13 Kasım 2011 Pazar

14 kasım öğle - Salatın anlam ve mahiyeti


Salât; Anlam ve Mâhiyeti

“Salat” kelimesi, Arapçada genellikle “duâ” manasına kullanılır.
Ayrıca “sallâ” fiili, “salveynini hareket ettirdi” manasına gelir ki; -rükû ve sücudda yaptığımız gibi- beli bükmek sûretiyle salveyn denilen oylukların başındaki iki tümsek kemiği hareket ettirmek demek olur.
Salat kelimesinin “salâ” kökünden türediği, bunun da “patlama” , “parlama” ve “tutuşma” anlamına geldiği şeklinde bir başka görüş daha vardır.
Salât kelimesi Kur'an'da yüz yerde geçer.

Terim anlamda “salat” ; İslâm dininin temel rükünlerinden biri olan, Allah tarafından emredilip Rasûlullah tarafından ayrıntılı olarak ve fiilen gösterilen namaz ibâdetinin adı olarak kullanılır.

Namaz; fiilî bir duâ ve niyaz, eyleme dönüşmüş bir tevhid, Allah’ın huzurunda huşû ve hudû dolu bir boyun eğiş ve Allah’ın düşmanlarına karşı nefret dolu bir kıyam ve başkaldırıdır.
Allah’ı tekbir ederken Tağut’u tekfir etmek, Rabbimiz’in “â’lâ” (yüce) ve “azim” (büyük) ismini eğilerek ve yere kapanarak tekrar etmek sûretiyle O’na bağlılığımızı ifâde ederken, kendisinden korkulmasını ve emrine râm olunmasını isteyen sahte ilahlara karşı savaş ilân etmek için konulmuş ilahî bir farîzadır.
Allah’tan başka ilah olmadığını, büyüklük sıfatının yalnızca O’na ait olduğunu, hamd, şükür ve övgünün sadece O’na yapılacağını, ibâdet edilmeye ve yardım dilenmeye lâyık yegâne ilahın âlemlerin meliki ve mâliki Allah olduğunu ilân eden bir savaş bildirisidir namaz.
Mihrab’da -harb meydanında- okunan bir bildiri ve bir patlamadır namaz.
Tüm tâğîlere (Allah’a isyan edip haddi aşanlara), cebbar (zorba) ve müstekbir (böbürlenen)lere, şeytana ve azgınlaşan nefsimize, kalplere vesvese veren Hannâs’a karşı amansız bir patlama ve nefret ilânı.
Bir ahd ü misak.
Allah’tan başkasına kulluk etmeyeceğimize, itaatta bulunmayacağımıza, O’ndan başka hiç kimseden yardım dilemeyeceğimize, Allah’ın hakkını gasbeden, O’na kafa tutan fâcir (isyancı) ve zorbaları alaşağı edip terkedeceğimize dair Allah’la yapılan ilahî bir sözleşme.

Namaz, Allah adına yapılan bir kıyâm, hudû dolu bir rükû, tezellül dolu bir secde...
Allah için kıyâm!
Küfrün ve şirkin her türlüsüne, tapınmanın ve bağlılıkların her çeşidine, nefsin ve şeytanın tüm istek ve arzularına karşı Allah adına kıyâm!
Karşılarında saygıyla el-pençe divan durulmasını isteyen yeryüzünün hâkim ve müstekbirlerine karşı kıyâm!
Sonra... Kahhâr ve Cebbâr olan Rabbül-âlemin’in huzurunda huşû ve tevazû hisleriyle dolu bir baş eğiş; rükû’...
O’nun büyüklüğü, azameti ve yüceliği karşısında haşyetle yere kapanıp hamd ile tesbih ve tenzih etmek; secde...
Kalbî bir yöneliş ve şuurlu bir hatırlama; tezekkür...
Günahlarından ve isyanlarından dolayı kesin bir pişmanlık duyuş; tevbe ve istiğfar...
Yalvarmak, yakarmak, samimiyetle ve iç çekerek duâ etmek...
Namaz, bunlardan biri değil; hepsi...
Tekbir, ta’zim, zikir, tesbih, tahmid, istiğfar, tevbe, tazarru, teevvüh, inâbe, ihbât, kunut, huşû, tevazû, temekkün, tenâdüm ve duâ...
Bütün bunlar, namazın bir parçası, özelliği veya ögesi.

Hiç yorum yok: