutmaya­lım ki, herhangi bir nîmetin yoluna, usulüne, kanununa nail olmak, o nîmete sadece bir kere değil, sürekli nail olmak demektir.
Meselâ birisinden on bin lira istemek yerine ondan on bin liraya ulaşabile­cek bir yolu, bir usulü istemek çok daha evlâdır.
Çünkü karşıdaki belki bir kere vere­cektir, iki kere, üç kere verecektir on bin lirayı ve bitecektir.
Ama on bin liraya ulaşmanın yolunu öğrenmek de­mek, her zaman ona ulaşma imkânına sahip olmak demektir.

Veya meselâ bir problemin çözümü konusunda sizden yardım isteyen bir çocuğa, o problemi çözüverme­nizle o problemin çözüm yolunu, usulünü göstermeniz elbette farklı olacaktır.
Problemi çözüvermek yerine, o ve benzeri tüm problemleri her zaman çözebileceği bir yolu, bir usulü öğretirseniz, artık o çocuk her defasında çözüm için size gelmeyecek, her zaman kendisi çöze­bilecektir.

İşte eğer biz burada, Rabbimizden bir kısım nîmetler istesey­dik, ya Rabbi bana şu nîmeti ver, bu nîmeti ver deseydik, bu talep gerçekten çok küçük bir talep olacaktı.
Ya Rabbi her şeyi ver desey­dik, yine küçük bir talep olurdu.
Çünkü böyle bir dua ka­bul olduğu zaman belki bir kaç defa o nîmeti verirdi Rabbimiz, ama nîmetin de­vamı mümkün olmazdı.
Fakat burada olduğu gibi, ya Rabbi bize nî­metlerin yolunu, usulünü göster diye dua edince, bir kere değil sürekli o nîmetlere ulaşma imkânını elde etmiş ola­cağız demektir.
Bunun en kısa, en öz ifadesi de sırat-ı müstakim­dir. Çünkü bu yolda nîmetlerin tamamı vardır.
Bu yola giren kişi her ân tüm nimetlerle beraber olma imkânına sahip olacaktır.

Peki biz bunu nereden bildik?
Nasıl bildik ki, Rabbimizden bunu istiyoruz?
Hayır, biz bilmedik, Rabbimiz bildirdi bunu bize.
Böyle dememiz gerektiğini, Fâtiha sûresini indiren Rabbimiz öğretti bize.
Onun içindir ki, bu sûreye talim-i mesele denir.
Yâni isteme­nin usu­lünü, yolunu gösteren sûre anlamına.
Bir nîmetin yolunu bilmek, her zaman o nîmete ulaşmamız anlamına gelecektir.

30 haziran sabah - Namaz saygı sunumu



Namaz Allaha saygılarını sunmaktır
Allahın yüceliği karşısında duygularını hareketlerle dile getirmektir
Allahın karşısındaki acziyet duygusunu hareketlere yüklemek ve göstermektir

Ayağa kalkmak bir saygı ifadesidir günlük hayatımızda da
Ayağa kalkmakla başlarız namaza
Bir saygı duruşudur kıyam
Kıyama Allahu Ekber = En büyük Allah diyerek gireriz
Ellerini bağlamak bir başka saygı gösterisidir
Boyun bükmek yine bir saygı gösterisidir

Sonra bir aşama ötesine geçilir

İnsan Rabbinin karşısında eğilir
Rüku bir alçalma hareketidir
Rüku esnasında Allahın azameti,heybeti dile getirilir
Alçalarak Rabbini yüceltir

Sonra bunun da bir aşama ötesine geçilir

Önce diz çöker Rabbinin huzurunda
ve hemen ardından
İnsan Rabbinin karşısında kendini sıfırlar
İnsan Rabbinin karşısında kendini yok eder
Başını yere koymakla yüksekliğini sıfır konumuna getirir
Alçalmanın en düşük derecesindedir
Rabbini a^la, yüksek,yüce sıfatı ile anar
Kendi en alçaktadır Rabbini en yüce,en yüksek, en ulu diye anarken

Secdeden daha öte bir aşama yoktur saygı duruşunda
Ancak yapabileceği bir şey daha vardır

Bir aşama daha ötesine geçer
daha fazla saygı sunmak adına

Daha saygı, daha saygı demek için ikinci bir defa saygısını sunmak için kıyama kalkar insan
yetmedi Allahım daha fazla saygı sunmak istiyorum der ikinci kıyam ile

Bu sabah namazı bu duygularla kılalım

Daha saygılı daha duygulu
daha daha saygılı daha daha duygulu
.............saygılı ............duygulu

Esselam Aleyna

29 haziran yatsı - ıslandı seccadem gözyaşlarımla



Islandı seccadem gözyaslarımla

Alnımı secdeye vurdum ağladım
Bu aciz canımı Hakka adadım
Dünya yalan imiş er geç anladım
Islandı seccadem gözyaşlarımla...

Rukum Mevlayadır secdem Mevlaya
Artık hevesim yok fani dünyaya
Secdede ağladım ben doya doya
Islandı seccadem gözyaşlarımla..

Serdim seccademi kızgın çöllere
Aktı gözyaşlarım döndü sellere
Derman olamadı bunca güllere
Islandı seccadem gözyaşlarımla..


Bizlerede nasib olur inşallah

Esselamu Aleyna

29 haziran akşam - namaz iklimi

Dünyanın en büyük akvaryumu istanbula yapıldı
Akvaryumlardan birisi ilginç, yaklaşık yüzde doksan nem oranı var ve içinde balıklar değil, yağmur ormanları canlıları yaşıyor, akvaryumda amazon ormanlarındaki iklim oluşturulmuş.

Müslümanca bir yaşam için de böyle bir akvaryuma ihtiyacımız var
Bize islamı yaşayabileceğimiz bir iklim oluşturacak bir şeylere ihtiyacımız var.

İşte namaz bize bu iklimi oluşturacak, İslamı yaşayabileceğimiz ruh, zihin, gönül, beden iklimini oluşturmamızı sağlayacak olan bir araç olarak hediye edilmiştir.

Namazın içinde okunan kuran bize Allahın öğütlerini ulaştıracaktır, Kurani hikmetlerle hayata, olaylara bakış açımız değişecek

Namazda okuduğumuz dualar bize İSTEME yi öğretecektir, nasıl yaşamak istediğimizi Allaha bildirirken aynı zamanda gönlümüze, zihnimizede nakşolunacaktır, ne olmak istediğimiz dualarda şekillenecektir

Allahı büyüklerken haddimizi bileceğiz,

Allahı tesbih ederek Subhan dediğimizde hatasız, eksiksiz, noksansız olmanın mümkün olmadığını Allahtan başkasının Subhan olamayacağını bileceğiz, insanlara bakışımızı değiştirecek, kendimize bakışımızı değiştirecek

Ve rükularla secdelerler bu şekilde bir namaz iklimi oluşturacağız

Kendimizde, gönlümüzde, zihnimizde ve hayatımızda, etrafımızda,

Salat o zaman bize destek görevini görecek
Namaz iklimi oluştuğunda haramlar, yasaklar zor gelmeyecek, yasak olduğu için haram olduğu için Allaha hamd edeceğiz, şükür diyeceğiz

Namazı bugün bu anlayışla kılalım
Namazı bir iklim oluşturucu olarak kullanalım
Namaz aslında iklimsiz iken iklim oluşturmuyor
Namaz hem bir iklim oluşturuyor hem de bir iklimden bir iklime hicret ettiriyor

Haydı hayırlı iklimmatikler
Hayırlı namazlar

Esselamu Aleyna

28 Haziran 2011 Salı

29 haziran ikindi - FATİHANIN ZİHNİ İNŞASI 12

Yalnız senden yardım isteriz dedik, peki ilk isteğimiz/önceliğimiz ne olmalı?
Rabbimizi övdük, yalnız onun kulu olduğumuzu ve yalnız ondan talep ettiğimizi bildirdik
Bundan sonra bizim Efendimizden, Rabbimizden tale­bimiz geliyor.

bu konuyu şöyle açıklıyor Besairul Kuranında Ali KÜÇÜK ;

Ancak bakın burada bir nefes alıyoruz.
Çünkü sûrenin bu bö­lümünde, bu altıncı âyetin sonunda bir “Tı” durağı geliyor. Bu da bu­rada duruşun vacip olduğunu anlatıyor.
Yâni şöyle durup bir nefes alıp Rabbimizden ne isteyeceğimizi bir düşüneceğiz. Durup düşünü­yoruz.
Acaba ne istesek Rabbimizden?
Dururken bunu düşüneceğiz, ama esa­sen kendisinden ne isteyeceğimizi de bize bırakmayarak Rabbimiz söyleyecek.

Hani bir hadis-i kutside Rabbimiz;
“Ben Fâtiha’yı kulumla kendi aramda taksim ettim”
buyurarak bundan ön­ceki bölümün kendisine ait olduğunu,
bundan sonraki bölümün de kuluna ait olduğunu anlatı­yordu.
Kulum Fâtiha sûresi­nin buraya kadar ki bölümünde beni över, bana senâ eder, kullu­ğunun, köleliğinin sadece bana olduğunu, ben­den başkasının önünde eğilmediğini, eğilmeyeceğini, benden başka­larının arzula­rını yerine getirmeyeceğini, benden başkalarının yasala­rını hamd etmeyeceğini ortaya koyar.
Bundan sonraki bölümün de kuluna ait olduğunu anlatır Rabbimiz. “Kulum beni övdükten sonra, bana karşı kulluğunu, köleliğini ihraz ettikten sonra, benim rızamı ka­zan­dıktan sonra, bundan sonraki bölümde kulum benden ister ve ben de onun istediğini kuluma veririm” buyurmaktadır.

Peki acaba biz, Rabbimizden ne isteyeceğiz?
Yâni buraya ka­dar söylediklerimizle, ortaya koyduklarımızla tam Rabbimizin rızasını kazanmışken, Rabbimiz bizim böylece kendisine takdim ettiğimiz ahitlerimizin sonunda bizden razı olup şöyle buyurmuşken:
“İste artık ey kulum! Benden ne ister­sen vereceğim!” buyurarak tüm rahmet ka­pı-larını aç­mışken acaba böyle bir durumda biz O’ndan ne isteyelim?
Ama üzülmeyin, bizim kendisinden neler isteyeceğimizi,
bizim neye muhtaç olduğumuzu bizden çok daha iyi bilen,
bizim hayrımızı, men­faatimizi bizden çok daha iyi bilen Rabbimiz,
ne isteyeceğimizi de bu­rada beyan ediveriyor.
Bakın kendisinden ne isteyecekmişiz?
Ne di­yecekmişiz burada?

6: “Bizi doğru yola hidâyet eyle!.”

