30 Eylül 2011 Cuma

1 ekim yatsı- İlla Namaz - Ramazan Kayan


İlla Namaz - Ramazan Kayan
Namaz tüm zamanları kuşatan bir kulluk eylemidir. Sabah, öğle, ikindi, akşam, yatsı… Kuşluk, teheccüd… Bir namazdan boşalınca bir sonraki namaz devreye giriyor. Anlıyoruz ki, namaz “boş vakitler” in uğraşısı değil, hayatın bütününü kapsayan olmazsa olmazımızdır…

Her vakit bize tanıklık ediyor. Biz de her ana secde yüklüyoruz… Çünkü zaman bize emanet… Sürekli namazla durulur ve donanırız… Namazı tüm zamanlara yayan, zamana yenik düşmez… Namaz günü kucaklar…

“Gündüzün iki tarafında ve gecenin (gündüze) yakın saatlerinde namaz kıl; çünkü iyilikler (hasenat), kötülükleri giderir. Bu ibret alanlara bir öğüttür” (Hud114)

Güneşten önce de, sonra da ayaktayız… Üzerine güneş doğmayan bir medeniyetin çocukları olarak, aynı zamanda üzerine güneş batmayan bir disiplinden geliyoruz…

Namaz ilahi bir gündemdir… Hayatın günübirlik, gaileleri, gelgitleri arasında Allah’tan kopmamak için namaz devreye giriyor… Müslüman, günde beş defa hayatın yoğun temposunu durdurup, namaz ile ruhun doyum ve dolumunu sağlıyor. Durağanlıktan ve dağınıklıktan kurtulmak, yeniden doğrulmak için namaz insanın elinden tutuyor…

Namaz, alemlerin Rabbi yüce Allah tarafından günün belli dilimlerine yerleştirilmiş tevhidi bir ıslah eylemidir… Belirlenmiş aralıklarla hayatı tarama ve tamamlama fırsatı sunuyor…

Efendimizin (sav) dünyada bize belirlediği hedef, biçtiği misyon belli:

“Yeryüzü bana mescid kılındı!”

Hayata nereden bakacağımızı, dünyayı hangi bakış açısı ile okuyacağımızı bize öğretiyor… Tüm arza secdeyi yaymamız gerekiyor… Yani yeryüzü bir seccade… Kimileri için yeryüzü sadece bir üretim ve tüketim sahası… Yani iş alanı… Kimileri için sömürü ve savaş meydanı… Kimileri için ise otel ve lokantadan başka bir anlam ifade etmiyor. Kimileri için oyun ve eğlence salonu… Mescidsiz bir dünya insanın zindanıdır ancak. Arzın tanzim ve tezyini namazla mümkün. Yeryüzünün sulh ve salahı salatla gerçekleşir. Bu bakımdan namazın koruyucu ve kurucu gücünü keşfetmek lazım…

Hayatın ağırlığı üstümüze çöktüğünde namaz elimizden tutar. Karanlıktan, kirlilikten, korkaklıktan korur bizi… Namaz, yaşadığımız günleri bir güvenlik iklimine dönüştürür… Dünyanın hannaslarına, hasudlarına, hainlerine, haramilerine karşı namazı kuşanırız… Karanlığı yırtmak, kâbusları atmak, kaosları dağıtmakiçin hep namazlı olmayı tercih ediyoruz…

Hayatımıza el koymak isteyenlere inat, namazla direniyoruz… Namaz bize dik durmayı ve diri kalmayı öğretiyor… Hevaya yenik düşmediğimizi, tuğyana teslim olmayacağımızı, karanlık güçlerle iş tutmayacağımızı namaz ile deklare ederiz.

Namaza durmak, tevhidi anlayış ve davranış biçimleri dışında hiçbirşeye itibar etmemektir… Namaz, hayatın rabbani bir rotaya oturmasıdır… Bu puslu bulanık dünyada, bizi hakikate yönlendirecek gerçekçi pusula kuşkusuz namazdır…

Öyle bir namaz ki; şeytanı kahreden… Şerleri defeden… Münkeri nehyeden… Fahşayı tardeden… Şehveti refeden… bir namaz…

Unutmayalım; Rabbinin huzurunda belini bükmeyen bir kişinin, küfrün belini kırması mümkün mü? Değil. Küfrün belini, şeytanın bacağını kıracak olan dosdoğru kılınacak olan namazlarımızdır… Bundan dolayı olsa gerek, İslam savaş ortamında bile illa namaz diyor… Savaşla namaz iç içe…

“(Savaş ortamında) içlerinde olup onlara namaz kıldırdığında, onlardan bir grup, seninle birlikte dursun ve silahlarını (yanlarına) alsın; böylece onlar secde ettiklerinde, ortanızda olsunlar. Namazlarını kılmayan diğer grup gelip seninle namaz kılsınlar, onlar da ‘korunma araçlarını’ ve silahlarını alsınlar…” (Nisa 120)

Savaşta bile namaz vazgeçilmez iken, barışta namazsızlığı nasıl anlamalıyız?

O ilk Kur’an nesli, kaybedilen savaştan daha çok zayi edilen namaza yanıyorlardı… Çünkü Peygamberinden böyle görmüşlerdi…

Rasulullah (sav) vaktinde kılamadığı bir vakit namaz için nasıl da ızdırap duyuyordu?

Bir gazve sonrası ashabı ile birlikte Medine’ye dönerken yorgun düşen ordu için yolda mola verdi. Ashabına seslendi:

“Kim bizim için fecre kadar nöbet tutar? Olur ki, uyuya kalırız!”

Hz. Bilal (ra) öne atılır:

“Ben” deyiverir. Ordu istirahrata çekilir. Bilal nöbettedir, ancak onun da üzerinde sefer yorgunluğu vardır. Sabaha yakın bulunduğu nöbet mahallinde devesine yaslanır ve uyuya kalır. Yükselen güneşin ışınları ile Hz. Peygamber ve ashabı uyanırlar. Sabah namazını kaçırmışlardı. Herkes üzgün…

Efendimiz (sas)’in ilk defa sert ve kınayıcı bir sesle Bilal’e çıkıştığını görüyoruz:

“Bize ne yaptın Bilal!”

Bilal mahcup… Bilal mahzun… Elinde olmayan bir nedenden dolayı başlarına gelen bu musibet sebebiyle Bilal de yıkılmıştır, kendini savunmaya çalışır:

“İşte seni tutan şey, beni de tuttu.”

Herkes tedirgin, hüzün bulutları çökmüştü üzerlerine… Sanki savaşı kaybetmiş gibi bir halleri vardı… Başlar önlerine eğik… Acaba vaktinde kılınmayan bu namazdan dolayı Rasulullah (sav) ne diyecekti?

“Namazı unuttuğunuz ve sonra hatırladığınız zaman onu ikame edin, ki Allah tebareke ve teala böyle diyor.”

Rahmet Peygamberi Hz.Muhammed (sav)’in insanlara karşı ne kadar merhametli olduğunu biliyoruz. O’nun insanlara beddua etmekten imtina ettiğinin de farkındayız. Fakat bunun bir istisnası vardır. O da Hendek savaşında düşman güçleri ikindi namazını kılma fırsatı vermemişlerdi. Bunun üzerine Nebi (sav) onlar hakkında:

“Onlar nasıl güneş batıncaya kadar uğraştırıp bizi orta (ikindi) namazından alıkoydularsa, Allah da onların evlerine, karınlarına ve kabirlerine ateş doldursun” diyerek beddua etti, ilendi.” ( Buhari-Müslim)

Belki de bu nebevi cümleden hareketle bizi namazdan alıkoyan her ne ise ona “olmaz olsun” dememiz gerekecektir… Bu iş, eş, aş, arkadaş, ya da başka bir şey olabilir… Namazla aramıza giren, namazımızı engelleyen herşey bizden uzak olmalı…

Evet, o ilk İslam nesli için namaz, sadece namaz değildi… Onların dünyasında namazın farklı bir anlamı ve derinliği vardı… Namaz aynı zamanda; kıraat, zikir, hamd, dua, istiğfar, oruç, tefekkür, tesbih, tevhid demekti…

Dünya hayatının keşmekesi içinde Allah ile irtibatımızı kalıcı kılacak olan namazın ikamesidir… Ancak unutmayalım ki, huşu katmadığımız bir namazın kıymeti yoktur… Ruhumuzda iştirak etmiyorsa, sadece bedenin eğilip-kalkması namaz değildir. Namazı yüreğinin derinliklerine indirmek gerekiyor… Yoksa namazdan huşuyu çekip alırsanız geriye sadece kültür-fizik kalır…

Öyle bir namazımız olsun ki, bizi Rahman’a ram eylesin… Ne hayatın yoğunluğu, ne bedenin yorgunluğu, ne de yorganın yumuşaklığı bizi namazdan alıkoymasın…

Yani Kur’an’ın işaret ettiği, Rasul’ün ikame etttiği namaz… Ne eksik, ne fazla O’ndan gördüğümüz gibi bir namaz… Şimdi, O (sav)’nun “gözümün nuru” dediği namazı gözümüzde büyütebilir miyiz? O ki, O’nun ümmetiyiz, gözümüzü koruduğumuz gibi namazı da korumamız gerekiyor…

Çünkü, hız ve haz dünyasında bize itidal ve istikamet kazandıracak olan huşu üzere kılınan namazdır… Kıbleye yönelmek tüm dünyacı, zevkçi, çıkarcı eğilim ve yönelişleri aşmak ve aşağılamaktır…

Böylesi bir namaz bilincini kuşandığımız zaman göreceğiz ki;

Nasıl ki, Hz. Musa (as)’ın asası var idiyse, bizim de namazımız var… Namazla çağın sihirli tuzaklarını bozmaya ne dersiniz?

