1 Ocak 2012 Pazar

1 OCAK SABAH Cami imamına DİN DERSİ

Cami imamı Abdullah hoca , bir iş için resmi dairelerden birine gider.
Kendisinden TC kimlik numarası istenince, en yakın internet- cafenin yolunu tutmak zorunda kalır.

Cafenin kapısından girerken levhada yazılı isim 'fesubhânallah' lar,estagfirullah'lar çektirir hoca efendiye, hem de peşpeşe:
CEN.NET CAFE

Cafe işleten delikanlıya:
- Evlâdım T.C. kimlik numarası istediler benden, yardımcı olabilir misin?
- Tabi amcacım, siz şuraya oturun, şu işimi hemen bitirip sizinle ilgilenirim.

Abdullah hoca başlar beklemeye. Böylelikle bulundugu mekânı inceleme fırsatı da geçer eline.
Demek ki gençlerin girip bir türlü çıkmak bilmedikleri, internet-cafe denilen yer burasıdır.
Gözüne takılan her detaydan rahatsız olarak, huzursuz bakışlarla etrafını süzer durur.
Evin bodrumunda kurduğu fare tuzakları gelir aklına. Küçücük bir peynire tutsak olan fareler
nasıl kapandan çıkamıyorlarsa, ayrı telden, ayrı telden oyunlara yakalanan gençlerin de
buradan çıkamadıklarını düşünür. Bir 'fesubhanallah'
Bir 'fesubhânallah' daha çeker ve:
- Ähir zaman fitneleri işte canım, der kendi kendine.

Hoca efendinin huzursuz olduğunu fark eden delikanlı hemen bir çay söyleyince, kendisine ikram edilmesinden memnun olur.
En azından bu da bir hürmet ifadesidir. 'Aferin' derken içinden, hayıflanır, istemeden:
- Yazık oluyor bu gençlere, hayatlarını heder ediyorlar.
Boşa hayıflanmanın, vah vah demenin, bir faydası olmayacağını bildiği için, delikanlıyla hasbihal etmeye karar verir:

- Delikanlı sana bir şey soracağım ama bilmem ne düşünürsün?
- Buyurun amca, ne soracaktınız?
- Sen Allah'ı bilir misin?

Birbirine girmiş, hiçbir şekle benzetemediği jöleli saçları,
her baktığında bir 'fesubhanallah' daha çektiği sakal şekliyle bu delikanlıdan aldığı cevap, hoca efendiyi pek şaşırtır.

Cafeyi işleten delikanlı gülümseyen gözlerle bakarak:
- Kul, kendisini yoktan var edip hayat bahşeden, düşünecek akıl, görecek göz veren Rabbini nasıl bilmez amca?

Hayretle sormaktan alamaz kendisini:
- Biliyor musun? Peki neyle biliyorsun Allah'ı, bana bir anlatır mısın?

Delikanlı eliyle cafedeki bilgisayarları göstererek cevap verir:
- Bu bilgisayar ile biliyorum amca.

- Bunlarla mı? Pek anlayamadım.

- Bu bilgisayarların varlığı benim nazarımda Allah'ın varlığının en açık delillerinden biridir.
Bilgisayar kullananlar gayet iyi bilirler amca,böyle bir makine, ancak bir mühendis ve üstün bir teknoloji ile var olabilir.
Ateistin en önde gidenine sorsan, bu zımbırtının tesadüf eseri oluşmayacağını,
mutlaka birisi tarafindan yapılmış olduğunu söyler sana.
Meselâ Darwin kalkıp dirilse, şu laptopu göstersen, desen ki:
'Bu Älet, şu hesap makinesinin tesadüfler zinciriyle evrimleşmiş hâlidir.' Darwin bile 'çüş lan deve' der.

Abdullah Hoca delikanlının anlattıklarından hoşlanmıştır. Keyiflenir:
- Bilgisayarın kendiliğinden yapıldığını kabul etmeyen adam, onu yapan insanın yaratılmış olduğuna gelince kıvırıveriyor değil mi evlâdım?

- Bak amca, burada 20 tane bilgisayar var, bunlar bir sistemle birbirine bağlı, hepsi bir program tarafından idare ediliyor.
Bu sistemi ben kurdum, burayı ben çekip çeviriyorum. Buradaki düzen benden sorulur;
Yani bir anlamda da farzi muhal buranın sahibi benim.
Bazen oyun oynayıp, interneti kullanıp para ödemeden sıvışmaya kalkanlar oluyor.
Hemen yakaliyorum onları. 'Gel bakalım! Nereye gidiyorsunuz böyle?
Buranın nimetlerinden faydalanıp başıboş bırakılacağınızı mı zannettiniz?
'Paramız yok abi! ' derlerse; 'Yok öyle yağma! ' deyip cezalandırıyorum.
İnternet-cafeyi temizletiyorum: paspas yapıyorlar, camları silip tuvaleti temizlettiriyorum.
Bir saat oyunun, internetin bedeli olur, bunun hesabı sorulur da, sayısız nimetlerle dolu koca bir ömrün hesabını sormazlar mı insana?
Bir cafenin bile işlerini düzenleyen, tertip eden biri varken, koca kâinatı kusursuz işleyen bu sisteminin bir kurucusu olmaz mı?
Olmaz diyenin ahmaklığını bütün noterler tasdik etmez mi?

- Vallahi evlâdım pek takdir ettim seni. Peki Allah'ı nasıl bilirsin, neye benzetirsin?

-Ben Allah'ı hiçbir şeye benzetmeden bilirim amca.

- Bunun böyle olacağını nasıl bildin evlâdım?

Delikanlı eliyle bilgisayarları işaret etti:
- Yine bunlar sağ olsun. Bu bilgisayarları yapan mühendisler başka, bilgisayarlar başkadır.
Birbirlerine benzemezler.
Programı yazan insan başkadır, ortaya konulan program ise bambaşka.
Bilgisayarda yüklenmiş bilgiler vardır, fakat benim bilmem yine başkadır.
Kamerası vardır, ses düzeni vardiır, ama benim gözlerim ve duyup konuşmam farklıdır.

Abdullah amca çocuğun feraset ve anlayışını çok beğenmişti.
Sorduğu sorulara aldığı cevaplar, gayet mantıklıydı ve berrak bir imana işaret ediyordu.
Aslında buradaki işi bitmiş, kimlik numarasını çoktan almıştı; ama muhabbete devam etmek istedi.

- Peki varlığına inandığın Rabbin için ne yapman gerektiğine dair ne biliyorsun?

- Ne yapmam gerektiğini biliyorum amca, fakat ne kadarını yapabildiğim hususunda
kendimi yeterli görmüyorum.

- Ne bildiğini söylersen, neler yapabileceğine dair yardımcı olabilirim belki evlâdım.