“Ya Rabbi bizi sırat-ı müstakime hidâyet et.
Bizi doğru yola ilet ya Rabbi. Bize hak yolu, doğru yolu göster ya Rabbi.”
İşte Rab reh­berliğinde, efendi mihmandarlığında kulun talebi buymuş. Rabbimiz bizden, bunu dememizi, bunu istememizi istemektedir.
Eğer Rabbimiz Fâtiha’nın bu bölümünde kendisinden ne isteyeceğimiz konusunda bize bilgi ulaştırmasaydı,
bunu bize bıraksaydı neler neler istemezdik değil mi?
Ya Rabbi bize para ver, mark ver, dolar ver,
at ver, avrat ver,
fiat ver, murat ver,
sap ver, saman ver,
ver, ver, ver.
Çok şükür ki Rabbimiz, bunu bize bırakmamış.
Bu konuda her şeyin en iyisini, en doğrusunu bilen, bilgisi mutlak olan Rabbimiz, bu bilgisiyle bizim neye muhtaç olduğumuzu bizden daha iyi bilen Rabbimiz hemen bize yol göstermiş ve burada ne iste­yeceğimizi kendisi ortaya koyuvermiş­tir.

Ya Rabbi bizi doğru yola ilet.
Bizi sırat-ı müstakime ulaştır.
Tabi zaten kendisi sırat-ı müstakimde olan birisi için sırat-ı müsta­kimde daim kıl, sırat-ı müstakimden ayırma anlamınadır bu.
Çünkü şu anda sırat-ı müstakimde olsak bile yarın ne olacağımızı, nasıl bir çizgi takip edeceğimizi bilmiyoruz.
Eğer şu anda sırat-ı müsta­kimde değil­sek bizi ona hidâyet et, sırat-ı müstakimdeysek, onda bizi daim eyle ya Rabbi, diyoruz.

“İhdi” Hidâyet mastarından emirdir.
Hidâyet et demek; yol göster demektir.
Bu sığa ile yukarıdan aşağıya, yâni büyükten küçüğe vuku bulan fiile emir, aşağıdan yukarıya, yâni küçükten büyüğe karşı gerçekleştirilen talebe de dua denir.
Müsaviden mü­saviye yapılana da iltimas denir.

Hidâyet irşattan, mihmandarlıktan farklıdır.
Yolu sadece göste­rivermeye irşat denir.
Ama yolu göstermekle, tarif etmekle birlikte yol soranın elinden tutup, önüne düşüp yolun sonuna ka­dar götürüver­mek, yolda sebat vermek, yolda tutmak ise hidâyet­tir.
Bir de hidâyet hayır talebine mahsustur.
Hırsıza, soysuza yol göstermek hidâyet de­ğildir.
Bu mânâda Hâdî sadece Allah’tır.
Al­lah’tan başka Hâdî yoktur.
Rabbimizin isimlerinden birisi de Hâdî­dir

Rabbimiz, rahmeti gereği insanı hidâyeti isteyebilecek, onu ta­lep edebilecek, hidâyeti kabullenebilecek, bir fıtratta yaratmıştır.
İşte biz, fıtratımız gereği Rabbimizden sırat-ı müstakime hidâyet istiyoruz.

Sırat, yol demektir.
Müstakim sırat da dosdoğru yol demek­tir.
Hiç bir eğriliği, yamukluğu, inişi, yokuşu olmayan dosdoğru yol de­mektir. Allah’ın kitabı ve Resûlünün sünnetiyle ortaya konulmuş din demektir, Şeriat demektir, Kur’an demektir, sünnet demektir.

Rabbimiz, kitabının başka yerlerinde buyurur ki: “
İşte bu benim dosdoğru yolumdur.
Sizi dünyada huzura, âhirette de cennete götürecek yol budur.
Ama bu, benim yolumun dışında da yollar vardır.
Sakın o yollara uymayın.
Yol tekdir.
Yol Allah’ın yoludur.
tâli yollarsa şeytanların yollarıdır.
Eğer benim yolumu bırakır da onların yollarına uyarsanız, onlar sizi Rabbinizin yolundan ayırıp saptırırlar.”


Allah kendi yolunu, dosdoğru yolunu kitabında ortaya koymuştur.
Öyleyse bütün mesele Allah’ın kitabına uymak ve kitaba göre ya­şamaktır. Kitapla yol bulmaktır.
Yolunu kitaba ve sünnete sorarak bulmaktır.
Takva da budur işte.
Takva, Rabbimizin yukarıda tarif bu­yurduğu esaslara göre hayat yaşamaktır. Rabbimizin, kitabında an­lattığı bu emir ve yasaklara riâyettir takva.
Rabbimiz bizim muttaki ol­mamız için, bizim böylece bir hayat yaşayarak cennete ulaşmamız için, yollarını göstermiştir.
Kitabın ve sünnetin dışında takva yolu da yoktur.
Kim ki kitap ve sünneti bırakır da başka şeylerin, başka yolla­rın peşine takılırsa, o mutlaka sapmak zorunda kalacaktır.

Allah’ın Resûlü bu konuyu anlatırken elindeki bir çöple, yere bir çizgi çizdi ve buyurdu ki; “İşte bu, Rabbimin dosdoğru yolu­dur.” Sonra onun sağına ve soluna başka çizgiler çizerek; “İşte bunlar da şeytanların yollarıdır.
Sakın sizler bu yollara gitmeyin,
çünkü o yollar­dan her birisinin üzerinde sizi ona çağıran, sizi sırat-ı müstakimden uzaklaştırmak ve saptırmak isteyen şeytanlar var­dır” buyurdu.


Evet, her bir yolun üzerinde oturan şeytanlar, insanları o yol­lara çağırmaktadırlar.
İnsanları tâli yollara çağırıyorlar ve bu yolların sırat-ı müstakim olduğunu söylüyorlar.
Tabi bu şeytanlar iman etmiş, sırat-ı müstakime girmiş mü’minleri bu yoldan çıkıp kendi yollarına girmeye çağırdıkları gibi henüz bu yola girmemiş, ama girmeye ha­zırlanan insanları da bu sırattan uzaklaştırmaya, bu sırata girmemeye çağırıyorlar.

Allah’ın Rasûlü bu hususu anlatırken bir hadislerinde şöyle buyurur:
“Kul Müslüman olmak ve atalarının yolunu terk ederek sı­rat-ı müstakime girmek ister.
Şeytan, böyle bir kulun yolunun üze­rine otu­rur ve atalarının dinini terk etmemesi için ona telkinlerde bulunmaya başlar.
Ne kötülüğünü gördün ki atalarının yolunu terk ediyorsun? Di­yerek, onu bu işten engellemeye gayret ederken, bu konuda kararlı olan kul, şeytanı elinin tersiyle iteler ve sırata çıkar.
Ama kulun yeni girdiği, henüz yeni yeni öğrenmeye çalıştığı bu İslâm yolunda, bu defa da şeytan onun karşısına hicret yolunda dikilir.
” Çünkü o Müslüman bulunduğu ortamda Allah’a kulluğu Al­lah’ın istediği biçimde icra ede­meyince mutlaka buna imkân vere­cek bir ortama gitmeyi deneyecek­tir.

İşte kulun, hicret yoluna dikilen şeytan, ona şöyle demeye başlar:
“Bu yaptığın bir kaçış değil mi? Bu bir korkaklığın ifadesi değil mi? Atalarının yurdunu, doğup büyüdüğün vatanını terk edip nereye gidiyorsun? Bundan daha güzel bir yurt mu bulacaksın? Hem bundan sonra gittiğin yerde başına nelerin geleceğini biliyor musun? Seni çok büyük sıkıntılar beklemektedir diyerek” onu bu yoldan engellemeye çalışır.
Fakat bu ko­nuda kararlı olan kul, şeytanı iterek biraz daha yola girer.
Elbette bu bir kaçış değil, bir korkaklık alâmeti değil, tabiri caizse bu bir dönüş hareketidir.
Uzun bir engeli atlayabilmek için biraz geri çe­kilme hareketidir bu.

Şeytan bu konuda da muvaffak olamayınca, bu defa Allah yo­lunda cihada çıkan kulun karşısına, cihad yolunda çıkar ve ona şöyle demeye başlar:
“İyi kardeşim, tamam anladık, îlâ-i kelimetullah da peki hanımını, çocuklarını kime emanet ettin sen? Dükka­nını-tezgâ­hını, işini aşını, markını dolarını, vatanını toprağını kime bırakıp gidi­yor­sun? Birilerini kurtaracağım diye, birilerinin imda­dına yetişece­ğim diye evdekileri, malını mülkünü tehlikeye atma­nın anlamı var mı yâni? Sen gittiğin o diyarlarda bir hiç uğruna kör bir kurşuna hedef olup ölüp gideceksin de yıllarca emek sarf ede­rek kazandığın, uykula­rını terk ederek, rahatına kıyarak elde etti­ğin bu paralarına, bu malına mülküne kimler konacak? Bu dinin sahibi sen misin? Senden başka bu işi yapacak yok mu yâni?” di­yerek o mü’mini girdiği cihad yolundan da alıkoymak ister. Adam şeytanı bir daha iterek yoluna devam eder.

Bu defa Allah’ın Resûlü buyurur ki; “Artık bu mümin nasıl ölürse öl­sün, nerede ölürse ölsün Allah ona bakmaksızın kesinlikle onu cen­netine ko­yacaktır. Bu kul, ister yatağında ölsün, ister düşman karşı­sında muharebe meydanlarında ölsün, ister suda boğularak ölsün değil mi ki, en büyük düşmana karşı galip gelmeyi becerebilmiştir ve artık Cenâb-ı Hak üzerine, bu kulu cennetine koymak vacip olur” bu­yuruyor. Çünkü artık bu kul, kesin sırat-ı müstakimdedir ve artık lânet şey­tanın ona yapabileceği bir şey yoktur.


Evet, sürekli sırat-ı müstakimde olmaya, bu yolda kalmaya çalı­şacağız. Dilimizle bunu istediğimiz gibi, hayatımızla, amellerimizle de bu yolda olmaya çalışacağız. Bu konuda sürekli Rabbimize dua edeceğiz.

29 haziran öğle - namaz en ciddi en önemli iş


Namaz bu hayattaki en mühim, en ciddi işimiz
Kendisine gereken önem verilmediğinde, neticesi bizi en çok üzecek işimiz namazdır

Ancak bazen sanki namazı başımızdan savıyoruz, kılmış görüntüsü veriyoruz
Namaz gerçekten ciddi bir iş, zor bir iş, itina isteyen bir iş

"İtina ile ........... yapılır" tarzında bir reklam şekli var ya hani
İtina ile kılmalı namazları

Onlar namazlarından gafildirler!...
Onlar namazlarında gösteridedirler!...
Biz namaz kılanlardan değildik!...