Hz. Nuh (as) gemisi ile tufanları nasıl aştı ise, biz de tuğyanları namazla alt etmeyi pekala başarabiliriz…

Hz. Süleyman (as)’ın saltanatına imrenerek ve ibretle bakanlar, takılı kalmayın, bizim de salatımız var…

Hz. Muhammed (sav)’in miracı gözlerimizi kamaştırırken, namazın bize miraç kılındığını unutmamak lazım…

Hz. İsa (as)’a açılan “maide” yi okurken, namazın bize sunulan bir gök sofrası olduğunun farkında mıyız?

Namazın gücünü anzak hakkıyla namaz kılanlar elde edebilir.

Namaz nizamdır… Gecemize, gündüzümüze çeki-düzen vermiş oluyoruz… Namazla kendimizi inşa eder, arzın ıslahına ve imarına talip oluruz… Evet, biz namazı ikame ettikçe, namaz da bizi inşa edecektir… Hiç kuşkusuz, namaz bizi insan kılacaktır… Çünkü namaz rayından çıkan hayatı mecrasına oturtmaktır… Daha doğrusu rotayı cennete doğrultmaktır… Gecemize, gündüzümüze, yazımıza, kışımıza, ömrümüze, ölümümüze, mesaimize, tatilimize, özelimize, genelimize namazı yerleştirmek durumundayız… İşte o zaman namaz bizi kuşatacak… Namaz bizi kuracak… Namaz bizi kılacak…

Görünen o ki, bugün namaz kılanların bile namaza ihtiyacı var… Hem de namaz gibi namaza… Mirac olacak, müjde olacak, moral olacak, mecal olacak bir namaza…

Sürekli, acaba namazıma bir halel geldi mi endişesi ile ürpermeliyiz… Umulur ki, işte o zaman, namaz dışındaki zamanlarımız da namaz yerine geçecektir… Her an namazdaymışız gibi bir ruh halini kuşanmış oluruz… Hayatı namazlaştırdığımız zaman, namaz da hayatlaşmış olur…

Daha açık ifade etmek gerekirse; kulluk kalitemizin göstergesi namazdır… Başka bir ifade ile kulluğun özü ve özeti namazdır.

Sözün özü; dirilişimiz namazla olacak, bunun için de önce bizim namazı diriltmemiz gerekiyor… Ve bizden namazı her yere yaymamız bekleniyor…

Bizim kuşak olarak, yıllarca şu sloganla yürüdük:

“Zincirler kırılsın, Ayasofya açılsın!”

Ama bu sloganı şiar edinenler iktidar oldular, hâlâ ne zincirler kırıldı, ne de Ayasofya açıldı… Niçin?

Vardığım sonuç şudur: Bu sloganla yürüyenler önce sabah namazlarında Sultan Ahmet Camiisini doldurmadıkları sürece Ayasofya’nın açılacağını sanmıyorum… Yani Ayasofya’nın cami olmasının yolu sabah namazlarında camileri cemaatle doldurmaktan geçiyor…

Tabii önce bu bilinçte bir cemaatin inşası gerekiyor… Belki o zaman Rabbim özgür Mescid-i Aksa’nın yollarını da bize açacaktır…

Hülasa; namazsız İslam yok…

Namazsız hayatta hayat değildir, yaşamaya değmez…

Belki şu soru zihninizi kurcalayabilir: Namazı terk etmenin hiç mi bir yolu yok? Var…

Şayet, Allah’a işiniz düşmeyecekse, namaz kılmayabilirsiniz!

Ya da sakar (cehennem ateşi) bana işlemez diyebiliyorsanız, namazı terk edebilirsiniz?

Değilse;

İlla namaz… İlla namaz…İlla namaz…

1 ekim akşam - mescide doğru atılan adımlar


Mescide Doğru Atılan Adımlar - Fehmi Çiçek

Bu hadisi şerif camide cemaat ile namaz kılmanın ne muazzam bir fazilet olduğuna, camiye gelmemek ile de ne büyük nimetler kaçırıldığına delalet eden hadislerdendir

Namaz maddî ve manevî tenizliktir. Kelime-i Şahadet getirerek Allah'ın Zatında, sıfatlarında ve fiillerinde her türlü şirki reddedip Hz. Muhammed(s.a.s)'in nübüvvetini tasdik etmekle Müslümanlığını bütün dünyaya ilan eden bir şahsın ilk yapacağı iş, namazlarını ikame etmek (yani zahir ve batın şartlarına uygun olarak ölünceye kadar kılmak)tir. Zira sevgili Peygamberimiz(s.a.s)'e en faziletli ve en değerli amel nedir? diye sorulmuş O da ilk önce "Vaktinde kılınan namazdır" demiş sonra “Ana babaya iyi davranmayı ve Allah yolunda cihat etmeyi zikretmiştir.” İbni Ömer (Radıyallahü Anhüma), Rasulullah (s.a.s)'in şöyle dediğini rivayet etmiştir: "İslam beş şey üzerine bina edilmiştir: 1. Allah'tan başka ilah olmadığına ve Hz. Muhammed'in Allah'ın elçisi olduğuna şehadet etmek. 2. Namazı ikame etmek. 3. Zekât vermek. 4. Kâbe'yi hac etmek. 5. Ramazan orucunu tutmak". Halk arasında "İslam'ın beş şartı" diye meşhur olan bu hadisi şerif'te, görüldüğü gibi, İslam'ın üzerine bina edildiği temeller anlatılırken 'Kelimei Şahadet'ten hemen sonra namaz zikredilmiştir. Namaz'ın dinin temelleri arasında zikredilmesi onun ehemmiyetini ve fazîletini gösteren açık bir delildir. Namazın farziyeti kitap, sünnet ve icma ile sabittir. Kur'an-ı Kerim'de namazın fazîletine ve önemine delalet eden birçok ayet vardır. Bunlardan bazılarını şöyle sıralayabiliriz: "Hiç şüphesiz ki namaz, müminler üzerine, vakti belirlenmiş bir farz olmuştur" (Nisa: 103) "Namazı ikame edin, Zekâtı verin, rükû edenlerle birlikte rükû edin" (Bakara: 43) "Namazı kılın" (Bakara: 110, Nisa:77, Nisa:103, Enam:72, Yunus:87, Hac:78, Nur:56, Rum:31 Mücadele:13, Müzzemmil:20) Ebu Hureyre (r.a.) Peygam- ber (s.a.s)'i şöyle söylerken işitmiştim dedi: "Ne dersiniz? Sizden birisi evinin önünde (gürül gürül) akan bir ırmakta günde beş defa yıkansa, üzerinde hiçbir kir kalır mı? Ashab: "Hayır, hiçbir kir kalmaz" dediler. Bunun üzerine Allah Resulü(s.a.s): Beş vakit namazda aynı şekildedir. Allah beş vakit namaz ile hataları yok eder, buyurdular.
Namazı sünnete uygun olarak kılan bir kimse maddî ve manevî birçok faydalar ve nimetler kazanır. Abdest alarak günde beş defa ellerini, ayaklarını yıkayan, ağzını ve diğer uzuvlarını temizleyen bir kimsenin vücudu insan sağlığını tehdit eden pisliklerden, kirlerden ve mikroplardan arınmış olur. Aynı zamanda manevî âlem ile bağlantı kurarak Allah'tan almış olduğu ilâhî güç ve imanla ruhunu ve içyapısını kuvvetlendirip insanı felakete götüren bozuk duygulardan, gurur, kibir, haset, gıybet, şehvet, yalan ve günah gibi manevî kirlerden korumuş olur. Namaz, maddî ve manevî bir temizliktir. İşte bu nedendendir ki Nebiyyi Muhterem Efendimiz günde beş vakit şartlarına göre namaz kılan bir kimseyi evinin önünde gürül gürül akan bir nehirde günde beş defa yıkanan bir insana benzetmiştir. Ankebut Suresi'nin 45. Ayeti Kerimesi'nde Yüce Rabbimiz "Hiç şüphesiz ki namaz, insanı günahlardan ve kötülüklerden nehyeder (uzaklaştırır)" buyurmaktadır. Beş vakit namazı camide cemaatle huşu içinde kılan bir kimse günah işleyemez, hırsızlık yapamaz, faiz yiyemez, ticarette sahtekârlık yapamaz, hiç kimseye zulmedemez, görevini kötüye kullanamaz. Çünkü o, bu kötülüklerin hesabını kıyamet günü Alemlerin Rabbi'ne çok şiddetli bir şekilde vereceğini iyi bilir. O halde temiz toplum ve temiz çevrenin temeli camide namaz kılmakla atılır. Allah ve Resulü'nün emir ve yasaklarına göre çalışmayan bir sistemin çarkları arasında iç dünyaları tahrip edilen insanımızı ancak namaz ve manevî hastaneler olan camiler diriltebilir. Namazda büyük bir sır, muazzam bir güç yatmaktadır. Eğer böyle olmasaydı mutlak güzelliğin sahibi ona bu kadar değer verip dinin direği yapar mıydı? İbnü Haldun Mukaddimesinde, insanın, ruhani (manevi, psikolojik) ve beşeri (cismani) olmak üzere iki kutuplu bir dünyanın mücadele merkezi olduğunu söyler. Eğer insan ruhani yönünü kuvvetlendirir ise onun beşeri (cismani) yönü zayıflar. Beşeri yönünü kuvvetlendirir ise ruhani yönü zayıflar. İşte namaz başta olmak üzere, İslam'ın diğer ibadetleri, ilahi emir ve yasaklar, itaat ve zikirler insanın bu ruhani (meleki) yönünü kuvvetlendirmeye yöneliktir. Ruhani yönü kuvvetlenip beşeri (cismanî, şeytanî) yönü zayıflayan bir insanın artık sözlerine ve fiillerine "Hakk" hâkim olmuştur. Böylece bu insan hayatın hangi alanında olursa olsun yüce ve ulvî ameller sergileyip söz ve davranışlarıyla etrafını devamlı aydınlatacaktır. Hatta ruhanî yönünü yukarıda belirtilen yollar ile çok daha fazla kuvvetlendirir ise, fiziğin ötesine geçme imkânına bile sahiptir.
Mescide Doğru Atılan Adımlar
Ebu Hureyre (r.a.), Allah Rasulü (s.a.s)'in şöyle dediğini rivayet etti: "Bir kimsenin camide cemaat ile namaz kılması evinde veya iş yerinde tek başına kılmasından yirmi yedi derece daha üstündür. Bu şu şekilde olur: O kimse güzel bir abdest alır, sonrada sadece namaz kılmak gayesiyle mescide çıkarsa (mescide doğru attığı) her adımla Allah katında bir derece yükselir. Daha önce işlediği bir günahı da ondan dökülür. Mescitte namaz kıldığında ise, namaz kıldığı yerde abdestini bozmadan ve eziyet vermeden kaldığı müddetçe, melekler ona dua ederler ve şöyle derler: “Allah'ım bu kula merhamet et, Allah'ım bu kula mağfiret et, Allah'ım bu kulun tevbesini kabul et.”
Bu hadisi şerif camide cemaat ile namaz kılmanın ne muazzam bir fazilet olduğuna, camiye gelmemek ile de ne büyük nimetler kaçırıldığına delalet eden hadislerdendir. Allah Resulü(s.a.s), beş vakit farz namazı ömrünün sonuna kadar camide cemaat ile kılmıştır. Onun Raşit halifeleri, sahabeler, tabiin ve bu ümmetin ileri gelen uleması, fukaha'sı, suleha'sı da namazları camide kılmışlardır. Resulullah(s.a.s), mescide gelecek bineği olmayan ve evde namaz kılmak için ruhsat isteyen kör bir adama "Ezan sesini duyuyor musun?" diye sormuş, adamında "evet" cevabını vermesi üzerine "O halde çağrıya icabet edip mescide koş" demiştir. Yine Rahmet Peygamberi (s.a.s), "Benliğimi elinde tutan Allah'a yemin ederim ki." diye yeminle başlayarak "Namaz kılmak için mescide gelmeyen insanların gidip evlerini üzerlerine yakmayı çok istedim!" demiştir.
Dünyanın en nazik, en kibar, en merhametli, en fazla kalbi sevgi ile dolu insanı sevgili Peygamberimizin(en güzel selamlar onun üzerine olsun) camiye gelemeyen kimseler hakkında söylediği bu ifadeler karşısında birazcık tefekkür edersen, kalbinde patlayan topların bütün hücrelerini sarstığını ve tüylerini diken diken ettiğini göreceksin. Göreceksin de, ezan okunduğu zaman cemaatle namaz kılmanın ne demek olduğunu anlayıp camiye koşacaksın. "Eğer (insanlar) sabah ve yatsı namazlarını (camide cemaat ile) kılmanın (değerini) bilselerdi, yerde sürünerek de olsa, (camiye) gelirlerdi "hadisi şerifi'nin sırrını keşfederek, çölde serap gören bir adamın suya koştuğu gibi camiye doğru koşacaksın. Zira uyarı ve müjde dolu ilahi çağrı Kur'an-ı Kerim'de kâinatın yaratıcısı bizlere şöyle sesleniyor: "İman eden kullarıma söyle! hiçbir dostluğun ve hiçbir alışverişin (geçerli) olmadığı bir gün (kıyamet günü) gelmeden önce, namazlarını ikame etsinler (ayağa kaldırıp canlandırsınlar) ve kendilerine verdiğimiz rızıklardan (Allah yolunda) infak etsinler".

1 ekim ikindi - Kur’an’ın İbadet Anlayışı - Hasan Hafızoğlu

 
Kur’an’ın İbadet Anlayışı - Hasan Hafızoğlu

Kur’an’dan öğrendiğimize göre tüm iradeli varlıkların yaratılış gayesi, Allah’ın emir ve yasaklarına mutlak manada itaat demek olan ibadettir. “Ben görünür-görünmez, bilinir-bilinmez tüm iradeli varlıkları sadece bana kulluk etsinler diye yarattım.” (Zariyat, 56). Sadece iradeli varlıklarla sınırlı kalmayıp, yer ve göktekilerin hepsi de O’na ibadet için yaratılmışlardır.

”Hem göklerde ve yerde olan her şey, o rahmet kaynağının huzuruna sadece ve sadece kul olarak çıkacaklardır.” (Meryem, 93).