- Neler yapmam gerektiğine dair şuradan biliyorum amca:
Öncelikle, Rabbim bana bir gönül vermiş. Kendisini bilmeyi nasip edip muhabbetini gönlüme yerleştirmiş.
Ben de gönlümde sadece O'na ve sevdiklerine yer vermeliyim,
O'nun istemeyeceği şeyleri gönlümden uzak tutmalıyım.
İkinci olarak bana verdiği dili razı olmayacağı sözlerden korumalıyım. Her zaman O'nu soylemeli, O'nu anlatmalıyım.
Son olarak bana verdiği bu bedeni onun razı olacağı şekilde kullanmalı, bir gün toprak olacak vücudumu
O'nun yolunda eskitmeliyim. Benim bildigim bundan ibaret.

- Ee evlâdım daha ne yapacaksın, başka bir şey kalmadı ki!

- Efendim yapmalıyım, etmeliyim diyorum ama, bal demekle ağız tatlanmıyor ki!
Gidilecek yolu bilmek ayrı, usuluyle yolda yürüyebilmek apayrı bir şey
Yine bilgisayar tabirleriyle söylemek gerekirse,
Şeytan denilen melun HACKER, benim sistemimde ki NEFS virusunu aktif hale getiriyor.
Üstesinden gelebilene aşk olsun. Etkili bir antivirus programı bulmam lazım belki de..

- Ben biliyorum, dedi Abdullah Hoca ve ekledi: ""SALAT""
- Eveeet amca, ""SALAT"" anti-virus programlarından birisidir. Kötülüklerden engeller.
Hayat sistemine kurup, günde sabah ve akşam bağlanırız
Böylece sürekli güncellenir.

31 Aralık 2011 Cumartesi

31 ARALIK YATSI - EN BÜYÜK İBADET NAMAZ

اتْلُ مَا أُوحِيَ إِلَيْكَ مِنَ الْكِتَابِ وَأَقِمِ الصَّلَاةَ إِنَّ الصَّلَاةَ تَنْهَى عَنِ الْفَحْشَاء وَالْمُنكَرِ وَلَذِكْرُ اللَّهِ أَكْبَرُ وَاللَّهُ يَعْلَمُ مَا تَصْنَعُونَ
Utlu mâ ûhıye ileyke minel kitâbi ve ekımıs salât(salâte), innes salâte tenhâ anil fahşâi vel munker(munkeri), ve le zikrullâhi ekber(ekberu), vallâhu ya’lemu mâ tasneûn(tasneûne).

1.utlu: oku
2.: şey
3.ûhıye: vahyedilen
4.ileyke: sana
5.min: dan
6.el kitâbi: kitap
7.ve ekımı: ve ikame et (kıl)
8.es salâte: namaz
9.inne: muhakkak
10.es salâte: namaz
11.tenhâ: nehyeder, yasaklar, mani olur
12.anil fahşâi (an el fahşâi): fuhuştan, kötülükten
13.ve el munkeri: ve münker, nekir, kötülük
14.ve le: ve elbette, mutlaka
15.zikrullâhi (zikru allâhi): Allah'ın zikri
16.ekberu: en büyük
17.vallâhu (ve allâhu): ve Allah
18.ya'lemu: bilir
19.: şey(ler), ne
20.tasneûne: yapıyorsunuz