Ayetlerinin muhatabı olmamak için azami dikkati göstermeliyiz
Bir yoğunlaşma çabası olmalı, Bir temizlenme çabası olmalı
Bir kendini eğitme çabası olmalı, Bir kişisel gelişim çabası olmalı
Bir kuranı anlama çabası olmalı, Bir ibadet soluğu olmalı 
Bir kudsiyet içermeli, 
Bir mücadele olmalı her namazda sevmediğimiz bir yönümüzle
Hem biraz hüzün olmalı, hem de Rabbin huzuruna çıktığımız için bir sevinç
Namazlar diri olmalı, bir uyanıklık şuuru ile kılınmalı
Namazı sevmeli, Namazı istemeli, 

Namaz sonunda bir fark koymalı ortaya
Fark var demeli
Namaz kılmayan ile namaz kılan arasında bir fark var demeli insan
Namaz sonunda bu farkı hissetmeli, diğerleri sende bu farkı görmeli

Namaz gerçekten ciddi bir iş, hemde çooook ciddi bir iş

Cidden namaz kılmak istiyormusunuz?
Cidden niyetin namaz kılmak mı?
O zaman hayırlı namazlar

Esselamu Aleyna

29 haziran sabah - kuranel fecr ve isra suresi


Bu gece namazda fatiha ve zammı sureden sonra kıyamda iken meal okudum

Miraç gecesi olduğu için de isra suresini okudum namazda

Sahabenin ayakları şişene kadar namaz kıldığı söyleniyor, her halde ayakları şişene kadar fatiha-kulhuvallah ve fatiha-innaatayna okuyarak kılmıyorlardı namazı, onlar kuran okuyarak namaz kılıyorlardı
Bugün sünnet üzere bir namaz kılmış olduğumu düşünüyorum, Allah resulü gibi, Allah resulünün çırakları,öğrencileri olan sahabe gibi

Namazda insanın kurana muhatap olması, Allahın sözlerine muhatap olması ne güzel

Eğer kuran meali okumasaydım namazda bu ayetlerle hiç muhatap olamayacaktım,
Eğer kuranın arapçasını okusaydım bu ayetleri hiç anlamayacak, anlamları ile buluşamayacaktım
Sizce bu ayetleri namazda okumanın ne sakıncası var?
Kim niye yasaklar?

Düşünün şimdi!...
Sizce bunları namazda türkçe mealden okumamı
Allah mı yasaklar?
İnsanlar mı yasaklar?

Bence Allah yasaklamaz, yasaklasa yasaklasa yanlış yorumları yüzünden, iyi niyetli de olsalar İnsanlar yasaklar.

İşte İsra suresinden çarpıcı ayetler ve kimilerine göre sırf türkçe olduğu için namazın yasaklısı manalar

9 - Şüphesiz ki bu Kur'ân, insanları en doğru ve en sağlam yola iletir ve salih amel işleyen müminlere büyük bir ecir olduğunu müjdeler.

13 - Her insanın amel defterini boynuna doladık, kıyamet günü açılmış bulacağı kitabı önüne çıkarırız.

14 - "Kitabını oku! Bugün hesap görücü olarak sana nefsin yeter!" deriz.


15 - Kim doğru yola gelirse sırf kendi iyiliği için gelir. Kim de saparsa ancak kendi aleyhine sapar. Hiçbir günahkar başkasının günah yükünü çekmez. Biz bir Peygamber göndermedikçe, hiç kimseye azab edecek değiliz.


25 - Rabbiniz içinizden geçenleri çok iyi bilir. Eğer iyi kimseler olursanız elbette Allah çok tevbe edenleri bağışlayıcıdır.


36 - Bir de hiç bilmediğin bir şeyin ardına düşme! Çünkü kulak, göz, gönül, bunların her biri yaptıklarından sorumludurlar.

39 - İşte bunlar, Rabbinin sana vahyettiği hikmetlerdendir. Sakın Allah'la beraber başka bir ilâh uydurma. Aksi halde kötülenmiş ve Allah'-ın rahmetinden uzaklaştırılmış olarak cehenneme atılırsın.


41 - Biz, bu Kur'ân'da akıllarını başlarına almaları için türlü şekillerde (ikaz ve ihtarı) açıkladık. Fakat bu açıklamalar ancak onların nefretini artırmıştır.


45 - Sen Kur'ân'ı okuduğun zaman biz, seninle ahirete inanmayanların arasına görünmez bir perde çekeriz.


46 - Ve kalblerinin üzerine, Kur'ân'ı anlamalarına engel perdeler geçiririz ve kulaklarına bir ağırlık veririz. Rabbini Kur'ân'da bir tek olarak andığın zaman da ürkerek arkalarına döner kaçarlar.


53 - Mümin kullarıma söyle de (kâfirlere) en güzel olan sözü söylesinler. Çünkü şeytan aralarına fesat sokar. Şüphesiz şeytan, insan için apaçık bir düşmandır.


54 - Rabbiniz sizi çok daha iyi bilir. Dilerse tevbeniz sebebiyle size merhamet eder, dilerse azab eder. Seni de onların üzerine vekil göndermedik.


72 - Her kim bu dünyada (manen) kör ise ahirette de kördür. Ve gidişçe daha şaşkındır.


73 - (Ey Muhammed!) Az kalsın seni bile, sana vahyettiğimizden başkasını bize karşı iftira edesin diye, fitneye düşüreceklerdi ve o takdirde seni dost edineceklerdi.


78 - Güneşin batıya kaymasından, gecenin karanlığına kadar (belirli vakitlerde) gereği üzere namazı kıl, bir de sabah namazını kıl/kuranını oku. Çünkü sabah namazında/kuran okumasında, gece ve gündüz melekleri hazır bulunur.


79 - Gecenin bir kısmında da sadece sana mahsus bir nafile olmak üzere uykudan kalk, Kur'ân ile teheccüd namazı kıl, Rabbinin seni bir makam-ı mahmuda (şefaat makamına) göndermesi kesindir.


80 - (Ey Muhammed!) De ki: "Rabbim! Beni, takdir ettiğin yere gönül rahatlığı ve huzur içinde koy ve çıkacağım yerden de dürüstlükle ve selametle çıkmamı sağla. Bana katından yardım edici bir kuvvet ver."


81 - (Ey Muhammed!) De ki: "Hak geldi, batıl yok oldu. Elbette batıl yok olmaya mahkumdur."


82 - Biz Kur'ân'dan, iman edenler için bir şifa ve rahmet kaynağı olan âyetler indiriyoruz. Zalimlerin de ancak zararını artırır.


84 - De ki: "Herkes bulunduğu hal ve niyetine göre iş yapar. Bu durumda kimin en doğru yolda olduğunu Rabbiniz daha iyi bilir."


88 - Ey Muhammed! De ki: "Yemin olsun, eğer insanlar ve cinler bu Kur'ân'ın benzerini getirmek üzere toplansalar ve birbirlerine yardımcı olsalar bile, yine onun bir benzerini meydana getiremeyeceklerdir."

89 - Yemin olsun ki biz bu Kur'ân'da insanlar için çeşitli misaller vermişizdir. Yine de insanların çoğu inkârlarında ısrar ederler.


96 - De ki: "Benimle sizin aranızda şahit olarak Allah yeter. Çünkü O, kullarının yaptığından haberdardır, yaptıklarını çok iyi görendir."


97 - Allah kime hidayet verirse, o doğru yoldadır. Kimi de hidayetten uzak tutarsa, artık bunlar için Allah'tan başka hiçbir yardımcı bulamazsın. Ve biz, o kâfirleri kıyamet günü kör, dilsiz ve sağır oldukları halde, yüzleri üstü sürünerek haşredeceğiz. Varacakları yer cehennemdir; ateşi dindikçe onun ateşini artırırız.


105 - Biz bu Kur'an'ı hak olarak indirdik, O, bütün hakikatleri içinde toplayarak indi. Ey Peygamber! Biz seni ancak müjdeci ve uyarıcı olarak gönderdik.


106 - Sana Kur'ân'ı verdik ve onu insanlara sindire sindire okuyasın diye (kısımlara) ayırdık ve biz onu yavaş yavaş indirdik.

107 - Ey Muhammed! De ki: İster ona (Kur'ân'a) inanın, ister inanmayın; o daha önce kendilerine ilim verilenlere okunduğunda onlar, yüzleri üstü secdeye kapanırlar.


109 - Ve ağlayarak yüzleri üstü secdeye kapanırlar. Hem de bu Kur'ân'ı işitmek onların Allah'a teslimiyetlerini daha da artırır.


110 - (Sen onlara) de ki: İster "Allah" deyin, ister "Rahmân" deyin, nasıl çağırırsanız çağırın. En güzel isimler O'nundur. Namazında sesini pek yükseltme, çok da gizli okuma, orta yolu seç.


111 - Ve şöyle de: Hamd o Allah'a ki, hiçbir çocuk edinmedi, mülkte ortağı yoktur, aciz olmayıp bir yardımcıya da ihtiyacı yoktur. Tekbir getirerek O'nu noksanlıklardan yücelt de yücelt.


Sizce de namazımda bunları mealden okuduğum için namazım olmadı mı?

Allah aşkına namazlarınızda açın kuranı
Açın ki Allah size namazlarınızda fısıldasın
Açın ki Allah size namazlarınızda öğüt versin
Açın ki Allah size namazlarınızda hikmeti versin
Açın ki Allah size namazlarınızda her türlü örneği versin
Açın ki Allah sizi namazlarınızda ayet ayet güzele kılavuzlasın
Açın ki namaz Allah ile sizin aranızda doğru bir iletişim kurabilsin


Haydi şimdi sabah kuranına/kuranel fecre
Haydi şimdi sabah namazına

Esselamu Aleyna

28 haziran miraç gecesi


Büyük izlemek için tıklayın
MİRAÇ
Kapatın gözlerinizi
Ve karanlıgı seyredin
Mekkede bir gece
Yorgunluk havada
Gariplik suda
Simsiyah bir sessizlik
Uyku bile uykuda
Kâbenin hatim kısmında
Yani üzre yatan biri var