Kur’an’daki kullanımı kullukla yaklaşık aynı anlama gelen ‘ibadet’in lügat manası; itaat etmek, boyun eğmek, bir kimseye bağlılık göstermek, bir şeye yapışmak, bir kimsenin ya da otoritenin, güç ya da kuvvet sahiplerinin emir ve nehiylerini yerine getirmek manalarına gelir. Bu anlamları Rasulullah’ın Adiyy b. Hatem’le yaşadığı şu diyalogla daha iyi anlayabiliriz:
Kur’an ayetleri nazil olmaya devam ediyordu. Tevbe suresinin 31. ayeti nazil olunca, Adiyy b. Hatem Allah Rasulü’ne geldi ve şüphesini gidermek için ayeti açıklamasını istedi. Bir Hıristiyan olan Adiyy henüz Müslüman olmamıştı. Devamını Tefhim’den okuyalım:
Hahamlar (alimler) ve rahiplerini Rabb'ler edindiler...": Bu kısmın gerçek manasını, bizzat Hz. Peygamber (sa) kendisi açıkladı. Daha önceleri bir Hıristiyan olan Adiy b. Hatem, İslam'ı kavrayıp anlamak niyetiyle geldiği zaman, taşıdığı şüpheleri gidermek için Hz. Peygamber'e (s.a) birkaç soru sordu. Bu sorulardan biri şu idi: "Bu ayet bizi, alimlerimizi ve rahiplerimizi Rabler edinmekle suçluyor. Bunun gerçek manası nedir? Zira biz onları kendimize Rabler edinmeyiz" dedi. Hz. Peygamber (s.a) cevaben, ona karşı bir soru yönelttiler: "Siz onların gayrı meşru (haram) ilan ettiklerini gayri meşru, onların meşru (helal) kabul ettiklerini meşru sayıp öylece kabul etmiyor muydunuz?" Adiy, "Evet böyledir" diye tasdik etti. Hz. Peygamber (s.a), "İşte bu sizin onları kendinize rabler edinmenizdir" buyurdu. Dolayısıyla bu hadis-i şerif, Allah'ın kitabına yetki tanımaksızın helal ve haramın sınırlarını belirleme yetkisini kendisinde görenlerin nefislerini ilah ve rabb ittihaz ettiklerini ve onlara kanun koyma yetkisi tanıyanların da onları rab kabul ettiğini göstermektedir.
Mutlak anlamda kayıtsız, şartsız Allah’ın emirlerini yerine getirmek nehiylerinden de uzak durmak anlamına gelen ibadet (kulluk) üç şekilde tasnif edilebilir:
• Gerçek manada Allah’a kul olmadıklarından Allah’tan gayrısına kul olup, onlara ibadet edenler. Allah’a mutlak anlamıyla kul olmayanlar, öncelikle bu dünya hayatında rezil-rüsva olmaya mahkûmdurlar. Ebedi hayatta ise en şiddetli azab onlar içindir. Allah’a kul olmamak, kula ve eşyaya kul olmakla sonuçlanan bir bayağılaşmaya yol açar. Zira insanın bedenini omurga, şerefini akıl, aklını iman, hayatını Allah’a ibadet ayakta tutar. İnsana şeref olarak Allah’a kul olmak yeter.
• İrade sahibi insanlar dışındaki tüm mahlûkatın Allah’ın kendileri için tayin ettiği vazifeyi yerine getirmeleridir. Ne var ki, bunlar Allah’a olan kulluk vazifelerini ifa ederken, biz insanlara da hizmet etmektedirler. Ama bunlar iradesiz varlık olduklarından yaptıkları ibadetler şuursuzdur. Ama otomatik olarak Allah’ın kendileri için tayin ettiği ilahi yasaya göre hareket etmektedirler.
• Akıl ve irade sahibi, eşref-i mahlûkat olan insanın kendi hür iradesiyle Allah’a kulluğu seçmesidir. Asıl ibadet budur. Bu ibadet sürecine giren insan, Allah’la bir anlaşma yapmış, O’nun emir ve nehiylerine teslim olmuş, O’nun boyasıyla boyanmaya rıza göstermiş, hayatının bütünüyle geniş anlamıyla kulluktan ibaret olduğunu kabul etmiş demektir. Hayatın anlam ve amacı ibadettir. Elbette bunun sınırlarını Kur’an çizer, içini Kur’an doldurur. Bir yandan Allah’ın yaratıcı olduğunu kabul etmek, öte yandan yarattıklarının hayatına müdahil olmasını ve hayatın ibadetle inşa edilmesini kabul etmemek yaman bir çelişkidir.
Tüm ibadetlerimizin kaynağı Kur’an’dır. İbadetlerimizin nasıl ve niçin yapılacağını Kur’an’dan öğreniyoruz. Ya da hayatının sağlamasını Kur’an’a göre yapan ve iki ayaklı Kur’an olarak beyan görevini de hakkıyla yerine getiren peygamberden öğreniriz. Namazı, haccı, zekâtı, orucu, mücahede ve mücadeleyi, kısacası hayatı bütünüyle Kur’an’dan öğreniyoruz. Peygamber Kur’an’ı ya tebliğ etmiştir ya da tebyin etmiştir. Dolayısıyla Kur’an baştan sona hayatımızın ibadet ve kulluk rehberidir.
Nasıl ki, Kur’an’ın lafız ve manasından yola çıkarak, maksadına ulaşmamız gerekiyorsa, ibadetlerimizin de yine şekil ve manasından yola çıkarak Kur’an’da belirtilen maksadını elde etmemiz gerekiyor. O zaman, başta namazlarımız olmak üzere Kur’an’ın ifadesiyle (Meryem; 59) ‘zayi ettiğimiz’, içini boşalttığımız ibadetlerimizi diriltmiş oluruz. Kur’ani bir anlayış ve bilinçle ibadetlerimizi yeniden kazanırsak, Allah Rasulü’nün; “sallû kemâ raeytumûnî usallî,” (beni nasıl görüyorsanız siz de öyle ibadet edin) hitabına göre davranmış oluruz. Aslında Allah’tan bize nazil olan vahiy, bizde ibadete dönüşüp Allah’a yükselmektedir. İşte bu yükselişin (miracın) içi boş olmamalı. Allah’a yolladığımız zarf zengin bir içerikten yoksun olursa; öncelikle Allah’a ayıp etmiş oluruz. Bilinçten yoksun olan böyle bir ibadetin, hayatımızda zerre kadar etkisi söz konusu olamaz.
Hâlbuki bütün ibadetler, ferdi ve içtimai birçok derdimize derman olma potansiyeline sahiptir. Mesela, Kur’an’a göre; “Namaz insanı kötülüklerden ve aşırılıklardan alıkoyar” (29/45). Oruç insana sorumluluk bilinci kazandırır (2/193). Zekât “insanı ve toplumu arındırır ve temizler” (23/41). Hac insana ayakta durmayı, kıyamı, direnişi ve başkaldırıyı öğretir (5/37). Rükû sadece Allah’ın huzurunda eğilmeyi, secde vücudumuzun Allah’a olan teslimiyet imzasını ifade eder.
Kur’an’a göre, özelde namaz, genelde tüm ibadetlerimiz hayatımızın tamamını kapsar ve hiçbir boşluk bırakmaz. Bir bütün olarak Kur’an’ı okuduğumuzda bunu rahatlıkla anlarız. Başta namaz olmak üzere ibadetlerimize Kur’ani anlam ve maksat kazandıramazsak onlardan beklenen neticeyi istihsal edemeyiz. İbadetler bizi ebedi mutluluğa ulaştıracak “burak” olma yerine sırtımızda taşıdığımız, defnedilmesi gereken cenazeye dönüşür.
“(İşte) yazıklar olsun böyle ibadet edenlere, Bu gibiler, ibadetin hakiki amacından gafil görünmektedirler” (Maun; 4–5). İbadetler Allah ile kul arasında gerçekleşiyorsa da, ibadetlerin gayesi kulun diğer insanlarla ilişkilerine yansımak zorundadır. Zira ibadetin yararı Allah’a değil insanadır. Maun suresini bir bütün olarak okuduğumuzda bunu gayet rahat anlamamız mümkündür.
Amacından soyutlanmış bir ibadet, ibadet olma özelliğini de yitirmiş olur. İbadetlerimizin amacını ve maksadını Kur’an’a göre özetlemeye gayret edelim:
• Mutlu olmak: Tüm ibadetlerimizin en önemli gayesi bizim mutlu olmamızdır. Bu mutluluk dünya ve ahiret saadetidir. Namaz, oruç, cihad, mümin kardeşine gülümseme gibi her davranışımızın gayesi mutluluktur. İnsan mutlu olmak için yaşar. Mutlu olmak istemeyen dengeli bir insan tasavvur etmek mümkün değildir. “İmanda sebat eden erdemli ve dürüst davranan kimseler var ya; O rahmet kaynağı onlar için tarifsiz bir sevgi var edecektir.” (Meryem; 94).
• Sorumluluk bilinci kazanmak: İbadetler sayesinde dikkatimizi ve yoğunluğumuzu Allah’tan ve rızasından ayırmamaktır. Bu bilinç sayesinde Allah bizim yegâne gündemimiz olur. İbadetler bu bilinç için bir alıştırmadır. Allah’lı yaşamamızı öğretir bizlere. Dolayısıyla ibadetler amaç değil araçtır. ‘Namaz sizi tüm kötülüklerden ve aşırılıktan men eder. Ama namazın öyle bir boyutu da var ki, Allah’ı gündemde tutmamızı sağlar.’ (Ankebut/45).
• Eğitim ve terbiye: Rabbimiz bizi eğitmek, yetiştirmek, terbiye etmek istiyor. İbadetler sayesinde Allah bizden eğitimli, donanımlı, yetişmiş kalifiye insan ve ümmet olmamızı istiyor. Bu seviyeye ibadetlerle ulaşmamızı murat ediyor.
• İbadetler bizim özgürlük ve güvenliğimizi sağlar. Kul olma saadetini elde etmiş ve ibadetinden zevk alan mü’min, hem dünyada hem de ahirette gerçek özgürlük ve güvene kavuşmuş olur. “Onlar için korku yoktur, onlar mahzun da olmayacaklar.” (Yunus; 62).
• İbadetler Allah’ın bize hazırlamış olduğu cennet ödülüne kavuşmamızın sadece vesilesidirler. Cennet, yaptığımız amellerimizin karşılığı değildir. Yaptığımız ameller vesilesiyle Allah bizlere cenneti ödül olarak takdim edecektir. Yaptıklarımızı da en güzeliyle ödüllendirecektir.
“Hiç kimse ahirette kendisini hangi göz kamaştırıcı sürprizlerin beklediğini bilemez.” (Secde; 17).
Allah’ım! Yaptığımız salih amellerin en güzeliyle bizleri ödüllendir. Amin.