İmam İskender Ali Mihr :Kitaptan sana vahyedilen şeyi oku ve salâtı ikâme et (namazı kıl). Muhakkak ki salât (namaz), fuhuştan ve münkerden nehyeder (men eder). Ve Allah'ı zikretmek mutlaka en büyüktür. Ve Allah, yaptığınız şeyleri bilir.
Diyanet İşleri:(Ey Muhammed!) Kitaptan sana vahyolunanı oku, namazı da dosdoğru kıl. Çünkü namaz, insanı hayâsızlıktan ve kötülükten alıkor. Allah’ı anmak (olan namaz) elbette en büyük ibadettir. Allah, yaptıklarınızı biliyor.
Abdulbaki Gölpınarlı:Oku kitaptan ne vahyedildiyse sana ve namaz kıl; şüphe yok ki namaz, çirkin ve kötü şeylerden alıkoyar insanı ve elbette Allah'ı anmak, pek büyük birşeydir ve Allah, ne işlerseniz hepsini bilir.
Adem Uğur:(Resûlüm!) Sana vahyedilen Kitab'ı oku ve namazı kıl. Muhakkak ki, namaz, hayâsızlıktan ve kötülükten alıkoyar. Allah'ı anmak elbette (ibadetlerin) en büyüğüdür. Allah yaptıklarınızı bilir.
Ahmed Hulusi:Sana vahyolunan BİLGİ'yi (Kitap) oku, bildir; salâtı ikame et. . . Kesinlikle salât fahşadan (kendini beden kabulünün getirisi olan aşırı davranışlardan) ve münkerden (Sünnetullah'a ters düşüren şeylerden) uzaklaştırır. . . Elbette ki Allâh zikri (hatırlanışı) Ekber'dir (Ekberiyeti hissettirir)! Allâh ne hâlde olduğunuzu bilir.
Ahmet Tekin:Sana vahyedilen kitaptan bölüm bölüm oku, ilgili ayetlerini uygula. Namazı adâbına riayet ederek aksatmadan âşikâre kıl. Namaz, meşru olmayan şehevî fiilerden, gayri meşru ilişkilerden, zinadan, haddi aşmaktan, cimrilikten, ahlâksızlıktan ve şeriatın suç saydığı, haram kıldığı, kamu vicdanının tasvip etmediği, mü’minlerin icrasında hayır görmediği şeylerden, bunların savunuculuğunu, sözcülüğünü yapmaktan insanı alıkoyar. Allah’ı zikir, namaz, Allah’ın övünç kaynağı kelamını okumak, Allah’ın dinini tebliğ elbette en büyük ibadettir. Allah’ın kullarına lütfuyla ilgisi ise en büyük mazhariyettir. Allah hile ile kurduğunuz düzenleri, tuzakları ve ilişkileri biliyor.
Ahmet Varol:Kitab'dan sana vahyedileni oku ve namazı kıl. Gerçekten namaz hayasızlıktan ve kötülükten alıkoyar. Muhakkak ki Allah'ı anmak en büyük (ibadet)tir. Allah yaptıklarınızı bilir.
Ali Bulaç:Sana Kitap'tan vahyedileni oku ve namazı dosdoğru kıl. Gerçekten namaz, çirkin utanmazlıklar (fahşa)dan ve kötülüklerden alıkoyar. Allah'ı zikretmek ise muhakkak en büyük (ibadet)tir. Allah, yaptıklarınızı bilir.
Ali Fikri Yavuz:(Manasını anlamak, ezberlemek ve gereği üzere Allah’a ibadet etmek için ey Resûlüm) sana vahy edilen Kur’an’ı oku ve namazı (devamlı beş vakit) kıl. Gerçekten namaz, kötü işden ve uygunsuzluktan alıkor. Muhakkak ki Allah’ı zikretmek (namaz kılmak, yahud Allah’ın mağfiretle kullarını anışı, diğer ibadetlerden) daha büyüktür. Allah, (iyilik ve kötülük) her ne yaparsanız onu bilir.
Bekir Sadak:Kitap'tan sana vahyolunani oku; namaz kil; muhakkak ki namaz hayasizliktan ve fenaliktan alikor; Allah'i anmak en buyuk seydir! Allah yaptiklarinizi bilir.
Celal Yıldırım:(Ey Peygamber!) Kitaptan sana vahyedileni oku; namazı kılmaya devam et; çünkü namaz cidden ahlâk dışı davranışlardan, (dine, akla ve sahîh örfe ters düşen) uygunsuz şeyden alıkoyar. Allah'ı anmak elbette cok büyüktür! Allah, neler İşlediklerinizi bilir.
Diyanet İşleri (eski):Kitap'tan sana vahyolunanı oku; namaz kıl; muhakkak ki namaz hayasızlıktan ve fenalıktan alıkor; Allah'ı anmak en büyük şeydir! Allah Yaptıklarınızı bilir.
Diyanet Vakfi:(Resûlüm!) Sana vahyedilen Kitab'ı oku ve namazı kıl. Muhakkak ki, namaz, hayâsızlıktan ve kötülükten alıkoyar. Allah'ı anmak elbette (ibadetlerin) en büyüğüdür. Allah yaptıklarınızı bilir.
Edip Yüksel:Sana vahyetmiş olduğumuz kitaptan oku ve namazı gözet. Çünkü namaz, iğrenç ve kötü şeylerden vazgeçirir. ALLAH'ı (namaz yoluyla) anmak en önemlidir. ALLAH ne yaptığınızı bilir.
Elmalılı Hamdi Yazır:Sana vahyolunan kitabı güzel güzel oku ve namazı kıl, sahih namaz edepsizlikten ve uygunsuzluktan nehyeder ve her halde Allahın zikri en büyük iştir ve Allah her ne işlerseniz bilir
Elmalılı (sadeleştirilmiş):Sana vahyedilen Kitabı güzel güzel oku ve namazı kıl! Muhakkak sahih namaz edepsizlikten ve uygunsuzluktan alıkoyar. Muhakkak Allah'ı anmak en büyük iştir ve Allah, her ne işlerseniz bilir.
Elmalılı (sadeleştirilmiş - 2):Sana vahyedilen Kitabı oku ve namazı kıl. Muhakkak ki namaz hayasızlıktan ve kötülükten alıkoyar. Allah'ı anmak elbette en büyük ibadettir. Allah yaptıklarınızı bilir.
Fizilal-il Kuran:Ey Muhammed! Sana vahiy yolu ile indirilen Kitab'ı oku ve namazı kıl. Hiç kuşkusuz namaz, insanı iğrenç işlerden, kötülüklerden alıkor, Allah'ı anmak en büyük ibadettir. Allah ne yaptığınızı bilir.
Gültekin Onan:Sana Kitap'tan vahyedileni oku ve namazı dosdoğru kıl. Gerçekten namaz, çirkin utanmazlıklar (fahşa)dan ve münkerden alıkoyar. Tanrı'yı zikretmek ise muhakkak en büyük (ibadet)tir. Tanrı yaptıklarınızı bilir.
Hasan Basri Çantay:Sana vahyedilen kitabı oku. Namazı da dosdoğru kıl (ve kıldır). Çünkü namaz edebsizlikden ve akıl ve şerîata uymayan her şeyden alıkoyar. Allahı zikretmek elbette en büyük (ibaret) dir. Ne yaparsanız Allah bilir.
Hayrat Neşriyat:(Ey Resûlüm!) Kitab’dan sana vahyedileni oku ve namazı hakkıyla edâ et! Şübhe yok ki namaz, çirkin işlerden ve kötülüklerden (insanı) alıkoyar. (Namaz kılarak) Allah’ı zikretmek ise, elbette (herşeyden) en büyük olandır. Ve Allah, ne yaparsanız bilir.
İbni Kesir:Sana kitabtan vahyolunanı oku, namaz kıl. Muhakkak ki namaz, hayasızlıktan ve kötülükten alıkoyar. Allah'ı zikretmek ise muhakkak ki en büyüktür. Ve Allah; yaptıklarınızı bilir.
Muhammed Esed:Sana vahyedilen bu ilahi kelamı (başka insanlara) ilet ve namazında dikkatli ve devamlı ol; çünkü namaz (insanı) çirkin fiillerden ve akla ve sağduyuya aykırı olan her türlü şeyden alıkoyar; Allah'ı anmak gerçekten en büyük (erdem ve iyilik)tir. Allah bütün yaptıklarınızı bilir.
Ömer Nasuhi Bilmen:Kitaptan sana vahyedilmiş olanı tilâvet et ve namazı dosdoğru kıl. Şüphe yok ki namaz, hayasızlıklardan ve yaramaz şeylerden nehyeder. Ve elbette ki, Allah'ın zikri en büyüktür. Ve Allah ne yapar olduğunuzu bilir.
Ömer Öngüt:Resulüm! Kitap'tan sana vahyedileni oku ve namaz kıl! Şüphesiz ki namaz insanı her türlü hayâsızlıktan ve fenalıktan alıkoyar. Zikrullah elbette en büyük (ibadet)tir. Allah yaptıklarınızı bilir.
Şaban Piriş:Sana vahyolunan kitabı oku! Namazı kıl! Çünkü namaz, ahlaksızlıktan ve kötülükten alıkor. Elbette Allah’ın zikri/kitabı en büyüktür. Allah, yaptıklarınızı bilir.
Suat Yıldırım:Sana vahyedilen kitabı okuyup tebliğ et, namazı hakkıyla ifa et. Muhakkak ki namaz, insanı, ahlâk dışı davranışlardan, meşrû olmayan işlerden uzak tutar. Allah’ı namazla anmak, elbette en büyük fazilettir. Allah bütün işlediklerinizi bilir.
Süleyman Ateş:Kitaptan sana vahyedileni oku ve namazı da kıl. Çünkü namaz kötü ve iğrenç şeylerden meneder. Elbette Allâh'ı anmak, en büyük (ibâdet)tir. Allâh, ne yaptığınızı bilir.
Tefhim-ul Kuran:Sana Kitap'tan vahyedileni oku ve namazı dosdoğru kıl. Gerçekten namaz, çirkin utanmazlıklar (fahşa)dan ve kötülüklerden vazgeçirir. Allah'ı zikretmek ise muhakkak en büyük (ibadet)tir. Allah, yapmakta olduklarınızı bilmektedir.
Ümit Şimşek:Sana vahyolunan kitabı oku; namazı dosdoğru kıl. Hiç şüphe yok ki namaz fuhşiyattan ve kötülükten alıkoyar. Allah'ı anmak ise en büyük iştir. Ve Allah bütün işlediklerinizi bilir.
Yaşar Nuri Öztürk:Kitap'tan sana vahyedileni oku! Namazı da kıl! Çünkü namaz, çirkinliklerden ve kötülüklerden alıkoyar. Elbette ki Allah'ın zikri/Kur'an'ı daha büyüktür! Allah, neler yaptığınızı biliyor.