Yıl hüzün yılı
Vefakâr eş,
Haticet-ul Kubra yok.
Kâbenin hatim kısmında
Yani üzre yatan biri var
Teselli arayan kalb
Hüzünle çarpan kalb
O,nun kalbi.
Ve ayak sesleri
Yıldızlar isildiyor
Bu ayak sesleri göklerden
Yol veriyor yıldızlar
Semâdan inenler var.
İzin verseydi Allah,
Kâinat inerdi yere
Çünkü Kâbenin hatim kısmında yatan
Sultan-ı Levlâktır.
Habib-i Zisandır o.
Nûr-u Hûdadır.
Merhamet ufkunun nazli günesi
Kâinatın biricik çiçegidir o..
İzin verseydi llah,
Alemler inerdi yere.
Oysa emir yalnız Cebraile
Ve yalnız Cebrail indi yere..
Kalk Ya Resûlellah !
Semâda melekler seni bekler.
Taifte taşlanan yüzüne hasret,
Alaya alınan sözüne hasret.
Seni bekler melekler.
Yeryüzünde vefâ yok mu ?
Seni teselli edecek birini mi arıyor kalbin ?
Sevdiklerin bir bir uçuyor mu elinden ?
Davetini hafife mi aldılar ?
Üzülme ve aç gözlerini,
Öteler bekliyor seni.
Bu gece Kâinat asdını anacak,
Aç gözlerini ki âlemler nazarına kanacak.
Burak senin için uçaçak,
Aç gözlerini Ya Habibullah !
Bu gecenin adına Isra diyecek Allah,
Ey yedi kat semâ aç kapılarını
Ve haber ver hasretle bekleyen peygamberden.
De ki,Hazret-i Ademe :
cennetin kapısına adı yazılan,
İsminin hatırına af istedigin
Salih ogul geliyor.
Söyle Isa ,ya :
Kuytu köselerde,
Havarilerinle Allah,a siginirken,
Bir adım ötedeymis gibi kokusunu aldigin,
Ve insanliga gelisini müjdeledigin,
Ahmet geliyor.
Yusuf,a , Idris,e , Harun,a söyle,
Musa,ya de ki :
Vasiflarina hayran olup ta,
Ummetinden olmak istedigin,
Salih kardes geliyor.
Müjde ver İbrahim Peygambere,
Dua dua yalvarip,
Gelmesini istedigin ogul geliyor.
Aç kapilarini ey yedi kat semâ.
Bu gelen MUHAMMED MUSTAFA.
Cebrail yol gösterir.
Ve yürür sultanlar sultani.
Bu nasil bir yürüyüstür ?
Bu nasil bir eda ?
İnci inci ter mübarek alinlarinda.
Bastan asagi edeb var.
Attigi her adimda.
Sulatanim,
Cennetler gösterirlirken o gece,
Ummetini hayal ettin mi Cennette ?
Cehennem alevleri selâmlarken seni,
Gözyaslarini gödü mü Cebrail ?
Ummetim dedin mi ?
Sen unutmazsin bizi bunda kusku yok.
Tahiyyât duasi haber verdi bize,
Sen bizi hiçbir yerde,
Hiçbir zaman unutmadin.
İnsaallah biz de seni unutanlardan olmayiz.
Allah seni unutturmasin bize.
Bir söz sultanimin dedigi gibi :
Eger günâhlarimizdan dolayi girersek Cehenneme,
Ve Allah bir an olsun açarsa ufkumuzu,
*Taleâ Bedru Aleynâ* diyecegiz.
Miraç gecesi,
Yürüdü Resûlullah.
Cebrail önde,
Bir gece yüryüsüyle.
Yürüdüler,Yükseldiler.
Yükseldikçe yüceldiler.
Cebrail durdu birden.
*Ya Resûlellah,benimle buraya kadar !*
Efendimiz :*Niçin?* diye sordu.
Burası Sidre-i Muntehadir.
Bir adim daha atarsam yanarım kavrulurum.
Allah Resûlu sordular :
Nasil gidilir Sidre-i Muntehada ?
Cibril-i Emin cevap verdi :
ASKLA !
Askla gidilir Ya Resûlellah !
Askla gidilir Ya Habibullah !
Askla gidilir Ya Nebiyyellah !
Yürü sultanim yol senindir.
Ask vadisinde mühür senin.
Söz senindir,hâl senindir.
Muhabbetin adi sensin.
Varliklarin tadi sensin.
Yürü ve sel3amini ilet.
Gözü yasli Ummetinin.
Sensiz bunca yetimin
İlet selâmini.
Ahir zamanin ahini,
Yüceler yücesine ilet.
Sultanim,
Sen dönerken miraçtan,
Bizim için miraç olan,
Bes vakit namazla,
Bakara S3uresinin son iki ayetiyle,
Ve sirke düsmeyenin affedilebilecegi müjdesiyle,
Dönerken sen miraçtan,
Biz ahir zamandan,
Ebu Bekir edasiyle bakiyoruz sana :
*O söylediyse dogrudur.
Resûlullah söylediyse dogrudur.*
Ve bir ayetin sicakligi sariyor
Kâinatın kalbini.
Her türlü noksanliktan münezzeh olan ALLAH.
Kulunu geceleyin Mescid-i Haramdan alip,
Kendisne bir takim ayetler gösterelim diye,
Etrafini mübarek kildigimiz,
Mescid-i Aksaya götürdü.
Çünkü,isiten ve bilen O,dur.
Simdi açin gözlerinizi,
Ve Miraca hazirlanin.
GELSEYDİN
Sevgili,
Ummi Mektum gibi,
Seni görmeden sana sesleniyoruz.
Alip-verdigin nefesi duyar gibi,
Sanki açinca gözlerimizi,
Seni görecekmisiz gibi,
Sana sesleniyoruz.
Senin huzurunda ses yükselmez.
Edeble konusulur,edeble susulur.
Hele biz ki bu kapinin dilencileri,
El açipbeklenm ekten baska,
Bize bir sey düsmezdi ama,
Su araya giren yillar olmasa,
Medineden uzak yollar olmasa,
İsmini aninca yürek yanmasa,
Kapinda beklemekten baska,
Bize bir sey düsmezdi.
Bekliyoruz Sultanim,
Rüyada olsa bile,
Belki tesrif edersin diye,
Hem de hiç kimseyi beklemedigimiz gibi,
Seni bekliyoruz.
Gelseydin.
Bizim için Cennet olurdu gelisin.
Gelseydin.
Saâdetli asrindan gönderdigin selâmin,
*Kardeslerim.*deyisini,
Birbirimize nasil anlattigimizi görürdün.
Gelseydin,dolassaydin sofralarimizi,
Bir tabak fazla görecektin.
Bir bardak,bir kasik fazla.
Ve sofrada bir yer bos.
Bas köse ! Ola ki sen lutfeder gelirsin diye,
Gelseydin,dolassaydin gecelerimizi,
O kutlu dogum gecelerini,
Anneler görecektin,
Sen tyeni dogmussun gibi,
Yeryüzüne yeni tesrif etmissin gibi,
Misil,misil uyuyasin diye,
Seni sabahlara kadar hayaen
Ayaklarinda sallayan anneler görecektin.
Sevgili,gelseydin.
Medine-i Munevvereden
Dünyaya yayilan ashabin gibi,
Eyyub Sultan gibi,
Kaab Bin Malik gibi,
Bir fecir vaktinde,
Henüz yirmisinde,yirmibesinde,
Birakarak yurtlarini,ocaklarini,
Hedeflerine İlâhi Rızayı koyan,
Arkalarina bakmayi ar sayan,
Yigitler görecektin.
Onlar senin yigidin.
Elleri, o öpülesi elleri !
Kimbilir hangi memleketin
Zemheri soguklarinda üsürken,
Senin köyünü hayaliyle isindilar.
Gelseydin,gecenin zifiri karanliginda,
Uykunun en tatli araliginda,
Rabiat-ul Adeviyye gibi,
Gözyasi dökerken günâhlarina,
Veysel Karaniden istedigin gibi,
İnsanliga dua eden gençler görecektin.
Gelseydin,asr-ı saadet gibi olmasa da
Koklanmaya deger güllerimiz vardi.
Yine senin ikliminde yetisen,
Ama,sen gelseydin,
Dikenler bile gül kokardi Efendim !
Seninle göz-göze gelmeden,
Gizli gizli seni seyretmek,
Hazret-i Vahsi gibi,
Hani sen hane-i saadetten,
Mescid-i Nebeviye giderken,
Aise anamiz ardindan,
Hayran hayran baklardi.
Seni mescidin önünde bekleyen,
Ashabin sa,bakislari yerderydi.
Edebten göz-göze gelmislerdi.
Sen de tebessümle nazar ederdin,
Mutebessim çehreni,
Bir Ebu Bekir görürdü,bir de Ömer.
Simdi okununca Ezan-i Muhammedi,
Pencerelerde,kapi önlerinde,
Seni bekleyen nemli gözler var.
Gelseydin ve yürüyüp geçseydin önümüzden,
Gülleri bayiltan o enfes kokunu çekerdik içimize..
Sevgili,
Hakiki asiklarin sana dogru uçarken,
Bizim bu yaptigimiz yolda emeklemekti.
Dünya güzelligiyle kollarini açarken,
Bizde düsen el açip kapinda beklemekti.
Sevgili,
Bekliyoruz.
Dursun Ali ERZİNCANLI

28 haziran yatsı - miraç

http://ilahiask.files.wordpress.com/2007/04/harikkaaaaa5wo3uw.gif?w=655
 
Hiç miraca çıktınız mı?

Yani bir namazda Mirac duygusu yaşadınız mı? 
Koltuğunuzun altına alıp,Mahşer'de Rabbinizin huzuruna güvenle taşıyacağınız bir vakit namazınız var mı?

Namaza durdunuz:

Huzurda mısınız?

Abdestinizi abdest gibi aldınız mı,
yani yüreğinizdeki manevi kirlerden arınma cehdi gösterdiniz mi,
sonra maddi her türlü kirden arındınız mı,
sonra Huzura çıkma vaktinin heyecanını yaşadınız mı,
sonra yönler içinde savruluşlardan kurtulup,O'na yöneldiniz mi, 
ve sonra bütün bu hazırlık eylemlerini getirip, 
"İşte huzurdayım Rabbim" gibi bir kalbi yoğunlaşma,niyet duruluğu yaşadınız mı?

"Allahü ekber!"

Tüm engelleri O'nun için aştınız ve geldiniz,yüreğinizden bir sada koptu,
tüm yücelikler O'nun yüceliği yanında silinip gitti,bir iman,bir karar,anıt gibi dikildi içinize:

"Allahü ekber!"

Huzurdasınız.Hem var hem yoksunuz,
O sizi kabul etti,böyle bir yüceliği tadıyorsunuz.kalbinizde tarif edilmez bir "Kabe kavseyn" heyecanı... meleklerin bile kanadı,bu yüceye çıkmak için yetmemiş,onlar bile geride kalmış.

Böyle bir namazınız var mı?

Namazlarınızdan kaygı duyuyor musunuz?

Kendinizi "Veylün lil musallin" kapsamı içinde hissetme tedirginliğine düştüğünüz oluyor mu? Namazlarınızda sık sık "sehv" alemlerine savrulduğunuz için....

Okumaya başladınız.Yüreğinizde Fatihayı idrak çağlayanı oluştu.Alemlerin Rabbini tefekkür ettiniz,
tüm övgüleri O'na tahsis ettiniz,O'nun Rahman ve Rahim ismi şeriflerine sığındınız,
Din Gün'ünü hatırladınız, "El hükmü yevmeizin lillah" dediniz,
o hüküm anında mutluluk yaşamayı düşlediniz,
sonra döndünüz, ibadetlerinize baktınız,bir ikrar geçti içinizden 
"Ancak....Sana ibadet ederiz, ancak.... Sen'den yardım dileriz." 
Yüreğinizin sarsılmalarına karşı bu ikrara sığındınız.
Sonra dua kelimelerinden yardım dilediniz, "İhdina! Bize yol göster!" 
sırat-ı müstakim için,in'am edilen insanların yolu için,
gazaba uğrayanların ve sapkınların olmayan yol için..."