İbadet lügatta; itaat etmek, boyun eğmek, bir kimseye bağlılık göstermek, bir şeye yapışmak, bir kimsenin ya da otoritenin, güç ya da kuvvet sahiplerinin emir ve nehiylerini yerine getirmek manalarına gelir.
Tüm ibadetlerimizin kaynağı Kur’an’dır. İbadetlerimizin nasıl ve niçin yapılacağını Kur’an’dan ya da hayatının sağlamasını Kur’an’a göre yapan ve iki ayaklı Kur’an olarak beyan görevini de hakkıyla yerine getiren peygamberden öğreniriz.
Kur’an’a göre, özelde namaz, genelde tüm ibadetlerimiz hayatımızın tamamını kapsar ve hiçbir boşluk bırakmaz. Bir bütün olarak Kur’an’ı okuduğumuzda bunu rahatlıkla anlarız.
Başta namaz olmak üzere ibadetlerimize Kur’ani anlam ve maksat kazandıramazsak onlardan beklenen neticeyi istihsal edemeyiz. İbadetler bizi ebedi mutluluğa ulaştıracak “burak” olma yerine sırtımızda taşıdığımız, defnedilmesi gereken cenazeye dönüşür.

1 ekim öğle - Namaz kuranı gündem yapmak



Hakim olan Kuranı hayata hakim kılmak isteyenler mutlaka kuranı kendilerine öncelikli gündem yapmak zorundadırlar. Toplumun bütününe Allahu Tealanın kitabını hakim kılma hedefi olan muslüman bireyin bütün günlerinin gündemini kuran oluşturmalıdır.

Kuranın bir müslümana gündem olması nedemektir? Her gün vaktinin önemli bir bölümünü doğrudan kuran mütaalasına ayırması demektir, kendisini bu işe hasretmesi demektir, sair vakitlerinde de bu atmosferi teneffüs etmesi demektir, birlikte olduğu kişilere bu havayı yansıtması demektir, mütaalalarından elde ettiğini başkalarına aktarması demektir, başkalarının kurandan yakaladıkları önemli tesbitleri alması demektir.

Ve kuranın genl gündem olabilmesi için de kuranı kendisine bu şekilde gündem yapanların sayısının toplum içerisinde onbinlere ulaşması gerekmektedir.

Bu kuranın bizi iki cihanda felaha erdirebilmesi içign, bu kuranın fonksiyonu üzerimizde icra edebilmesi için, bizim bu kurana, Allahın ipine sımsıkı sarılmamız icabeder ve zaten bununla emrolunmadık mı?

Allahın ipine, kurana sarılmak demek ne demektir, bu sarılma işi nasıl olacak? söylediğimiz gibi, her gün, önemli bir zaman diliminde kuranla ciddi anlamda beraber olmak, kuranı mütaala etmek demektir. Evet, hergün ve hem de önemli bir miktarda.

Kuranın gerek ferdi hayata ve özellikle toplumsal hayata yön verebilmesi için müslümanın kuranı bu şekilde gündeminin birinci sırasına alması ve hiç bir zaman da bu birinci sıradan indirmemesi gerekir.

Fakat iyice düşünüldüğünde bu büyük bir iddiadır, zor bir şeydir ve herkes tarafından da kolay kolay yerine getirilecek gibi değil. Ya her gün önemli bir zaman ayırıp bir yere çekilerek kendimizi bu işe hasretmekle olabilir ki, iyice düşünüldüğünde bu zor bir meseledir ve yapabilecek insan sayısı çok azdır. Allahu tealanın kitabını hayata hakim kılma meselesi elbette zordur ve bir seviye ister, bir gayret ister, bırakınız pratiğe geçirmeyi teori olarak dahi zordır. Fakat elbette imkansız değildir.

Kuranı bu şekilde gündem yapabilmenin yollarından birisi, bu işi namazla yerine getirmektir, yani namaz içerisinde çok çok Kuran okumaktır.

Araştırıldığında görülecektir ki, Allah resulü ve muhterem arkdaşları bu işi namazla yapmışlardır, yani kuranı değişmez ve biricik gündem olarak tutmayı, namazlarda uzun uzun okuyarak başarmışlardır, Allahın kitabını her gün okuyarak. Aynı zamanda hafızlıklarını veya mevcud ezberlerini ancak namazlarda, özellikle farzlarda ve teheccüdlerde uzun uzun okumak sureti ile muhafaza edip unutmadıklarını görüyoruz.

Namazlarında Elemtera dan aşağı küçük surelerin dışına çıkmayan bir toplumun kuranı hayata hakim kılma iddiları elbette gülünecek ve acınacak bir durumdur.

Bazılarımız şöyle diyebilir: Biz durmadan hatim yapan nice hafızlar biliriz,. onların kuranı hayata hakim kılma, kuranı gündem yapma gibi bir dertleri yoktur.
Onlar öyle olabilir fakat unutmayalım ki kuranı gündem yapacak olanlar, kuranı hayata hakim kılacak olanlar, yine onu durmadan okuyup mütaala edenlerin içinden çıkacaktır.

Mehmet Göktaş (Namaz gözaydınlığım kitabından)

Göz aydınlığımız olsa namaz, aydınlatsa hepimizi..Mehmet Göktaş, Namaz Gözaydınlığım

“Namaz Gözaydınlığım” kitabında ise, Mehmet Göktaş ısrarla ibadetin sadece fikir ve düşünceden ibaret olmadığını söylüyor.
Kitabın başına konulan “Rek’ateyn” isimli şiir tadındaki yazıda, hepimizin adına bir dua ediyor Göktaş. “Namaz bize şimdiye kadar ne verdi?” sorusuna da yanıt arıyor,
“Biz namazın hakkını verdik mi?” sorusuna da.
Namazı terk etmek üzerine söylenen hadislerin de incelendiği kitapta, bütün bir kainatın ibadeti olarak namazdan bahsediliyor.
Kuran’ı gündem yapmak” diyor Göktaş Hoca, ve bunu sağlayacak olan namazın bölümlerini de teker teker açıklıyor. Kendi arkadaş çevresinden namaza başlama hikayelerine de kitabında yer veriyor.

1 Ekim sabah - Rekateyn - Mehmet Göktaş


REKATEYN

İşte geldim ve dikildim huzuruna!
İşte geldim ta gönlümün derinliklerine ulaşan abdestin canlığıyla
İşte geldim, iliklerime işlemeyi sürdüren diriltici serinliğiyle!
İşte geldim dikildim huzuruna, ardımda bir dünya bırakarak…
Her bir yandan üzerime yüklendikçe yüklenen, beni boğmak isteyen,
İblisin bezediği, süsleyip donattığı, vitrinleyip sunduğu dünyayı terk ederek,
İşte huzurundayım, Rabbim Sana sığındım!
Gözlerdeki ışıkları söndüren, yüzlerdeki tebessümleri silen,
Dünya sancılarından, dünya kaygılarından sıyrıldım Sana geldim!
Yalnız bedenim değil, ruhumla buradayım, bilincimi kuşandım, işte huzurundayım!
Koştum icabet ettim içimde bir coşkuyla, haydin felaha!’’diyen kurtuluş çağrısına!
İşte huzurundayım, huzuru bulmak için, felaha ermek için!
İşte geldim dikildim, bir cam fanus gibiyim, Senden neyi gizleyeyim, seyrediyorsun beni,
Hem de bütün beşeri bir kenara bırakıp sanki sadece beni seyrediyor gibisin!
Şimdi Sana yöneldim her bir yönden geçerek!
Yüzümü Sana döndüm, kalbimi Sana açtım,
Seni memnun edeyim, Sana yakin olayım!