İnnenî enallâhu lâ ilâhe illâ ene fa’budnî ve ekımis salâte li zikrî.
1.inne-nî: gerçekten ben, muhakkak ben
2.enallâhu (ene allâhu): ben Allah'ım
3.lâ ilâhe: ilâh yoktur
4.illâ: den başka
5.ene: ben
6.fa'budnî (fe a'bud-nî): öyleyse bana kul ol
7.ve akımı es salâte: ve namazı ikame et
8.li zikrî: benim zikrim için, beni zikretmek için
Diyanet İşleri:“Şüphe yok ki ben Allah’ım. Benden başka hiçbir ilâh yoktur. O hâlde bana ibadet et ve beni anmak için namaz kıl.”
Abdulbaki Gölpınarlı:Şüphe yok ki ben öyle bir Allah'ım, yoktur benden başka tapacak, bana kulluk et ancak ve namaz kıl beni anmak için.
Adem Uğur:Muhakkak ki ben, yalnızca ben Allah'ım. Benden başka ilâh yoktur. Bana kulluk et; beni anmak için namaz kıl.
Ahmed Hulusi:"Kesinlikle Ben, evet Ben Allâh'ım! Tanrı yok, sadece BEN! Bana (Esmâ özelliklerimi açığa çıkarma işlevinle) kulluk et! Beni hatırlaman için salâtı yaşa!"
Ahmet Tekin:'Benim, ben. Allah’ım. Yalnızca ben hak ilâhım. Beni ilâh tanı, candan müslüman olarak bana teslim ol, saygıyla bana kulluk ve ibadet et, benim şeriatıma bağlan, bana boyun eğ. Devamlı beni hatırında tutman, beni zikretmen; lütfumla, seninle ilgilenmem için namazı âdâbına riayet ederek, aksatmadan kıl.'
Ahmet Varol:Şüphesiz ben Allah'ım. Benden başka ilâh yoktur. Şu halde bana kulluk et ve beni anmak için namaz kıl.
Ali Bulaç:"Gerçekten Ben, Ben Allah'ım, Ben'den başka ilah yoktur; şu halde Bana ibadet et ve beni zikretmek için dosdoğru namaz kıl."
Ali Fikri Yavuz:Gerçekten ben, Allah’ım; benden başka hiç bir ilah yoktur. Onun için bana ibadet et ve beni anmak için namaz kıl.
Bekir Sadak:«Şuphesiz Ben Allah'im, Benden baska tanri yoktur; Bana kulluk et; Beni anmak icin namaz kil.»
Celal Yıldırım:Şüphesiz ben Allah'ım. Benden başka hiçbir (hakiki) ilâh yoktur. Onun için bana ibâdet et; beni anmak için namaz kıl.»
Diyanet İşleri (eski):'Şüphesiz Ben Allah'ım, Benden başka tanrı yoktur; Bana kulluk et; Beni anmak için namaz kıl.'
Diyanet Vakfi:Muhakkak ki ben, yalnızca ben Allah'ım. Benden başka ilâh yoktur. Bana kulluk et; beni anmak için namaz kıl.
Edip Yüksel:'Ben, evet Ben ALLAH'ım; Benden başka tanrı yoktur. Bana kulluk et ve Beni anmak için namazı gözet.'
Elmalılı Hamdi Yazır:Hakıkaten benim ben Allah, benden başka ilâh yok. Onun için bana ıbadet et ve zikrim için namaz kıl.
Elmalılı (sadeleştirilmiş):Gerçekten Benim Ben, Allah; Benden başka ilah yoktur; onun için Bana ibadet et ve Beni anmak için namaz kıl!
Elmalılı (sadeleştirilmiş - 2):Şüphesiz ben Allah'ım, benden başka hiçbir ilâh yoktur. Onun için bana kulluk et ve beni anmak için namaz kıl.
Fizilal-il Kuran:Hiç kuşkusuz ben Allah'ım. Benden başka ilah yoktur. Öyleyse bana kulluk et. Beni anmak için namaz kıl.
Gültekin Onan:"Gerçekten ben, ben Tanrı'yım, benden başka tanrı yoktur; şu halde bana ibadet et ve beni zikretmek için dosdoğru namaz kıl."
Hasan Basri Çantay:Şübhe yok ki Allah, ben im, ben. Benden başka hiçbir Tanrı yokdur. Öyleyse bana ibâdet et, beni hatırlamak ve anmak için dosdoğru namaz kıl.
Hayrat Neşriyat:'Şübhe yok ki ben, (evet) ancak ben Allah’ım; benden başka ilâh yoktur; öyle ise bana kulluk et ve beni anmak için namaz kıl!'
İbni Kesir:Şüphesiz ki Ben; Allah'ım. Benden başka hiç bir ilah yoktur. Öyleyse Bana ibadet et ve Beni anmak için namaz kıl.
Muhammed Esed:"Gerçek şu ki, Allah Benim; Benden başka tanrı yok; o halde, (yalnız) Bana kulluk et; ve Beni anmak için salatta devamlılık ve duyarlık göster!
Ömer Nasuhi Bilmen:«Şüphe yok ki ben, ben Allah'ım, benden başka ilâh yoktur. İmdi Bana ibadette bulun ve Beni anmak için namaz kıl.»
Ömer Öngüt:“Şüphesiz ki ben Allah'ım. Benden başka hiçbir ilâh yoktur. Bana kulluk et, beni anmak için namaz kıl. ”
Şaban Piriş:Şüphesiz ben, Allah’ım. Benden başka ilah yok! Bana kulluk et, beni anmak için namaz kıl.
Suat Yıldırım:Muhakkak ki Ben’im gerçek İlah. Benden başka yoktur ilah. O halde sen de yalnız Bana ibadet et! Beni anmak için namaz eda et!
Süleyman Ateş:"Muhakkak ben, (evet) ben Allâh'ım, benden başka tanrı yoktur.(Yalnız) bana kulluk et ve beni anmak için namaz kıl."
Tefhim-ul Kuran:«Gerçekten Ben, Ben Allah'ım, Ben'den başka ilah yoktur; şu halde Bana ibadet et ve Beni zikretmek için dosdoğru namaz kıl.»
Ümit Şimşek:'Ben Allah'ım; Benden başta tanrı yoktur. Yalnız Bana kulluk et. Beni anmak için de namaz kıl.
Yaşar Nuri Öztürk:"Hiç kuşkulanma ki ben Allah'ım. İlah yoktur benden başka. O halde bana kulluk/ibadet et ve namazını, beni hatırlayıp anmak için yerine getir."
A A A A

31 ARALIK AKŞAM - NAMAZDA DİKİLEN ELBİSE TAKVA

يَا بَنِي آدَمَ قَدْ أَنزَلْنَا عَلَيْكُمْ لِبَاسًا يُوَارِي سَوْءَاتِكُمْ وَرِيشًا وَلِبَاسُ التَّقْوَىَ ذَلِكَ خَيْرٌ ذَلِكَ مِنْ آيَاتِ اللّهِ لَعَلَّهُمْ يَذَّكَّرُونَ
Yâ benî âdeme kad enzelnâ aleykum libâsen yuvârî sev’âtikum ve rîşâ(rîşâen) ve libâsut takvâ zâlike hayr(hayrun), zâlike min âyâtillâhi leallehum yezzekkerûn(yezzekkerûne).
1.yâ benî âdeme: ey Âdemoğulları
2.kad enzel-nâ: indirdik
3.aleykum: size
4.libâsen: elbise
5.yuvârî: örter
6.sev'âti-kum: ayıp yerlerinizi
7.ve: ve
8.rîşâen: süs, ziynet eşyası
9.ve libâsu et takvâ: ve takva elbisesi
10.zâlike: bu, işte bu
11.hayrun: hayırlıdır, daha hayırlıdır
12.zâlike: bu, işte bu
13.min âyâti allâhi: Allah'ın âyetlerindendir
14.lealle-hum: umulur ki, böylece onlar
15.yezzekkerûne: tezekkür ederler

 TAKVA ELBİSESİ
Ahmed Hulusi:Ey Ademoğulları. . . Hakikaten size bedenselliğinizi örtecek giysi (hakikat bilgisi) ve süs-zinet olan giysi (fazlından gelen ikramlar) İNZÂL ettik. . . Korunma libası elbette en hayırlısıdır. . . İşte bu Allâh işaretlerindendir ki; belki düşünüp ders çıkarırlar.
Ahmet Tekin:Ey Âdemoğulları, size edep yerlerinizi örtecek elbiseleri; süslenecek ve övünecek kıyafetleri ve refahınızı sağlıyacak imkânları bildirdik. Takva esaslarının-Kur’ân esaslarının hayata geçirildiği korunma, kulluk ve sorumluluk şuuruyla, haklarına ve özgürlüklerine sahip çıkarak şahsiyetli davranma, dinî ve sosyal görevlerinin bilincinde olma elbisesi, farz olan örtünmeyi sağlayan sade elbise, işte bu huzur ve mutluluk her şeyden hayırlıdır. Bunlar, bu ilâhî lütuflar Allah’ın kudretine, izzet ve ikramına, yardımına delâlet eden âyetlerinden, delillerdendir. Umulur ki insanlar, vücutlarını, edep yerlerini örtecek elbise ihsan buyurulmasındaki ilâhî hikmeti düşünüp öğüt alırlar.
Celal Yıldırım:Ey Âdem oğulları! Size utanç yerlerinizi örtecek, elbise ve bir de süs elbisesi indirdik. Takva (Allah'tan korkup kötülüklerden sakınmak) elbisesi ise bunlardan daha hayırlıdır. İşte bu (nimetler) Allah'ın (yüce kudretine delâlet eden) belgelerdendir Olur ki düşünür de öğüt alırlar.
Edip Yüksel:Adem oğulları, size, bedenimizi örtecek ve süsleyecek elbiseler hazırladık. Erdemlilik elbisesi ise daha hayırlıdır. Bunlar, ALLAH'ın işaretleridir, olur ki öğüt alırsınız.
Muhammed Esed:Ey Ademoğulları! Size yücelerden, hem çıplaklığınızı örtesiniz diye, hem de bir görkem-güzellik nesnesi olarak giyim kuşam (yapma bilgisini) bahşettik; ama Allaha karşı sorumluluk bilinci örtüsü her şeyin üstündedir. İşte bunda (da) Allahın ayetlerinden biri var ki, insanoğlu belki ders alır.
Süleyman Ateş:Ey Âdem oğulları, size çirkin yerlerinizi örtecek giysi, süslenecek elbise indirdik. Korunma giysisi, en iyisidir. İşte bu(nlar), Allâh'ın âyetlerindendir, belki düşünüp öğüt alırlar.
Ey âdemoğulları! Şu bir gerçek ki size, edep yerlerinizi örtecek giysi de indirdik, süs ve gösterişe yarayacak giysi de... Ama korunup sakınmaya yarayan giysi en hayırlısıdır. İşte bu, Allah'ın ayetlerindendir. Düşünüp öğüt almaları umuluyor.




ANKEBUT 45

Diyanet İşleri:(Ey Muhammed!) Kitaptan sana vahyolunanı oku, namazı da dosdoğru kıl. Çünkü namaz, insanı hayâsızlıktan ve kötülükten alıkor. Allah’ı anmak (olan namaz) elbette en büyük ibadettir. Allah, yaptıklarınızı biliyor.
Abdulbaki Gölpınarlı:Oku kitaptan ne vahyedildiyse sana ve namaz kıl; şüphe yok ki namaz, çirkin ve kötü şeylerden alıkoyar insanı ve elbette Allah'ı anmak, pek büyük birşeydir ve Allah, ne işlerseniz hepsini bilir.

31 ARALIK İKİNDİ - NAMAZ KİMLİK BELGESİDİR

Damla damla oluşuyor hayat
Ölüm kımıl kımıl
Duymak kolay
Anlatmak değil
... Her an
Farkındayım
Az az öldüğümün
Bilincindeyim doğan ayın
Eriyen karın, akan suyun
Ve usul usul tükenen zamanın
Tekrarlayıp duruyor saat
Vakit de mahluktur
Vakit de mahluktur.
İşliyor kalbim
Eskiyor saçlarım
Ve gözlerimin en ince hücreleri
Okuyorum hayatı
Toprağın üstünden çok
Altındakilerle var olduğunu
Toprak ölüme aç
Ölüme muhtaç
Hayat
Ölüm muhakkak
Ve ölüm mutlak
Tek kapısıdır ölümsüzlüğün
Ölümle tanıştıktan sonra anladım
Sadece bir kimlik belgesi olduğunu yaşamanın
Erdem BEYAZIT

31 ARALIK ÖĞLE - O VAR


Gönül Bir Yokluktan Dolayı Ağlasa,
Can Hak Tealâ'yı Bulmaktan Güler."
Ebu Süleyman Dârani h.z.

31 ARALIK SABAH - TESBİH

Yıllar tesbih taneleri azizim, çektikçe yaklaşıyor fatiha...
Sait Çamlıca

30 Aralık 2011 Cuma

30 ARALIK YATSI - BULURMU BENİ

 
Olurda bir namaz sonrası bulur mu beni ölüm ?
En elzem anımda en ihlaslı halimle….Affıma vesile olur mu kendimce nasuh saydıgım tevbelerim şükrünü eda edemeden kıldıgım huşusu mechul secdelerim….Unutuklarımı unutmamasına karşın kalbimdekileri en iyi bilen Rabbim kurtuluşumu bir namaz sonrası titreyen yüreğime ve günahkar dilimden dökülemeyen uzun hecelere gizler mi…?
Ve…..
Bir cuma sonrası bulur mu beni ölüm…?
En elzem anımda en aşk dolu halimle….Tüm noksanlıklarımı görengörmeyi beceremediklerimi bilen Rabbim Er - Rahman ismiyle muamele edip bağışlar mı cehennem misali dünya hayatımı…Sonsuz affedici merhamet ve kerem sahibi O!..Geri çevirir mi kapısına boynu bükük geleni…?
Ve….
Ellerim semada bulur mu beni ölüm…?
En elzem anımda en pişman halimle….Dünyayı kendine zindan bilemeyen kalbim atar mı son kez seccadem üstünde…Veda edemediğim hayallerime bir el sallayacak vakti verir mi ecelim bana ve hızına yetişememe ragmen nasıl gectiğinide anlamadığım zaman son dakikalarını kurban eder mi benim ölümüme…?
Ve…
Bir istanbul akşamı bulur mu beni ölüm….?
Namaza durmuşken tüm azalarım sonlanır mı sonu gelmeyen isteklerimşikayetlerim…Yüzüm kıbleye dönükkapanır mı gözlerim…Ahirete dair düşlerim…O’nu anlatamayan kelimelerim….Gercekleştirilmeyi bekleyen amellerim küskünken bana ve gönlüm hasretken bahara daha kaç kez yağmurda ıslanırdaha kaç sonbaharda sonu bekler yüreğim…?
Ve…
Medine yollarında bulur mu beni ölüm….?
En elzem anımdaen özlem dolu halimle…Huzuruna cıkmaya yokken yüzüm ve şefaatine muhtaclığım olsada hüznüm… boş yaşanmışlıklar yakarken içimikavrulur mu tüm günahlarım yüreğimdeki ateşte!.Tüm yoldaşlarımla yollarımı ayıran hayatla bağımı koparan Rabbim yanışlarımı gözyaşlarımı Rahmet yağmurlarına dönüştürür mü o büyük gün…?
Ve….
Hayırla sonlanan yaşamlar durağında bulur mu beni ölüm….?
Zaman atım bu durağa vardığında arkamda bıraktıklarım ağlar mı ardımdan….Ellerimbedenimsahiplenmişliklerim şahidim olurken kaçamadıklarım sığdıramadıklarımdüşünemediklerim defterimin yönünü degiştirir mi ?Binlerce soruyla savaşırken beynim ve ”ölüm var” demeye alışkınken dilim bir tebessümle sonlanır mı dünya hayatım…huzur ikliminin tadına varıp dolar mı sevniçle yüreğim….
Ve…
Evet…
Bir gün benide bulacak ölüm…belki en elzem anımda belki en ummadığım anda…”inna lillahi ve inna ileyhi raciun” benim arkamdan söylenecek bir gün…işitemediğim sela benim ölümümü duyuracak…Güneş bensiz bir sabaha doğacakrüzgar benim olmadığım kentte esecekhissetmiyecek tabiat yokluğumubensiz gececek her gün…Ruhum fatihalar arayacakhatırlanmak isteyecek….ölüm beni de bulacak bir gün….O dem ki perdeler kalkar perdeler iner…azraile hoşgeldin diyebilmektir hüner….Ölüm güzel şey budur perde ardından haber güzel olmasaydı hiç ölür müydü peygamber(s.a.v.)…(N.f.k) üstadın sözleri gibi korkusuzca bekleyecekmiyim ölümü….?amellerim yetecek mi istedigim başlangıclara….Özlemişken…cok özlemişken …ellerim uzanacak mı tertemiz baki hayatıma……
Beklenen gün üzerine kutsal saydıgım Çilem!
Yetişecek misin imdadıma…?
Bil işte ne umutlar bağladım benliğimden gecipte geldim ben sana….!
Bu fanide göz yumduğum gun
Bilirim sonum o gün
Gözüm yoktur bakmaya Ya Rab
Dilim yoktur anlatmaya Ya Rab
Sen bağışlayan sen merhamet olansın
Ne olur Bizi de al cennetine..
Cennetin Firdevisine İnşaallah
iktibas

30 aralık akşam - İLAÇ


30 aralık ikindi - ÖZEN GÖSTERMEK

Hz. Ömer (r.a.) kirli ve buruşuk bir elbise ile namaz kılmakta olan bir şahsa,
 “Söyle bakayım, seni bu elbise ile halktan bazı kimselerin huzuruna göndersem gider misin? “
diye sormuş; 
“Hayır” 
cevabını alınca da; 
“Allah Teâlâ; kendisi için temiz ve güzel görünümlü olmaya daha fazla hak sahibidir” demiştir.
(Tahtâvî, Hâşiye ala Merâki’l-felâh, I, 359)

30 Aralık öğle - AZİZ KUTLUAY - VEYSEL AKKAYA

30 Aralık sabah - hakkını helal edermisin anne hikaye


3 Nisan Cuma… Bu tarihi hiç unutmayacağım. Annem bugün öldü. Sabah namazı vaktinde… Namaza kalkmış… Bana haber verdiklerinde, sabah ezanı okunuyordu.


Komşular, akrabalar, tanıdıklar taziyeye geliyor. Kalabalık… Hava bugün bulutlu. Güneş bir görünüp bir kayboluyor. Rüzgâr, bazen ağaçların yapraklarını titretmekle yetiniyor, bazen yerdeki tozları alıp havalara savuruyor.

Annem, bacımın evinde öldü. Gelmedi yanıma. Hastalanınca bacıma gitti. Kırgın bana. Namaz kılmıyorum diye. Bacım da, eniştem de, çocukları da dinlerine bağlılar. Bu yüzden annem, onları daha çok seviyor. Bizim çocuklar da bize çekmiş. Her biri bir ilde. Gelmediler. Telefon da açmadılar.


Annem, bazen bize gelirdi. En fazla bir gece kalıp sabahtan giderdi. Eniştemlerde daha çok kalıyor. “Namaz kılmayanın ekmeği de yenmez, ekmek de yedirilmez” diyordu.


Gittiği yere, eli boş gitmezdi. Çocukları sevindirmeyi çok severdi. Onlara oyuncak alır, harçlık dağıtırdı. Babamdan kalan az bir maaşla geçinip gidiyordu. Ne de bereketliydi. Harcamakla bitiremiyordu.

Yaşlıydı ama kendini idare ediyordu. Kimseye muhtaç değildi. On beş gündür hastaydı. Sık sık gidiyordum yanına. “Ana, eniştemi benden daha çok seviyorsun” diye takılıyordum. “O da benim evladım” diyordu.


Öğle namazından sonra defnettik. Kefeninden tutup mezara korken, gözlerimden akan yaşlar kefenine damlıyordu. Anaydı. Az çekmedi kahrımızı. Hem ana oldu bize, hem baba. Bana hakkını helal etti mi, bilmiyorum.


Çok genç yaşta dul kalmış. Evlenebilirdi. Bize kıyamamış. “Sen üzüyorsun beni. Namaz kılmazsan, hakkımı sana helal etmem” diyordu.


Annemin ölümü beni çok sarstı. Bir de askerde ölen oğluma çok üzülmüştüm. Nişanlıydı. Asker dönüşü düğün yapacaktık. Babam öldüğünde ise ben üç yaşımdaymışım. Hatırlamıyorum. Baba sevgisinden mahrum büyüdüm. Baba kokusu nasıldır bilmiyorum. Babasının elini tutan çocukları görünce, ben de babamı aradım hep. İşçiymiş belediyede. Farkına varmadan geri gelen kamyonun altında kalmış. Çok isteyeni olmuş anamın. Evlenmemiş.