Kıyamları,kıraatleri,rükuları,secdeleri nasıl yaşıyorsunuz?

Secdede bir Rabbani yakınlık hissediyor musunuz?

Namazdan çıkınca nasılsınız?

Namazdan çıkınca hayatınız nasıl?

Miraca tutkun - sevdalı bir namaz.

-Mirac'a çıktınız mı?

-Mirac iklimini yüreğinize taşıyan bir namaz kıldınız mı?

Ben derim ki,insanın böyle hiç olmazsa,bir vakit bir namazı olmalı.
Onu koltuğunun altına alıp,Rabbinin huzuruna varabilmeli, 
"İşte Rabbim, diyebilmeli,çok namaz kıldım,ama işte bu namazım bütün yarasına beresine rağmen Senin huzuruna taşınabilecek bir güzellik taşıyor!"

Ya siz dostlar....

Siz ne dersiniz?

Alıntıdır

28 haziran akşam - Namaz kılavuzdur

 Namazın önemi insana kılavuzluk etmesindedir
Bugün namazını, namazın seni kılavuzladığını düşünerek kıl
Namazın gösterdiklere, anlattıklarına, söylediklerine dikkat et
Namazın sonunda kalbine sor
Kıldığın namaz sana kılavuzluk ettimi
Seni hayra, takvaya kılavuzladı mı?

Kılavuzu namaz olan kötülüğe bulaşmaz
Kılavuzsuz kalan doğru yola ulaşmaz

Hayırlı kılavuzlar
Hayırlı namazlar

Esselamu Aleyna

27 Haziran 2011 Pazartesi

28 haziran ikindi - FATİHANIN ZİHNİ İNŞASI 11

yalnız sana kulluk ederiz demekle ne diyoruz 
 
yalnız sana kulluk ederiz demekle ne diyoruz

bu konuyu Besairul Kuran isimli tefsirinde müfessir Ali KÜÇÜK şöyle açıklıyor;

“Yalnız sana ibâdet eder ve yalnız senden yardım bekleriz.”
Yal­nız sana kul köle oluruz ve yardımı da sadece senden bekleriz.
Yalnız seni dinleriz, yalnız senin çektiğin yere gideriz ve sadece sen­den yardım umarız.
Evet burada bizden kendisine bu sözü vermemizi istiyor Rabbimiz.
Acaba günde en azından kırk defa bu sözü bize verdiren, sürekli bu ahdi bize yenilettiren Rabbimizin maksadı nedir?
Israrla tüm namazlarımızda bizim bunu hatırlamamızı, hiç bir zaman unutmamamızı isteyen Rabbimiz acaba bizim başkalarına da kulluk yapacağımız, yanılıp şaşırıp da hayatımızda başkalarını da dinleye­ceğimiz, başkalarının da çektiği yere gideceğimiz konusunda bilgi sa­hibi de, bu konuda bizi uyarmak ve sakındırmak mı istiyor?
Acaba bizi, bizden daha iyi bilen Rabbimiz bizim boyunlarımızdaki kulluk ipini kendisinden başkalarına da verebileceğimizi bildiği için mi ki, bizi uyarmak istiyor?
Acaba kendisinden başkalarına da kul­luk edeceği­miz konusunda bizden bir endişesi mi var ki her huzu­runa çağırışta bizden bu ahdimizi yenilememizi istiyor?
Bu mânâ etrafında düşüne­lim şimdi.

Acaba biz günde kırk defa Rabbimize verdiğimiz bu söze sâ­dık mıyız?
Acaba şu anda bizler gerçekten sadece Allah’a mı kulluk ediyoruz?
Acaba bizim hayatımızda başka Rablerimiz, başka efendi­lerimiz, başka mâbudlarımız yok mu?
Acaba şu anda tüm hayatı­mız-da sadece Allah’ı mı dinliyoruz?
Acaba hayatımızın tümünde söz sahibi Allah mı?
Yoksa hayatımızın bazı bölümle­rinde Allah’ı, öteki bölümlerinde başkalarını mı dinliyoruz?
Bu ko­nuda sıhhatli bir karar verebilmek için ibâdet kavramını tanımamız gerekecektir.
İbâdet, itaat demektir. İtaat etmek de bir varlığın arzularını ye­rine getirmek, tevâzu göstermek ve itiraz etmeksizin onun is­teklerine boyun bükmek demektir.

Bakın Şuarâ sûresinde Rabbimiz bu hususu şöyle anlatır. Firavun Allah’ın elçisi Hz Mûsâ’yı sorgulamaya başla­yınca Hz. Mûsâ da ona şöyle diyordu:

“Başıma kaktığın bu nîmet, İsrail oğullarını ken­dine kul ettiğinden ötürüdür" dedi.”
(Şuarâ 22)

Evet âyet-i kerimeden anlıyoruz ki, Firavun İsrail oğullarını zorla kendi arzularına itaat ettirerek, onları kendisine kul köle edin­mişti.
Demek ki bir varlığın emirlerine itaat, ona kulluk mânâsına gel­mek-tedir.

Yine Mâide sûresinde de şöyle buyurulur:

"Allah katında bundan daha kötü bir karşılığın bu­lunduğunu size haber vereyim mi" de, Allah kime lânet ve gazap ederse, kimlerden maymunlar, domuzlar ve tâğut-lara kullar kılarsa, işte onlar yeri en kötü ve doğru yoldan en çok sapmış olanlardır.”
(Mâide 60)

Dikkat ediyor musunuz?
Âyet-i kerimede Rabbimiz yeryü­zünde en kötü, en şerli varlıkların özelliklerini sayarken “Ve Abedet tâ-ğut” buyuruyor.
Yâni tâğutlara kulluk yapanlar, tâğutların, şey­tanların kulu olanlar.
Allah’tan başkalarının emirle­rine itaat ederek, Allah’tan başkalarının yasalarını uygulayarak onlara kulluk yapanlar buyuruyor.

İmam Taberî tefsirinde tâğutu şöyle tarif eder:
Allah’a is­yan edip, Allah’a baş kaldırıp kendi arzu ve yasalarıyla insanlara hükmeden insan, şeytan, put ve her türlü sistem, her türlü otorite, her türlü kurum, her türlü hâkimiyet ve başkanlıktır.

"Milletleri bize kul iken, bizim gibi iki insana mı ina­nacağız? " deyip onları yalancı saydılar.
(Mü’minûn 47)

Mü’minûn sûresinin bu âyet-i kerimesinde de anlatıldığına göre;
Rabbimiz, Hz Mûsâ ve kardeşi Harun’u, Firavun ve erkânına mûcizeleri ve apaçık delilleriyle göndermişti de onlar Al­lah’ın elçilerine karşı büyüklük tasladılar ve dediler ki; “Bu Mûsâ ve Harun’un milleti zaten şu anda bize kulluk yapıp dururlarken, biz onların Rabbi konu­mundayken kalkıp da bizim gibi iki insana mı iman edeceğiz? Onlar bize kul iken, onlar bizim egemenliğimiz al­tındayken, o toplumun, o köle toplumun iki üyesine iman edeceğiz ha? Bu olacak şey midir?” diyorlardı.

Bu konuda son olarak Yâsîn sûresinden de bir âyet okuya­lım inşallah:

Ey insanoğulları! Ben size, şeytana ibâdet etme­yin, o sizin için apaçık bir düşmandır, Bana kulluk edin, bu doğru yoldur, diye bildirmedim mi? "
(Yâsîn 60,61)

Yâsîn sûresinin bu âyetinde de şeytana ibâdetten söz edili­yor.
Rabbimiz diyor ki; “Ey kullarım! Ben size şeytana ibâdet etmeyin dememiş miydim?”

Peki acaba şeytana nasıl ibâdet edilir?
Biz biliyo­ruz ki yeryüzünde hiç kimse şeytana ibâdet etmez.
Bütün insanlar tab’an, fıtraten ondan nefret ederler.
Ama anlıyo­ruz ki burada kaste­dilen ibâdet, tapınma çok açıktır ki; ona itaat etmek demektir.
Şeytana itaat etmek, onun sözünü dinlemek, fısıltılarına, vesveselerine kulak vermek, onun arzuları peşi sıra gitmek, onun istediği şekilde hareket etmek ve gösterdiği yolda yürümek demek­tir.

Öyleyse şu okuduğum âyetlerin tümünde anlatılan ibâdet, bu varlıklara secde etmek, bu varlıklara namaz kılmak demek de­ğil;
bu varlıkların arzularını yerine getirmek, bu varlıkların emirlerini dinle­mek, bu varlıkların belirledikleri yasalar çerçevesinde hayatı düzen­lemek, bu varlıkları hayatta söz sahibi kabul etmek demek­tir.

Demek ki; Allah’ın dışında hayata karışacak, yasa belirleyecek başka ilâhlar, başka rabler, başka efendiler belirleyip onların emirle­rine itaat de ibâdettir. İşte bizim bu duruma düşmemizi iste­meyen, hayatımızın tümünde sadece kendisini dinlememizi, hayatımızın tü­münde sadece kendisine kul olmamızı isteyen Rabbimiz, Fâtiha sûre­sinin bu bölümünde bu ahdimizi sürekli yenileyerek hatırımızda canlı tutmamızı istemektedir.

Namazlarında sürekli bu ahitlerini yenileyen ve hayatlarında bu ahitlerine sâdık kalan mü’minler tüm hayatlarında sadece Allah’a kulluk ederler.
Müşrik­ler ise hayatlarına karışacak Al­lah’la beraber başka Rablerin, başka İlâhların varlığını da kabul ederler.
Tamam, hayatımızın ibâdet bölümüne Allah karışsın, ama ha­yatımızın öteki bölümlerinde söz sahibi bizim başka Rablerimiz, başka ilâhlarımız da vardır. Biz onları da dinlemek, onlara da kulluk etmek zorundayız.
Bunlar rubûbiyet ve ulûhiyet konusunda Allah’ın yeryüzünde ortaklarıdır. Bunların sözleri de dinlenmelidir.
Bunların yasaları da uygulanma­lıdır.
Bunların da emretme, nehyetme hakları vardır.
Bunlar da itaat edilme makamındadırlar.
Bunlar da fayda ve zarar verme yetkisine sahiptirler.
Kulluk bunların da hakkıdır diyorlar.