Mehmet Göktaş

29 Eylül 2011 Perşembe

30 eylül yatsı - NAMAZIN MUHASEBESİ


Bir gün oturup, yeniden namazı konuşmaya… Kelime-i şehadetten sonra İslâm’ın en mühim rüknü olan namazla münasebetimizin nasıl seyrettiğini düşünmeye… Ne dersiniz?

Mesela suyun izzetine el vurduğumuzda, abdest azalarıyla birlikte gönlü de O’na hazırlamanın heyecanını ne kadar duyuyoruz? Namaz gibi toplayıcı bir ibadetle huzûr-ı ilâhîye durmanın ne büyük mazhariyet olduğunun ne kadar bilincindeyiz? Nanmaz vesilesiyle periyodik aralıklarla dünya meşgalesinden -yangından mal kurtarır gibi- çekilip alınmamızdaki inceliğin farkında mıyız?

Kabe-i Muazzama iki kaşın arasındaymış gibi huzûra durduğumuzda, âyetleri okurken O’nunla mükaleme halinde olduğumuzu hissedebiliyor muyuz? Her gün kıldığımız beş vaktin rutin hale gelmemesi için ne yapıyoruz?

İçimizde miracı yaşamak için, günleri geceleri daha çok namazla donatmaya… Çeşitli vesilelerle nafileleri alışkanlık edinmeye çabalıyor muyuz? “Dinin direği” olarak tarif edilen bir ibadet hayatımızda nereye tekabül ediyor? Namazı hasretle beklediğimiz, secdeyi özlediğimiz anlar oluyor mu?

Âyet-i kerîmede namaz, “mü’minlerin bir yerde bulunmasının alamet-i farikası”1. olarak zikrediliyor ve “mü’minlerin namazlarını huşû ile kılmaları tebcîl ediliyor.”2

Allah Rasûlü (s.a.v), İslamla şereflenen insana öncelikle beş vaktin ikamesini emrediyor. Sonra günün belli vakitlerindeki nevafili itiyat edinmeyi yüksek bir hedef olarak gösteriyor. Korku, ümit, sevinç ve hüzün gibi beşerî hallerin hemen hepsini namazla karşılamayı öğretiyor. Ve namazı Müslümanca hayatın merkezine yerleştiririyor, son nefesini verirken, “Namaza dikkat edin” buyuruyor.

Çünkü o (s.a.v), namazın insanı İslâm dairesinde tutan daimî bir kontrol mekanizması olduğunu bilmemizi istiyor. Müslüman’ın giyim kuşamını, yeme içmesini hatta düşüncesini disipline edeceğini bilmemizi istiyor. Namazın, fert ve toplum hayatında huzur ve sükun teminatı olduğunu anlamamızı arzu ediyor. “Allah bu ümmete zayıfların duası, namazları ve ihlasları sebebiyle yardım eder”3 buyruğu ile, namaz ve dualarımızın merhamet-i ilâhiyyeyi üzerimize celb edeceğini bilmemizi istiyor... Onun (s.a.v), namazla ünsiyete dair gösterdiği hedeflerin neresindeyiz?

***

Kur’ân-ı Kerim’de, önceki peygamberlere de namazın emredildiğini görüyoruz.4 Bu da namazın güçlüklere karşı koymada önemli bir fonksiyonu olduğunu gösteriyor. Öyleyse “Ey iman edenler! Sabır ve namazla Allah’tan yardım isteyin”5 âyetinde işaret edilen “istiâne bilinci”nin neresindeyiz? Sevinç ve hüzne dair başımıza gelen bir şeyi namazla karşılamaya nefsimizi ne kadar alıştırabildik? Düşüncelerimizi namazla durultmaya, niyetlerimizi öncelikle huzûr-ı ilâhîye arz etmeye ne kadar alışabildik?

Eğer yapıp ettiklerimizi sık sık namaz terazisinde tartmaya alışırsak, o mutlaka bizi arıtır. Çünkü namaz, maddî temizliğe vesile olduğu gibi, sahibini günah bataklığına düşmekten de alıkoyar,6 tertemiz yaşamanın teminatı olur. Nitekim Peygamberimiz (s.a.v), “Günde beş vakit namazını eda eden bir mü’minin, evinin önünden akan nehirde günde beş defa yıkanıp temizlenen insan gibi günah kirlerinden arınacağını”7 müjdelemiştir. Böyle bir arınmışlığa ve daha fazlasına ne kadar istekliyiz?

Namaz, dış görünüşü itibarıyla bir takım şekil, dua ve zikirden ibaret ise de, özünde “dünya ve-mâ fîhâ”dan alakayı keserek Allah’ın huzûruna durmaktır, secdede huşû ile O’nun manevî huzûruna yaklaşmaya yol aramaktır.8 Bunun ne kadar farkındayız?

Müslüman için namaz İslâm’la bağlarını güçlendireceği sağlam bir kulp, masiyetlerden arınarak uzuvlarını ve kalbini nurlandıracağı rahmet pınarı, İslâm ahlâkının güzelliklerini yaşayarak öğrenip öğretebileceği bir mekteptir. Bir insan olarak karşılaşacağı her durumda halini Allah’a arz edeceği bir sığınaktır…

Namaza dair nefsimize soracağımız diğer bazı sualler şunlar olmalı: Kametsiz ezanla başlayıp, ezansız namazla noktalanan bir yolculuk diyebileceğimiz ömürde, ezanla kamet arasına hangi hedefleri sığdırmaya çabalıyoruz? Namazlarımızın Efendimiz’in namazına benzemesi adına huşûu ne kadar arıyoruz? Nafilelerle günlerimizi gecelerimizi tezyin etmeye ne kadar fırsat bulabiliyoruz? Namaz sevgisini gönlümüze nakşederek oradan gönüllere taşıma adına neler yapabiliriz?

Yedi yaşında başlayıp son nefese kadar devam edecek bir beraberliğin, gün geçtikçe tatlanması için, işi ciddiye almak gerekiyor. Belli aralıklarla durumu kontrol edip, heyecanı tazeleyecek atılımlar yapmak gerekiyor.

Oku / Düşün

“Ey cin ve insan toplulukları! Göklerin ve yerin çevresinden çıkıp gitmeye gücünüz yetiyorsa geçin. Ancak büyük bir güçle çıkıp gidebilirsiniz.” (Rahmân, 55/33)

Burada “güç” olarak tercüme edilen âyetteki “sultan” kelimesinin, tefsirde “yetki” manasına da gelebileceği belirtiliyor. Bu dikkate alınarak âyet-i kerimenin ilgili kısmı, “Göklerin ve yerin sınırlarını aşıp ötelere geçebilmeniz ancak Allah tarafından verilecek bir yetki ve imkanla olabilir” şeklinde açıklanıyor. Ve şu yorum getiriliyor:

“Bu takdirde, muhatapların kainatta geçerli sünnetullah çerçevesinde ortaya koyacakları çabaları neticesinde elde edecekleri kuvvete bir gönderme yapılmış olmaktadır. İnsanoğlunun kainatı tanıma adına en uzak noktalara nüfûz etme arzusu, yadırganamaz. Büyük bir güç oluşturarak bu konuda belli bir mesafe alınabilir.

Âyet-i kerimede cinlere ve insanlara; dünya hayatında kendilerine tanınan imkanlara aldanmamaları hatırlatılmakta, ölümden ve huzûr-ı ilâhîde verilecek hesaptan kaçmanın aslâ mümkün olmadığı hatırlatılmaktadır…”9

Kur’ân-ı Kerîm’de olmuş ve olacak hadiselerin tohumları var. Burada işaret olunan mucizevî yolculukla birlikte, bizce önemli olan gönül fezasının derinliklerine yola çıkmaktır. Akılla elde edilen sonuçları gönül zenginliği ile insanlığa sunabilmektir.

İnanıyoruz ki, önce içini ıslah etme kaygısına sahip insanlar, âyette işaret olunan yolculuğa çıktıkları gün, fezalara yolculuk gerçek anlamını bulacaktır.

30 eylül akşam - Namaz muhasebesi

Namaz muhasebesi
Nureddin Yıldız
TAHLİL YAYINLARI

Namaz, Rabbimizin huzurunda ilk muhasebe konumuzdur.
Dinimizin en bariz dindarlık kazandıran amellerinden biridir.
Geceden gündüze bütün hayatımızı kuşatır namaz.
O giderse din gitmiş olur.
Yaşadığımız asrın en yoğun baskıları arasında namazlı Münlüman olmanın sınavını veriyoruz.
Her şeye rağmen önce namaz, rahmet için namaz mücadelemiz ve bu mücadelemizin bir muhasebesi... 