Anam da namaza takmış. Çocukluğumdan beri “namazını kıl yavrum” deyip duruyor. Bazen şakayla; “senin cenazende namaz kılacağım” diyordum. “Kılmazsın, o zaman da kılmazsın” derdi. İnsanlar, cenaze namazı için hazırlanırken hep anamın bu sözü geldi aklıma. Ağladığımı gizlemeye çalıştım. Niye yalan söyleyeyim; anamın cenaze namazını kılmak istedim. Bilmiyordum. Ne abdest almasını, ne de namazın nasıl kılınacağını bilmiyordum. Ben bugüne kadar hiç namaz kılmadım ki. Cenaze namazlarında da hep kenarda durdum.

İmam, cenaze namazını tarif ederken birkaç damla yağmur düştü. Yağmadı. Ben de cemaatin içindeydim. Nereye gidecektim. Benim anamdı ölen. Kenarda durmam olmazdı. Herkes beni ayıplardı. Namazda, etrafımdakiler ne yaptıysa aynısını yaptım. Abdestsizdim. Cenaze namazı abdestsiz kılınır mıydı, bilmiyorum. Hocanın söylediği duaları okumasını da bilmiyordum. “Allah’ım, anamı bağışla. O, benim ve bacım için dul başına ömrünü tüketti. Dinine bağlıydı. Namusuna, toz kondurmadı. Anamı affeyle” diye dua ettim.


Sağlığında da bazen dua ederdim de, kızardı: “Hadi şuradan binamaz! Namaz kılmayanın Allah, duasını da kabul etmez. Allah, itin duasını kabul etse, gökten ekmek yağar” derdi. Biz O’nun kuluyduk. O kabul etmezse, kim kabul ederdi duamızı? O’ndan başka kime dua edebilirdik?


Anam okuma yazma bilmezdi. Duyduklarıyla dini yaşardı. Yaz tatillerinde beni mahalle camisine Kur’an öğrenmeye gönderirdi. Tek öğrendiğim: “elif, be, te, se, cim…” Çünkü ilk gün annem, elimi tutup hocaya götürdükten sonra her sabah kursa gidiyorum, der; parka gider, oynardım.


Anam da gitti. Onu hiç göremeyeceğim artık. Dar dünya, bir bacım, bir ben kaldık. Bir ağabeyim küçük yaşta ölmüş. İlk Çocuklarıymış. İki yaş büyükmüş benden. O ölünce, onun ismini bana koymuşlar. Aslında bacım da kırgın bana: “Abi, insan anasını üzmemek için bile olsa namazını kılar. Niye inatlık ediyorsun” diyor.


Kur’an okuyorlar. “Allah rahmet etsin”, “Allah sabırlar versin” diyorlar. Bazıları da ölümle ilgili konuşmalar yapıyor. Bacımın kocası Kerem de Kur’an okudu, konuşma yaptı. Dünya hayatının geçici, ahiretin ise daha hayırlı ve daha sürekli olduğunu anlattı. Akşam namazından sonra komşularımızın ikram ettiği yemeği yedik.


Saatler ilerledikçe, kalabalık çekildi. Rüzgâr sertleşti. Ardından yağmur camları kamçılamaya başladı. Kerem yanıma geldi. “Ahmet Abi, içerde biraz konuşalım mı” dedi. Diğer odaya geçtik.


Kerem: ”Abi” dedi. “Gerçekten sen iyi bir insansın. Helâlı haramı bilen, kimseye kötülük etmeyen, dürüst, iyiliksever bir kimsesin. Bak, annen de gitti. Büyüklerimizin çoğu gitti. Sıra bize geliyor. Kul, ahirette önce namazdan sorulacak. Dünya ne ki? Geçip gidiyor. Ahiret önemli. Sen namaz kılmıyorsun diye annen de çok üzülüyordu.”


“Keşke annemin sağlığında kılsaydım. Onun için olsun kılsaydım. Gözü arkada kalmazdı.”


“Abi, namaz da, bütün ibadetler de başkası için değil; yalnız Allah için yapılmalı. O zaman Allah katında bir değeri olur. Bir başlarsan; Allah, -inşallah- geçmiş günahlarını da affeder. Cennette annenle, babanla ve bütün sevdiklerinle beraber olursun. Şurada kaç günümüz kaldı, Allah bilir.”


Yağmur, bardaktan boşalırcasına yağıyor. Dışarı zindan gibi. Anam toprağın altında yalnız yatıyor. Şimdiden özlemeye başladım onu. Biz de öleceğiz. Kızardığımı hissettim. Terledim… Sıcak değildi. Sıkıntıdan olsa gerek. Biri, gırtlağımı sıkıyordu sanki:


“Ben namaz kılmasını bilmiyorum Kerem. Bana öğretir misin” dedim.


“Elbette. Sen bir başla. Önce bildiğin sureleri, duaları oku.”


“Hiçbir şey bilmiyorum ki.”


”Allah’a dua et. Bir başla. Önce beraber kılarız. Benim de eksiğim çok. Yavaş yavaş öğrenirsin.”

“Tamam başlayacağım. Başlamam gerekir. Çok geç kaldım. Aslında sen birkaç sefer söyledin. Sebep de yok. Kılmadım işte. Allah razı olsun. Benim namaz kılmamın sana bir faydası yok. Sen, benim iyiliğim için söylüyorsun.”


“Olur mu abi, nasıl bana faydası yok; ben de sevap kazanıyorum. Bir insanın hidayetine vesile olmak; dünyaya sahip olmaktan daha hayırlı. Biliyor musun; namaza başlaman için Allah’a ne kadar dua ettim.”


Bacım kapıyı açtı, boynuma sarıldı. Hüngür hüngür ağlıyordu: “Abi anam nerede?.. Anam nerede” dedi. Ben de hıçkırmaya başladım. Bir süre ağlaştık…


Kerem, bizi teselli etmeye çalıştı: “Üzülmeyin. Her şey bu dünyadan ibaret değil ki. İnşallah cennette beraber olursunuz” dedi.


Cennette annemi, babamı, ağabeyimi, askerde ölen oğlumu ve diğer yakınlarımı görme ümidiyle içimi hafif bir heyecan ve sevinç kapladı.


“Sabahı beklemeyeceğim. Hemen başlayacağım namaza” dedim.


Bacım hayretle bana baktı: “Ne! Namaza mı başlayacaksın” dedi.


“Evet, hemen şimdi. Çok geç kaldım. Çok geç…”


Bacım boynuma sarıldı, ağladı. Bu kez sevinçten gözyaşı döküyordu.


Ben kılınca, eşime, çocuklarıma da “namaz kılın” demeye dilim olacak.