İşte bu şekilde yeryüzünde Allah’tan başka itaat edilmeye lâyık varlıklar kabul etmek demek; onlara da kulluk etmek demek­tir.
Adiy Bin Hatem hadisinde Allah’ın Resûlü son derece açık bir şekilde böyle din adamlarının, bilginlerin, idarecilerin emrettiklerini yerine geti­rip yasakladıklarına da itaatin mahza onlara kulluk ol­duğunu, onlara ibâdet olduğunu anlatır.

Demek ki Fâtiha’nın bu bölümünde herhalde bizim kendi­sini bı­rakıp başkalarına kulluk yaparak, ya da kendisine kullukla birlikte başkalarına da kulluk yaparak, başkalarını da din­leyerek, başkalarının önünde de eğilerek belimizin kamburlaşaca­ğından endişe ediliyor ki, sürekli bu ahdi yenilememiz isteniyor?
Yâni deminden beri anlattığım gibi ibâdet; bir varlığa itaat demektir ve şu anda Allah’ın dışında bizi kendilerine itaate çağıran yeryü­zünde binlerce tâğut, binlerce sahte Rab’ler, sahte efendiler, ka­nun koyucular, çevre, âdetler, moda, nefis, şeytan, zevkler, amir­ler, ağalar, babalar, analar, patronlar vardır. Bizi kendilerine de kulluğa, kendilerini de dinlemeye çağırarak bizi şirke düşürmek isteyen binlerce unsur var çevremizde.
Onun içindir ki bir Müslüman her gün kırk defa namazlarında Allah’a verdiği bu sözü unutup, hayatını par­çalara bölüp, her bir parçasında ayrı ayrı efendi­lere itaat etmeye bir başladı mı; Allah korusun, artık şirke düşmüş demektir.

Acaba şu anda öyle olmamış mı? Diyesim geliyor.
Acaba böyle değil miyiz bugün?
Allah için bir düşünün. Allah için vaziyetinize bir bakın.
Acaba şu anda Müslümanların başı Allah’tan başkalarının önünde eğilmiyor mu bugün?
Acaba Müslümanlar Allah’tan başkala­rına itaat etmiyorlar mı bugün?
Allah’tan başkala­rından korkmuyorlar mı?
Allah’tan başkalarına güven bağlamı­yorlar mı?
Allah’tan başkala­rını Rab, Melik, İlâh ve hâkim görmü­yorlar mı?
Allah’tan başkalarını hayata egemen bilmiyorlar mı?
Allah’tan başkalarını rezzâk bilmiyor­lar mı?
İkinci üçüncü derecedeki rezzâklarının gazabından emin ol­mak için Allah’ın arzularını terk etmiyorlar mı?
Acaba Allah’tan baş­kalarının kapısında adâlet arayanlar Allah’ın adâletini beğenmedikle­rinden, Allah’ın emirlerini dinlemediklerinden gitmiyorlar mı? Biz sa­dece Allah’ı dinleyemeyiz, O’nun dışında da dinleyeceğimiz ilâhları­mız var demiyorlar mı bu halleriyle?

Halbuki Nahl sûresinde Rabbimiz şöyle buyuruyordu:

“Allah buyurdu ki İki İlâh edinmeyin, sizin İlâhınız tek İlâhtır”
(Nahl 51)

“İki İlâh edinmeyin” diyor Allah.
Sizin kendisine kulluk edece­ği­niz, boyunlarınızdaki ipin ucu elinde olacak, çektiği yere gidece­ğiniz, hayat programını kendisinden alacağınız bir tek İlâhınız var, diyor.
Kendisine itaat edeceğiniz, sözünü dinleyeceğiniz, hayatı­nıza karışa­cak iki İlâhınız olmasın.
Camide ayrı bir ilâhınız, cad­dede ayrı bir ilâ­hınız olmasın.
Namaz konusunda sözünü dinleye­ceğiniz ayrı bir ilâhı­nız, hukukunuz konusunda ayrı bir ilâhınız ol­masın.
Oruç konusunda ayrı bir ilâhınız, kılık kıyafetiniz konu­sunda ayrı bir ilâhınız olmasın.
Âhiret konusunda etkili ayrı bir ilâhınız, dünya yasaları konusunda söz sahibi ayrı bir ilâhınız olma­sın.
Evet camide ayrı bir ilâhınız, caddede, sosyal hayatınızda ayrı ilâhlarınız olmasın diyor Rabbimiz.
Çünkü bi­zim camide yap­tıklarımız da, caddede yaptıklarımız da hepsi ibâdettir.
Hayatı­mızda ibâdet sayılmayacak bir tek saniyemiz bile yoktur.

Allah’ın saptırdığı kavim hıristiyanlar hayatı ikiye ayırdılar.
Kilise­nin içindeki hayat ve dışarıdaki hayat diye.
Veya kilisenin içinde Allah’a ayrılan, Allah’ın dinlendiği, Allah kaynaklı hayat ve dışarıda, sosyal hayatta başka İlâhlara ayrılan, başka ilâhlar kay­naklı hayat diye hayatı ikiye ayırdılar.
Camide ayrı bir ilâh, camide ayrı bir Rab, ticaret hayatında ayrı bir ilâh. Namaz, oruç konu­sunda ayrı bir ilâh, kılık kıyafette ayrı bir ilâh.
Hukukta ayrı bir ilâh, ekonomide ayrı bir ilâh.
Düğünde ayrı bir ilâh, kazanırken ayrı, harcarken ayrı bir ilâh ka­bul edersek,

yâni hayatı parçalar
ve ha­yatın her bir biriminde ayrı bir ilâhın sözünü dinlersek
Allah koru­sun aynen hıristiyanlar gibi biz de şirke düşmüş oluruz.

Çünkü bakın Rabbimiz onların bu sapmalarını anlatırken adlarını da ko­yarak şöyle buyuruyor:

“Andolsun ki, "Allah üçten biridir" diyenler kâ­fir ol­muştur; oysa İlâh ancak bir tek İlâhtır. Dedikle­rinden vazgeçmezlerse, andolsun onlardan inkâr eden­ler elem ve­rici bir azaba uğrayacaktır.
(Mâide 73)

Evet eğer bir Müslüman da hayatını parçalara bölüp her bir par­çasında ayrı Rablere, ayrı İlâhlara kulluk ederse aynı duruma düşmüş olacaktır.
Çünkü hayatı parçalamak şirktir.

Selef âlimlerimiz iyi anlaşılabilmesi için dinin hükümlerini, emir­le­rini ikiye ayırmışlar.
İbâdet ve muamelât diye.
Kur’an’ın ini­şin­den asırlar sonra bu ayırım yapılmış.
İnsanın Allah’la arasındaki iliş­kilerini düzenleyen dinin emirlerine ibâdet, insanın diğer insan­larla ilişkilerini düzenleyen bölümüne de muamelât denmiş. Ama bidâyette bunu yapanların niyetleri samimi idi.
Yâni herhangi bir art niyetleri yoktu.
Ve gerek bu ayırımın yapıldığı dönemlerde, ge­rekse ondan sonra asırlarca ibâdet dediğimiz dinin Allah’la insan arasındaki ilişkile­rini düzenleyen prensipleri de, muamelât dediği­miz insanın çevresiyle münâsebetlerini düzenleyen prensipler de Kur’an’dan alınıyordu.
İbâ­detin prensipleri de, muamelâtın prensipleri de Allah kaynaklı idi.
Her iki alanda da söz sahibi dindi.
Ama öyle bir zaman geldi ki ibâdet de­diği­miz Allah’la kul arasındaki ilişkilerin prensipleri Allah’tan, muame­lât dediğimiz insanın çevresiyle ilişkilerini düzenleyen prensipler de Parlamentodan alınmaya başlanınca işte Müslümanların haya­tında şirk açığa çıkmış oldu.
Müslümanlar Allah ve başkaları kay­naklı ikilem içinde bir hayatın mahkûmu oldular.
Hayatlarının bir bölümünde Al­lah’ın kulu olurlarken, öteki bölümünde başkalarının kulu durumuna düştüler.

İşte bu, dini parçalamaydı, hayatı parçalamaydı.
Hayatın bazı bölümlerinde Allah’ı dinleme, ama öteki bölümlerinde başka rablere, başka ilâhlara kulluk yapmaydı.
Çünkü insan kafasına göre mü’min olamaz.
Kimse kafasına göre bir iman ve İslâm be­lirleyemez.
Bu dinin belirleyicisi Allah’tır.
Öyleyse iman da, İslâm da Allah’ın istediği bi­çimde olmalıdır.
Şunu kesinlikle bilelim ki Al­lah’ın istediği imanda, Al­lah’ın ortaya koyduğu İslâm’da ibâdet kastı bulunmayan hiç bir beşerî faaliyet yoktur.
Kulluğun dışında sayabileceğimiz bir tek davranış yoktur.
Ve İslâm bidâyetinden ni­hâyetine kadar insan hayatında bu ibâdet mefhumunu gerçekleş­tirmeyi en büyük gâye edinmiştir.
İnsa­nın bireysel hayatında, in­sanın Allah’la ilişkilerinde, insanın insanla ilişkilerinde, insanın çevresiyle ilişkilerinde, ekonomisinde, iktisadî ha­yatında, ceza hu­kukunda, medenî ve aile hukukunda, bütün emir ve yasalarında İslâm’ın bundan başka bir hedefi yoktur.
İslâm hayatının tümünde insanın Rabbine kul olmasını, Rabbine kulluk içinde olma­sını is­temektedir.
Kur’an baştan sona bu kulluğu anlatmaktadır.
Bu dinin temel kaynağı olan Kur’an-ı Kerim’e baktığımız zaman ibâdet ve mu-amelâtın ayrı ayrı şeyler olmadığını görürüz.
Çünkü İlâh tektir.
Aksi takdirde insanın hayatına karışıcı iki ilâh kabul etmek zo­runda kalırız ki işte bu da şirktir.
İbâdette ayrı bir ilâh, muamelâtta ayrı bir ilâh dü­şünmek şirkin taa kendisidir.

Hayatı parçalayanlar, hayatın bir bölümünde Allah yasalarını, öteki bölümlerinde de birtakım Allah tanımaz tâğutların, otoritelerin yasalarını uygulamaya çalışanlar, bu halleriyle de müslüman olabile­ceklerini zannedenler, kesinlikle bilmelidirler ki bu dinden uzaklaşıp büyük bir sapıklığın içine düşmektedirler.
Öyle değil mi?
Bir itikadı ta­nımayan bir insan nasıl olur da o itikadın sahibi olabilir?
Bir dinin özünü, mahiyetini tanımayan bir insan nasıl olur da o dinin mensubu ola­bilir?

Eğer ibâdetten maksat sadece hayatın bir bölümünü Al­lah’a ayırmak olsaydı, eğer ibâdet sadece namaz, oruç, hac, ze­kat gibi belli şekiller ve hareketlerden ibaret olsaydı bunca peygam­berler kafilesi­nin bu kadar eziyetler çekmesinin mânâsı kalmazdı.