Bugün akşam namazını namazımızın muhasebesini yaparak kılalım

30 eylül ikindi - külfetmi lütufmu

Bugün ikindi namazını bu bilinçle kılalım

Her türlü zor şart altında namaz kılıyor olmak bir külfet değil, bir lütuftur...
Namaz bu kadar kolaylaştırılmışken hala kılan yok mu?...

Ahmet Cemşit Ziya/ Sadullah Gödek
Namaz/Allahı gündemde tutmak kitabından
KAYIHAN YAYINLARI

30 eylül öğle - Fatihanın mesajı

 Bugün  namazı bu bilinçle kılalım

Fatiha okunmadan namaz sahih olmaz, Fatiha’nın mesajı anlaşılmadan namaz makbul olmaz...

Ahmet Cemşit Ziya/ Sadullah Gödek
Namaz/Allahı gündemde tutmak kitabından
KAYIHAN YAYINLARI

30 eylül sabah - Namazı dosdoğru kılmak


Bugün sabah namazını bu bilinçle kılalım

Namazı dosdoğru kılmak, namazı tüm varlığınla (Kalp, Akıl, Dil ve Beden ile) kılmaktır...

Ahmet Cemşit Ziya/ Sadullah Gödek
Namaz/Allahı gündemde tutmak kitabından
KAYIHAN YAYINLARI

29 eylül yatsı - Hayatın amacı


Bugün yatsı namazını bu bilinçle kılalım

Hayatın amacı Allah’a kulluktur. Kulluk bitince hayat da biter. Müslüman için hayatın denklemi budur...

Ahmet Cemşit Ziya/ Sadullah Gödek
Namaz/Allahı gündemde tutmak kitabından
KAYIHAN YAYINLARI

29 eylül akşam - Namaz ve hayat

 Bugün akşam namazını bu bilinçle kılalım

Namaz, Allah-u Teâlâ’yı gündeme, birinci plana, hayatın merkezine taşımaktadır. Allah-u Teâlâ’yı ikinci plana atmanın adı ise şirktir...

Ahmet Cemşit Ziya/ Sadullah Gödek
Namaz/Allahı gündemde tutmak kitabından
KAYIHAN YAYINLARI

29 eylül ikindi - Namazı hayatın merkezine taşımak


Bugün ikindi namazını bu bilinçle kılalım, Namazı da bu bilinçle ciddiye alalım.

Namaz, Âlemlerin Rabbi Allah-u Teâlâ’yı ciddiye almanın en belirgin göstergesidir.


Ahmet Cemşit Ziya/ Sadullah Gödek
 Namaz/Allahı gündemde tutmak kitabından
KAYIHAN YAYINLARI

29 eylül öğle - Namaz Allahı gündemde tutmaktır

 Bugün öğle namazını Allahı gündemde tutma şuuru ile kılalım

Ahmet Cemşit Ziya ile Sadullah Gödek'in birlikte hazırladıkları "Namaz /Allah (c.c.) Gündemde Tutmak" adlı eseri, Kayıhan Yayınları tarafından İstanbul'da neşredildi.

Namaz kitabının diğer bölümleri "
Namazı Dosdoğru Kılmak, Namazın Kötülüklerden Alıkoyması Bağlamında Fatiha Suresi,
Namazın Fıkhi Hükmü,
Kaza Namazları,
Zor Şartlar Altında Namaz Kılmakta Kolaylıklar,
Çeşitli Meseleler,
Namazların Cem'i Konusunda Telfik ve Mezheb Taklidi" başlığını taşıyor.


Kitabın "İlk İnsan ve Secde Olayı" bölümünde,
"İbadetlerin zirvesi namaz, namazın zirvesi secdedir" deniliyor.

Namazın Allah'a ibadetin özü, ayakların bu dünyaya basarken, ruhun ahirete uzaması olduğu belirtiliyor.
Namaz kitabında ayrıca, "namazın ilahi destek ve manevi sığınak olduğu, abdestin mahşer meydanında ferahlık olduğu" konusunda bilgi veriliyor.

28 Eylül 2011 Çarşamba

29 eylül sabah - sevdaları em namazdan - Senai Demirci


GELDE TUTUN ŞİMDİ NAMAZIN SEVDALARINI EMZİREN GÖĞ(S)ÜNE

A(lı)cılar ayaklarını hüznün boşluğuna çekti.
Yetimlikler büyüdü kederlerinin köprü altlarında.
Üşüdün öylece.
Kalakaldın.
Tesellisiz.Sığınaksız.Dayanaksız .
Sona beş kala iken elinden tuttu namaz.
Seni kendine sırdaş kıldı.
Tutup bedeninin her azasından,sonsuz bir kabullenmişlik içinde sarıp sarmaladı seni;ana rahmine düşer gibi düştün namazın semasına.
Abdestin pak suyuyla çevrildi her yanın;bedenini rahmetin teselli edeceği bir sancı gibi atıverdin namazın teninden içeri... 
Elin elinin üstünde,el çektin dünyadan.
Yüzün Kabe'ye yapışık,yüz döndün aşağılardan.
Ayakların seccadede (kıyamda/huzurda),uzaklara ittin cümle hüsranları.
Elinden bir şey gelmeyen,nefesi kendine yetmeyen,kendi bedenine kıvrılmış bir cenin gibi sonsuz bir rahmetin kozasına girip arınıp çıktın secdeden.
Erkence doğmuş bir bebektin dünyanın kollarında.
Kalbin yaralı.Varlığın titrek.Umutların cılız...

Gel de tutun şimdi namazın sevdalarını emziren göğsüne.
Dudaklarından sızan dualar kadar besle kendini,besle...

27 Eylül 2011 Salı

28 eylül yatsı - Tarık Tufan - İsmail Kılıçaslan namazla diriliş

Tarık Tufan / İsmail Kılıçarslan 08/08 - Namazla Diriliş

28 eylül akşam - gönlü ihlasla nikahlamak


Gönlünü ihlasla nikahlamadan, şeytanın şerrini boşayamazsın!

ilk insan Hz.Âdem’den başlayarak son peygambere kadar, Allah tarafındangönderilen din, yalnızca islâm’dır. Hak dinin bütün peygamberleri, insanlarıAllah’a kul olmaya çağırırken, iman edenlerden de O’na ibadet etmeleriniistediler. Bu ibadetlerin başında ise namaz gelir. Namazsız islâm düşünülemez.Müslüman ümmetlerin her ferdi hep namaz kılmıştır. Hz. Muhammed(s.a.v.)’in altın nesli sahabe-i kiram arasında, namaz kılmayan hiçbir ferderastlamak mümkün değildi.Peygamberimiz (s.a.v.), namazı dinin direği saymıştır. Zira birey için, dininayakta duruşunu sağlayan en önemli ibadet namazdır.Yüce Allah, her mümine namazı farz kılarak onun hayatını düzene sokmuştur.Günde befl vakit namaz k›lan insan, zaman israf›ndan ve bofl vakitharcamaktan uzak duracak, zamanını iyi değerlendirecek, enerjisini iyi kullanacaktır. Bir işten diğerine, bir eylemden öbür eyleme geçecektir. Kendisi,ailesi ve bütün insanlar için hayırlarda yarışacaktı yalnız Allah’a yönelecek, sadece O’na boyun eğerek bütün boyunduruklardankurtulacaktır. Gerçek hürriyetini kazanarak, onur ve şerefiyle yaşamanısürdürecektir. Bu ruh, Müslümanı kişilere, eşyalara, tabiattaki üstün varlıklara,zalim egemenlere kul ve köle olmaktan uzaklaştıracak, yalnızca Allah’a kuledecektir.Ayakta kıyam ederek, rükûa vararak, secdede yere kapanarak kendi acizliğini, her gün beş kez hatırlayacak ve tevazu sahibi olacaktır. Diğer insanlarakarşı kibirlenmeyecek ve caka satmayacaktır. Yalnız Yaratıcı’nın büyüklü-ğünü kabul edecektir. Allah’ın Ganî, kendisinin ise O’na muhtaç fakir bir kulolduğunu her an hatırda tutacaktır. Fakirlerin yanında tevazu sahibi olacak,zenginlerin huzurunda el-pençe divan durmayacaktır.Namazı dosdoğru kılmak, hem dış dünyadaki kötülükleri hem de iç dünyayıtemizler, kalbi bütün kir, pas ve pisliklerden arındırır; insanı sâlih ve erdemlibir kifliliğe kavuşturur; onu gıybet, haset, kıskançlık ve dedikodudan,kin ve nefretten, h›yanetten, kibirden, kötü düşünceden alıkor.Namaz cemaatla kılınarak, toplumsal dayanışma, birliktelik ve paylaşmasağlanır. Müminler, namaz sayesinde her zaman omuz omuza, tek saf ve tekvücut hâlinde olurlar; birbirlerinin dertleriyle dertlenir, muhtaçların ihtiyaçlarını giderirler. Azgınlar, zalimler, fâcirler karşısında islâm toplumunun direnci,gücü, kuvveti ve düzeni de namazla elde edilir.Hasılı namaz; Müslümanın dirilişini gerçekleştirir, varlığını korur, cennete ulaşmasını ve cehennemden uzaklaşmasını sağlar.