O zaman asla Allah elçileriyle Allah düşmanları arasındaki bunca kavgalar olmazdı.

Halbuki çekilen bunca eziyetler, dökülen bunca kanlar beşeri kullara kulluktan kurtarıp tek bir Allah’a kul yapabil­mek içindi.
Hayatın her bir alanında sadece Allah’a kul olmaları için, Allah berisinde tüm sahte Rableri, tüm yapay tanrı ve tanrı­çaları reddetmek için bu kadar müca­deleler olmuştur.
Hayatın bazı bölümlerinde hak iddia eden, egemen­lik iddia eden sahte rablerin, sahte tanrıların otoritelerini kırmak, ulûhiyet ve rubûbiyetlerini yok edip, ellerini Allah kullarının üzerinden çekip, hayatın tümünde yalnız Allah’ın hâkimiyetini gerçekleştirmek içindi.
Hayatın tümünde Allah’a kulluğu gerçekleştirmek içindi.

Eğer peygamberler böyle bir taksime razı olsalardı; tamam, hayatın bazı bölümlerinde insanlar Allah’ı dinlesinler, öteki bölümlerin-de de sizi dinlesinler. Hem size, hem de Allah’a kulluk yapsınlar de­selerdi vallahi hiç birisinin burnu bile kanamazdı.
Sahte rablerin, sahte tanrıların bu kadar gazaplanmalarına ve Allah elçilerine karşı savaş açmalarına da gerek kalmazdı.
Çünkü ne Ebu Cehiller, ne Nemrutlar, ne Firavunlar böyle hayatın bazı bölümlerinin Allah’a ve­rilmesine karşı değillerdi.
Meselâ insanların hayatlarının ibâdet bölü­münde Allah’ı dinlemelerine karşı değil­lerdi onlar.
Tamam hayatınızın bazı bölümlerinde Allah’ı da dinle­yebilirsiniz.
İlâhlardan bir İlâh olarak, tanrılardan bir tanrı olarak Allah yasalarını da uygulayabilirsiniz.
Ama hayatın tümüne karışıcı tek İlâh olarak Allah’a hayır diyorlardı.
Çünkü bizler de varız di­yorlardı.
Bizim yasalarımız, bizim emirlerimiz, bizim arzularımız da dinlenmeli.
Biz de egemen olmalıyız hukukta.
Biz de egemen ol­malıyız ekonomide.
Biz de egemen olmalıyız kılık kıyafette ve sosyal yasalarda diyorlardı.

Ayrıca dün de, bugün de bu yapay tanrılar tıpkı Allah’ın kulla­rına yaptığı gibi kendi kullarına cennetler ve cehennemler de vaad ediyorlar.
Kendi vahiylerini kabul edip uygulayanlara cen­netler, red­dedip uygulamayanlara da cehennemler vaadediyorlar.
Kendilerini Allah makamında görüyorlar.
Biz tanrıyız!
Biz İlâhız!
Mülk bizimdir!
Saltanat bizimdir!
Egemenlik bizimdir!
Bilgiyi biz dağıtıyoruz!
Şifayı biz dağıtıyoruz!
Rızkı biz veriyoruz!
Hayatınızı, düzeninizi biz sağlıyoruz! İstikbalinizi biz sağlıyoruz
diyerek in­sanları kendi egemenliklerine, kendi kanunlarına, kendilerine kulluğa çağırmaktadırlar.

Egemenlik bizdedir! Hâkimiyet bizdedir!
Eğer bizim kanunlarımıza itaat etmezseniz sizi yok ederiz!
Rızık bizdedir, eğer bizim de­diklerimizi yapmazsanız rızkınızı keseriz! Maaşınızı keser, tayi­ninizi çıkarır, sizi sürgün ederiz!
Şifa bizdedir, eğer bizim arzuları­mıza kul­luk etmezseniz, size türlü hastalıklar musallat ederiz.
İlim bizdedir, eğer bizim dediklerimizi yapmazsanız sizi cahil bırakırız!
Size diploma vermeyiz, sizi doktor yapmayız, size doçentlik payesi vermeyiz! Ege­menlik bizdedir, güç kuvvet bizdedir!
Eğer bize kul­luk etmezseniz dünyayı size haram ederiz!
Eğer bizim hâkimiyetimizi kabul etmezse­niz sizi kodese tıkar, güneşi size haram ede­riz! Hayatı size zindan ederiz! Diyorlar.



Tıpkı bugün böyle diyerek Allah kullarını kendilerine, kendi ya­salarına kulluğa çağıran sahte tanrılar ve tanrıçalar gibi dünün üçkâ­ğıtçılarının karşısında da eğer Allah elçileri böyle bir hayata, böyle bir kulluğa, böyle bir taksime razı olup susuverselerdi, inanın değil sür­güne maruz kalmak, değil ölümle kucaklaşmak, burunları bile kana­mazdı.



işte Fâtiha sûresinin bu bölümünde Rabbimize böyle bir ahitte bulunuyoruz.

Ya Rabbi! Hayatımızın sadece bir bölümünde değil, her bölü­münde sadece sana kulluk ederiz, sadece seni dinleriz, sa­dece senin istediğini yaparız, sadece sana sığınırız.
Daraldığımız, bunaldığımız zaman sadece sana dua eder, sadece senden yar­dım isteriz.
Çünkü bir kişinin Allah’tan başka birini, şu sebepler ni­zamı üzerinde müessir zannederek, etkili ve yetkili görerek ona dua etmesi, felâketler karşı­sında ondan medet beklemesi, ona sığınıp, onu kurtarıcı bilmesi o ki­şiye ibâdet anlamına gelmektedir.

Evet, insanlardan kimileri böyle kendilerinde bir nane görüp dua ettiklerinin, sığındıklarının kuludur.
Allah’a yapılması gereken kulluğu bunlara yaparak ibâdet etmektedirler. Kimileri yasalarını uy­gulamaya çalıştıkları tâğutların kuludur,
kimileri fısıltılarına, ves­vese­lerine kulak verdikleri, gösterdiği yoldan gittikleri şeytanın kuludur,
ki­mileri aşırı derecede sevip saydıkları dehaların, liderle­rin kuludur.
Ki­mileri Allah yerine oturtup putlaştırdıkları nefislerinin, heva ve heves­lerinin kulu,
kimileri Allah yasaları yerine ikame et­tikleri modanın kulu,
kimileri Allah’ı darıltma pahasına da olsa uy­maya çalıştıkları âdetlerin kulu, kimileri asla karşı gelinmez zan­nettikleri toplumun, çevrenin kulu,
kimileri yönetmeliklerin kuludur.

Gerek itikâdî anlamdaki kulluk olsun, gerek teşrî anlamındaki, kanun koyma konusundaki kulluk ol­sun, gerekse bilinen mânâdaki ibâdet şeklindeki kulluk olsun hepsi de birdir. Bunların tamamı kulluktur ve tamamı sadece Allah’a yapılma­lıdır.

İşte onun için burada diyoruz ki:

“Allah’ım! Ben bunlardan hiç birisine kulluk yapmam!
Bunlar­dan hiç birisine itaat edip irademi, hürriyetimi teslim etmem!
Ben bunlardan hiç birisine boynumdaki ipi teslim etmem!
Ben an­cak sana ibâdet ederim!
Ben ancak seni dinler, sana itaat eder ve senin çekti­ğin yere giderim!” diyoruz.

İşte İslâm’ın esası ve özü budur.
İnsanın kul olması demek, kul­luk yapması demektir.
Her kulun bir efendisi vardır.
Biz, bu sö­zü­müzle kendimizi Efendimize satıyoruz.
Satılan şeyin ikinci defa bir başkasına satılması, hem de bizi satın almak isteyen nefis, şeytan ve tâğutlar eğer bizi efendimizin aleyhinde kullanmak iste­yenlerse, bu gerçekten çok ayıp bir şeydir.
Bu suçu dünyada, herhangi bir dünyalık adına işleyen kişi için bile mah­keme açılır.
Yâni sattığı bir malı ikinci defa bir başkasına satmaya kalkışan kimseye ceza verilir.
Öyleyse kelime-i şahâdet söyleye­rek, ya da günde kırk defa namazlarımızda bu âyeti okuyarak kendimizi Allah’a satmışken, artık bir başkasına satılamayız.

Allah-kul, Rab-âbid, efendi-köle ve kulluk.
Esasen demin de ifade ettiğim gibi Kur’an’ın tamamı işte bu konuyu anlatır. Kur’an baştan sona bu üç konuyu anlatır.
Kur’an efendiden bah­seder, efen­dinin sıfatlarını anlatır.
Sonra kuldan, köleden
ve bu iki varlık arasın­daki ilişkiden, yâni kulluktan söz eder.
O halde ta baştaki sözü bir daha tekrar ediyorum, demek ki Kur’an’ın tamamı Fâtiha sûresinde toplanmıştır.

Fâtiha’da ifade ettiğimize göre bizim tek bir efendimiz var­dır.
Biz köleyiz ve tek efendimize kulluk ediyoruz diyoruz.
Burada kendi kendimize bir soru soralım:
Acaba gerçekten biz bunun far­kında mı­yız?
Acaba gerçekten Fâtiha’nın bu bölümünde ne dedi­ğimizin far­kında mıyız? Acaba gerçekten biz böyle miyiz?
Acaba şu anda bizim efendimiz bir tane midir?
Acaba bugün tüm haya­tımızda yalnız O’nu mu dinliyoruz?
Acaba hayatımızda dinleyip itaat ettiğimiz, teslim olup hizmet ettiğimiz başka rablerimiz, başka ilâhlarımız yok mu?



Burada bunu anlayabilmek için müsaadenizle bir tespitte bulu­nalım:
Bizim şu andaki kulluğumuz şuna benzer.
Bir hizmetçi, bir köle düşünün ki, aklının erdiği kadarıyla, babasından anasın­dan gördüğü kadarıyla, çevresinden aldığı görgü kuralları çerçe­vesinde efendisine hizmet ediyor.
Meselâ sabahleyin bir düşünü­yor, herhalde efendim benden bir sabah kahvaltısı ister diyor ve efendisine becerebildiği bir kahvaltı hazırlayıp ikram ediyor.
Bun­dan sonra, “Eh artık efendi öğ­le-ye kadar benden bir şey istemez” di­yor ve sabahtan öğleye kadar ki zamanı efendiden uzakta, nefsinin arzuları istikâmetinde, Ayşe’nin, Fatma’nın hizmetinde, para kazanmanın peşinde, dedikodu peşinde ya da başka efendilerin hizmetinde koşturuyor.
Öğle vakti olunca he­men efen­diyi hatırlıyor ve onun yanına gidiyor. “Galiba efendim bu vakitte benden bir öğle yemeği bekler” diyerek bir yemek ikram edi­yor.
Kısa bir süre onunla meşgul olduktan, onun hizmetinde bulun­duktan sonra “artık işim bitti” diyor ve yine başka efendilerin hizme­tine dönüyor.
Akşam olunca da “her halde efendim benden bir ya­tak ser­memi bekler” diyerek efendisine bir de yatak serince hepten onunla işi bitiyor.
Ne dersiniz? Acaba bu köle sizce iyi bir köle mi­dir?

İkinci bir hizmetçi daha düşünün ki; bu biraz daha ötekisin­den gayretli, görgülü.
Ötekisinden fazla olarak efendisinin hayva­nına ba­kıyor, sabahla öğle arasında bir saat kadar onunla meşgul olduktan sonra, “her halde efendi benden biraz fıkra anlatmamı ister” diyerek yirmi dakika kadar efendiye fıkra anlatıyor.
Veya “efendi her halde yatmadan önce benden kendisine biraz kaval çalmamı bekler” diyerek on beş da­kika kadar kaval çalıveriyor tamam.
Bu hizmetçi nasıl sizce?

Bizim şu anda efendimize yaptığımız aynen bunun gibi değil mi? Sabahleyin efendi bizden bir sabah namazı bekler her­halde diye­rek sarhoşça, ne dediğimizi, ne okuduğumuzu, hangi taahhütlerde bulunduğumuzu bilmeden bir sabah namazı kılıyo­ruz.
Diyoruz ki ta­mam artık bundan sonra öğleye kadar efendinin beklediği başka bir şey yoktur.
Sanki bu anlayışla, bu edeple efendinin huzurundan ayrı­lıp Ayşe’nin, Fatma’nın, nefsin, şeyta­nın, şehvetin, tâğutların, paranın, pulun, şöhretin, dünyanın, dük­kanın, tezgahın peşine takılıyoruz.
Öğle vakti yaklaştığı zaman efendiyi hatırlıyoruz, herhalde efendi benden bir öğle namazı bekler diyoruz, yine sarhoşça bir namaz kıl­dıktan sonra yine efen­diyi unutup başka efendilerin, başka Rablerin peşine takılıyoruz.
Bizim hizmet anlayışımız, kulluk anlayışımız işte budur.

Halbuki İslâm’ın kulluğu bu değildir.
Allah’ın istediği kulluk bu değildir.
İslâm’ın kölelik anlayışı bu değildir. Şunu hiç bir za­man hatı­rımızdan çıkarmayalım ki İslâm’daki kulluğun şartı zama­nın tümünü efendiyle birlikte geçirmektir.
Sabah O’nunla beraber,
öğleye kadar O’nunla beraber,
öğle O’nunla beraber,
namaz kılar­ken O’nunla be­raber,
ticaret yaparken O’nunla beraber,
yemek yerken O’nun kulu,
giyinirken soyunurken O’nun kulu,
severken küserken O’nun kulu,
yatarken O’nun kulu,
hanımıyla beraberken O’nun kulu,
tırnak keser­ken O’nun kulu,
hâsılı hayatın tümünde O’nun kulu
ve O’nunla bera­ber olmaktır.
Efendiden ayrı bir tek sa­niye bile düşünülemez.
İşte Al­lah’ın istediği kulluk budur.
Çünkü Allah kulunun hayatında boşluk bı­rakmaz.



Ve işte biz, Fâtiha sûresinin bu bölümünde hayatın tümünü kul­luk olarak Allah’a takdim ede­ceğimize dair Allah’a söz veriyoruz.
Ya Rabbi söz veriyorum, ben hayatımın tümünde sadece sana kulluk edecek, sadece seni dinleyeceğim diyoruz.
Ama bu gerçekten zordur.
Hayatın tümünde Allah’ın kulu olup, sadece O’nu dinlemek ger­çekten zordur. Çünkü piyasada bizi Allah’a kulluktan koparıp ken­dilerine kulluğa çağıran yığınlarla varlık var.
Nefis, şeytanlar, tâğutlar, çevre, baba, ana, toplum, yasalar, yönetmelikler, müdür amir vs vs.
Bizi sa­dece Allah’a kulluktan, sadece Allah’ı dinleyip O’nun istediği gibi ya­şa-maktan koparıp kendilerine de kulluğa ça­ğıran yığınlarla varlık var.
İşte tüm bu aleyhteki unsurlardan kur­tulup sadece Allah’a kulluk ya­pabilmek için, bu zoru başarabilmek için de burada Rabbimizden yar­dım istiyoruz.
Yâni kendisine yapacağımız kulluk konusunda da ken­disinden yardım istiyoruz. “Ancak sana ibâdet eder, ancak senden yardım bekleriz” diyoruz.
Onun içindir ki namaz Allah’tan yardım is­teme konusuymuş. Ebu Davut’un rivâyetinde şöyle buyurulur:

“Allah’ın Resûlü ne zaman bir şeye üzülürse he­men namaza dururdu."

Bir başka rivâyette de hadîseler onu üzüp, bitkin hale geti­rince:

"Bizi serinlet ey Bilal!"

Yâni; “Bir ezan oku ey Bilal!
Bir namaza duralım da rahatlaya­lım” buyururdu.

İbni Cerir rivâyet eder:
“Allah’ın Resûlü karnı ağrıyan bir adam gördü de ona şöyle buyurdu: "Kalk na­maz kıl! Çünkü onun şifası namazdır" Buyurdu.”

Yine rivâ­yet edilir ki; “İbni Ab-bas’a kardeşinin vefat haberi verilince önce istirca etti, sonra da he­men bir kenara çekilip iki rekat namaz kıldı. Böyle bir durumda Al­lah’tan yadım dilemeyi ihmâl etmedi.” Na­mazla Allah’tan yardım dile­mek.

Öyleyse biz de öyle bir namaz kılalım ki;
Allah bize yardım et­sin, anlamına gelecektir bu.
Yâni Allah’ın yardımını celp edecek bir namaz kılmalıyız.
Eh ben namaz kıldım. Ya Rabbi hani bana beş bin lira verecektin!
Olmayacağına göre namazın bizzat ken­disi yardımın gereğidir.
Yardımın anahtarıdır yâni.
Bir de peygam­berimiz diyor ki “Namazla Allah’tan şifa isteyin” Demek ki şifa konusunda da yardım namazla olabilecek, namazla istenebi­lecektir.
Artık ne tür bir şifadır bu?
Sosyal dertlere mi? Bedenî dertlere mi? Ailevî dertlere mi? Bunları erbab-ı namaz bilir diyoruz.

Herhalde Allah’ın istediği biçimde bir hayat süren adam, acıları da pek o kadar duymayacaktır.
Meselâ şu anda Bosna’dakiler veya Çeçenistan’dakiler, eminim bizden daha rahatlar.
Bazen kolu gidiyor, bazen ayağı kopuyor, bazen arkadaşı ölüyor gözü­nün önünde, ama adam hiç tınmıyor bile.
Niye? Belki de o ortamı daha bir yakın görüyor ve yaşıyor da ondan.
Eh şimdi namaz de­mek; kişinin Allah’la bera­berliği demek olunca, elbette Allah’tan yardım dilemesi de, şifa dile­mesi de mümkün olacaktır.

Namaz Allah’tan yardım isteme sebebidir.
Namaz "talim-i mesele"dir. Yâni Allah’tan istemeyi öğretendir.
Allah’tan nasıl iste­neceğini öğretendir.
Veya Allah’tan istenmesi gerekeni isteme maka­mıdır namaz.
Ve, işte Fâtiha sûresinin bu âyetiyle Allah’tan yardım dileme makamında oluyoruz.
Evet, günde kırk defa biz na­mazla Al­lah’tan yardım istiyoruz.

Ya Rabbi tüm hayatımda sadece senin kulun olacağım!
Sa­dece seni dinleyecek ve sadece senin git dediğin yere gidece­ğim!
Boynumdaki ipin ucunu sadece senin eline vereceğim!
Ama bu ger­çekten çok zor bir şeydir.
Beni senden koparıp kendilerine kulluğa çağıran binlerce sahte rabler var.
Bu konuda da yardımı senden bekliyorum!
Bana yardım et Allah’ım! diye Allah’tan yardım isteme maka­mıdır namaz. Namaz kılmayan bir adam, yâni bu du­ayla günde kırk defa Allah’a iltica etmeyen bir adamın tüm hayatı bozuk demektir.
Namaz kılmayan bir kişi oruç ta tutamaz.
Namaz kılmayan bir kişinin, Allah’ın istediği biçimde giyinmesi de mümkün değildir.
Namaz kılma­yan bir kimse zekatı da veremez.
Namaz kılmayan bir kişinin çocukla­rını Müslümanca eğitmesi de mümkün değildir.
Namaz kılmayan bir kişinin Allah’ın istediği biçimde müslümanca bir hayat yaşaması da mümkün değildir.
Namaz kılma­yan bir kişinin tüm hayatı bozuktur.
Neden?
Çünkü Allah, ona yar­dım etmeyecek demektir.
Namaz kılarak ve namazında ya Rabbi tüm hayatımı Müslümanlaştıracağım, tüm hayatımda senin istedi­ğin biçimde sana kulluk yapacağım, ancak bu konuların tümünde yardımı senden bekliyorum, diye günde kırk defa dua etmeyen bir adam Allah’ın yardımından mahrumdur.
Ve elbette Allah’ın yardımından mahrum olan bir kişinin hayatının düzgün olması da mümkün de­ğildir.

Derken, bunu ortaya koyuyoruz. Ya Rabbi! Tüm kulluğu­muz sa­nadır.
Tüm hayatımızı kulluk olarak sana sunuyoruz.
Ha­yatın tü­münde senin kulun olduğumuzun farkındayız.
Ama üzüle­rek ifade edeyim ki şu anda pek çoğumuz ne dediğimizin farkında değiliz.
Biz sanki böyle değil de şöyle diyoruz: “İyyake Na’budu”sanki: “İyyake nüsalli ve iyyake nestaiyn” di­yoruz.

Yâni ancak sana kulluk yaparız ve ancak yardımı senden bekleriz yerine.
Ancak sana namaz kılarız ve ancak senden yar­dım bekleriz diyoruz.

Veya: “İy-yake nesumu ve iyyake nestaiyn” diyoruz.

Yâni ya Rabbi ancak sana oruç tutarız ve an­cak senden yardım bekleriz diyoruz.

Veya: “İyyake nehuccu ve iyyake nestaiyn” diyoruz.

Yâni ya Rabbi ancak senin için hacceder ve ancak senden yardım bekleriz di­yoruz.

Niye böyle di­yoruz?
Çünkü bizim ibâdetten anladığımız sadece bunlardır da ondan.
Hayatın tümünün kulluk olduğunun farkında deği­liz, far­kında olanlarımız da hayatın tümünde Allah’a kulluğu gerçek­leşti­remiyor da ondan böyle diyoruz.