Alıntıdır

28 eylül ikindi - Namazdaki rahatlık - Risalei nur


Hâlbuki namazda ruhun, kalbin, aklın büyük bir rahatı vardır.

Namazda gerçekten de ruhun, kalbin ve aklın büyük bir rahatı vardır. Bu rahattan dolayı mümin sıkıldığında hemen namaza koşar ve sıkıntılarından teneffüs eder. Bu manayı Üstadımız 2. Söz’de şöyle beyan ediyor:

“İbadetin çendan zahiri bir ağırlığı var. Fakat manasında öyle bir rahatlık ve hafiflik var ki, tarif edilmez. Çünkü âbid namazında der: “Eşhedü en lâ ilâhe illâllah.” Yani: “Hâlık ve Rezzak O’ndan başka yoktur. Zarar ve menfaat O’nun elindedir. O hem Hakim’dir, abes iş yapmaz; hem Rahîm’dir, ihsanı, merhameti çoktur.” diye itikad ettiğinden, her şeyde bir hazine-i rahmet kapısını bulur, dua ile çalar. Hem her şeyi kendi Rabbisinin emrine musahhar görür. Rabbisine iltica eder, tevekkül ile istinad edip her musibete karşı tahassun eder. İmanı ona bir emniyet-i tâmme verir.”

Namazın ruha, kalbe ve akla verdiği rahat için 24. Söz’ün şu bölümünü de mütalaa etmeniz faydalı olacaktır.

“Duanın en güzel, en latif, en leziz, en hazır meyvesi, neticesi şudur ki: Dua eden adam bilir ki, birisi var ki onun sesini dinler, derdine derman yetiştirir, ona merhamet eder. O’nun kudret eli her şeye yetişir. Bu büyük dünya hanında o yalnız değil; bir kerim zat var, ona bakar, ünsiyet verir. Hem onun hadsiz ihtiyacatını yerine getirebilir ve onun hadsiz düşmanlarını def edebilir bir zatın huzurunda kendini tasavvur ederek bir ferah, bir inşirah duyup, dünya kadar ağır bir yükü üzerinden atıp اَلْحَمْدُ ِللهِ رَبِّ الْعَالَمِينَ der.”

28 eylül öğle - Namaz bir ruhtur ki - Risalei nur



Hem namaz kılanın diğer mübah dünyevî amelleri, güzel bir niyetle ibadet hükmünü alır. Bu surette bütün sermaye-i ömrünü ahirete mal edebilir; fani ömrünü bir cihette ibka eder.

Bu söz, temsil-i hikâyedeki “Sermayesi birden bine çıkar.” ifadesinin karşılığıdır. Evet, ömür dakikaları kılınan namaz sayesinde -güzel bir niyet ile- ibadet hükmünü alır. Bu sayede kişi ömür sermayesini ahirete mal edebilir. Demek namaz bir ruhtur, kişiye girdiğinde kişinin diğer mübah amelleri hayat bulmakta ve ibadete dönmektedir.
Bizim burada üzerinde durmak istediğimiz mesele: “Güzel bir niyetle” ifadesidir. Zira mübah işlerin ibadete dönmesi, namaz ile birlikte güzel bir niyet şartına bağlanmıştır. Buradaki güzel niyeti misallerle şöylece izah edebiliriz:
Mesela elbise giymek mübah bir iştir. Elbise giymekten dolayı sevap kazanılmaz. Fakat bir kimse elbiseyi giyerken setr-i avrete niyet ederse ve bu kişi namazını da kılıyorsa elbisesini giymek onun için bir ibadettir. Çünkü o, elbiseyi avret mahallini örtmek ve bu sayede Allah’ın “Avret yerlerinizi örtün!” emrine itaat etmek kastıyla giymiştir.
Yine yemek yemek mübah bir iştir. Ancak kişi, yemeği ibadette kuvvetlenmek niyetiyle yese, yemek yemek bu kişi için bir ibadet hükmünü alır. Halis bir niyet ve namaz, mübah bir işi ibadete çevirmiş olur.
Ya da uyumak mübah bir iştir. Ama kişi ibadette kuvvet bulmak maksadıyla ve vücudunu toparlamak niyetiyle uyusa, namaz kılması şartıyla uykusu onun için ibadet olur.
Bu hükümlerin sebebi fıkıhtaki şu kaidedir: Vesilenin hükmü, maksada göre şekillenir. Eğer maksat ibadet ise vesile de ibadettir, maksat mübah ise vesile de mübahtır ve maksat haram ise vesile de haramdır.
Demek bir kimse, mübah işlerini Allah’ın rızası olan bir amele vesile yaptığında, namaz kılması şartı ile o mübah vesile, ibadet kabul edilmektedir. İşte bu da ancak halis bir niyetle olabilir.
Bu mesele Mesnevi-i Nuriye’de şöyle geçmektedir: “Nazar ile niyet, mahiyet-i eşyayı tağyir eder. Günahı sevaba, sevabı günaha kalb eder. Evet, niyet adi bir hareketi ibadete çevirir. Ve gösteriş için yapılan bir ibadeti günaha kalb eder.”
Namaz kılan kimsenin diğer mübah dünyevi amellerinin, güzel bir niyetle ibadet hükmünü alması meselesine şu misalle de bakabiliriz: Bir kimse askere kaydolduğunda artık o bir askerdir. Askerliği sadece üniformasını giydiği zamanlara mahsus değil, bütün zamanlar için geçerlidir. O sivil kıyafetler içinde de askerdir, tatil günlerinde de askerdir, uykusunda da askerdir, izinde de askerdir… Maaşı da sadece askerî üniformayı giydiği saatler hesaplanarak verilmez, bir ayın tamamında asker kabul edilerek verilir. Evet, belki o sadece günde sekiz saat askerlik görevi yaptı; ama maaşı bu sekiz saate göre değil, yirmi dört saat üzerinden verilmektedir. Onun bütün istirahat zamanları da askerlikten sayılmaktadır.
İşte namaz da böyle askerî bir üniformadır. Bu üniformayı giyen Allah’ın askeri olur ve o askerlik unvanı altında mübah işleri dahi askerlikten kabul edilir.
Üstadımızın 21. Söz’deki şu beyanını bu makamda mütalaa etmek faydalı olacaktır.
“Sen şu bağında nafakan için işliyorsun. Eğer farz namazı terk etsen, bütün sa’yin semeresi, yalnız dünyevî ve ehemmiyetsiz ve bereketsiz bir nafakaya münhasır kalır. Eğer sen istirahat ve teneffüs vaktini, ruhun rahatına, kalbin teneffüsüne medar olan namaza sarf etsen, o vakit, bereketli nafaka-i dünyeviye ile beraber, senin nafaka-i uhreviyene ve zâd-ı âhiretine ehemmiyetli bir menba olan iki maden-i mânevî bulursun.
Birinci maden: Bütün bağındaki yetiştirdiğin; çiçekli olsun, meyveli olsun, her nebatın, her ağacın tesbihatından güzel bir niyetle bir hisse alıyorsun.
İkinci maden: Hem bu bağdan çıkan mahsulâttan kim yese; hayvan olsun, insan olsun, inek olsun, sinek olsun, müşteri olsun, hırsız olsun sana bir sadaka hükmüne geçer. Fakat o şartla ki, sen Rezzâk-ı Hakikî namına ve izni dairesinde tasarruf etsen ve O’nun malını O’nun mahlûkatına veren bir tevziat memuru nazarıyla kendine baksan…
İşte bak, namazı terk eden ne kadar büyük bir hasâret eder. Ne kadar ehemmiyetli bir serveti kaybeder. Ve sa’ye pek büyük bir şevk veren ve amelde büyük bir kuvve-i mânevî temin eden o iki neticeden ve o iki madenden mahrum kalır, iflâs eder.” (21. Söz)