Dünyaya sanki yeniden doğmuş gibiydim. Her namazdan sonra anneme dua edeceğim. “Anne, namaza başladım. Hakkını helal edecek misin” diyeceğim

Adil Akkoyunlu

29 Aralık 2011 Perşembe

29 Aralık yatsı - Hidaye de türkçe namaz

Eğer kişi arapça bildiği halde namaza farsça ile başlar, ya da namazda Farsça okur veyahut bir hayvanı keserken farsça ile besmele çekerse -İmam Ebû Hanife'ye göre- caizdir.
Diğer iki İmam ise: “Hayvan kesme besmelesi dışında farsça caiz değildir.
Ancak arapça bilmediği takdirde öğreninceye kadar farsça caizdir” demiş­lerdir.
Buna göre İmam Muhammed iftitah tekbiresi konusunda arapça da İmam Ebü Hanife ile, farsçada da İmam Ebû Yûsuf la beraberdir. Çünkü arapçanm, başka dillerde bulunmayan bir özelliği vardır.

Namazdaki okuyuşa gelince: İki İmamın farsça okuması caiz görmemelerinin sebebi, Kur'an» adının arapça olarak nazil olan bu nazmi şerifle itlak olunmasıdır.
Nitekim “Biz bu kitabı bir arapça Kur'an olarak inzal buyurduk” âyeti kerimesi bunu nassan bildirmek­tedir.

Ancak kişi(iki imama göre), rükû ve secdeleri yapamayacak bir durumda ol­duğu zaman nasıl işaretlerle yetinebiliyorsa, Kur'an'dan hiçbir şey bilmediği zaman da anlamını okuyabilir. Fakat besmele öyle değil­dir? Zira besmele bir zikirdir. Zikir ise, her dil ile yapılabilir.

İmam Ebû Hanife'nin (farsça kuran meali ile namaz kılınabilir fetvasının) dayanağı ise; “Kur'an geçmiş peygamberlerin kitablarında da bulunur âyeti kerimesidir,

Zira geçmiş peygamberlerin kitaplarında olan ifadeler arapça olmadıkları halde bu âyette onlara Kuran denilmiştir.
Bu o demek­tir ki Kur'an, lâfızlardan çok, lâfızların ihtiva ettiği mânâlardır.
Bu­nun için kişi, Kur'an'dan hiçbir şey bilemediği zaman onu farsça olarak okuyabilir.

Ancak şu varki, tevarus ede gelen sünnete mu­halefet ettiği için iyi bir şey yapmış olmuyor.

Sonra -sahih olan görüşe göre- Farsçadan başka herhangi bir dille de olur.

Zira mâ­nâ, dillerin değişmesiyle değişmediği gibi,
geçmiş peygamberlerin ki­taplarında olan ifâdeler nasıl arapça değil idiyse, farsça da değil idi.
Bu ihtilaf, namazda arapça yerine Farsça okunduğu zaman, mu­teber sayılıp sayılmadığı konusundadır.
Farsça okumakla namazın fesada gitmediği konusunda ise ihtilâf yoktur

Derler ki: İmam Ebû Hanife sonradan iki İmam'in görüşüne dönüş yapmış­tır ve fetva buna göredir.
(Derler ki ifadesi ilginçtir, rivayet olunur ki gibi söylüyor
kaynak yok ancak böyle deniyor gibi söylüyor)


fetavai hindiyye
Farz namazlarda. Kıraatin yeri iki rek'attır. Muhıyt'te de böyledir.
Bu iki rek'atm, ük iki rek'at, son-iki rek'at veya değişik rek'atler olması müsavidir. Namazın iki rek'atli, üç rek'atli veya dört rek'atli olması da müsavidir.   Şeyh Ebi'I - Mefcârim'in Nfikâye
Şerhi'nde de böyledir.
Bir kimse, namazda, hiç bir rek'atte kıraat etmese veya yal­nız bir rek'atte kıraat etmiş (Kur'ân okumuş) bulunsa, kimsetnin namazı fesada gider. Şemnî'de de böyledir.
Vitir namazının ve nafile namazların bütün rek'atlerinde kir'aat (Kur'ân okumak) farzdır. Muhıyt'te de böyledir.
Namaz içinde, uyuyarak Kur'ân okumuş olmak, caiz olmaz. ZahîHyye'de de böyledir.
Farsça kıraatte bulunmak caiz olmaz. Ancak, İmâm Ebû Yûsuf (R.A. ve İmâm Muhammed (R.A.3 'e göre, bir özre dayalı ola­rak bu caiz olur. Şeyh Ebî'l - Mekârim'in Nikâye Şerhi'nde de böy­ledir.
İmâm-ı Azam Ebû Hanîfe (R.A.)'ye göre, farsca ve diğer dillerle kıraat etmek caizdir ve sahihtir. Ancak, İmâmı A'zam'm da sonradan İmâmeyn'in kavline rücû' ettiği rivayet olunmuştur. Buna da itimad edilir. .Hidâye'de de böyledir. Esrâr'da : «îhtiyânm budur.» denilmiştir.
Tahyık'ta : «Muhakkik âlimlerin hepsinin seçtiği de budur. Fetva da bunun üzerinedir.» denilmiştir. Şeyh Ebil - Mekârîm'in Nikâye ŞerhS'nde de böyledir. Sahih olan budur Mecma'u'l - Bah­reyn'de de böyledir.
.
(yine aynı ilginç ifade kaynaklarda yok ancak böyle bir rivayet işitilmektedir, buna itimad edilir. niye itimad edilir? çünkü edilmelidir? niye edilmelidir? çünkü edilir. İspat yöntemi ilginç bu da böyle diyor, bu da böyle diyor, kaynak göstermiyor, gösteremiyor, gösterdiği kaynaklarda da buradaki gibi denilene göre, rivayet olunurki, derlerki, böyleşmiş, öyleymiş tarzı ifadeler kullanıyor olmalı ki, bu tarz bir ispat yöntemine başvuruluyor.)

Serahsinin islam hukuku kitabı
İmam Muham­med ve Ebû Yusuf ibadetlerde Arapça dil şartını koşmuşlardır. Çünkü tekbir ve namaz kıraatini Farsça okumayı bu ikisi caiz görmemektedir. Zira İslam, dinsel metnin hem lafzına, hem manasına bağlı kalmayı gerektirir. Bunu gözetmek gerekir.
Görüldüğü gibi farsçayı caiz görmeyenlere imamı ebu hanife katılmamaktadır.



Hanefilik’in kurucusu İmam-ı Azam Ebu Hanife, Şuara Suresinin 196ve Ala Suresinin 18 ayetlerine dayanarak namazda okunan sure ayetlerinin aynı anlamı veren herhangi bir dilde okunabilmesinin caiz olduğunu açıkça bildirmişti 


Gene bu konuda Ebu Bekir Razi Ahkam, ül-Kuran’ında Şuara Suresindeki bir ayete dayanarak ”Bu ayet Kuran’ın bir dilden başka bir dile naklolunmasının Kuran’ı Kuran olmaktan çıkarmayacağına delildir” diyerek İmam-ı Azam gibi Kuran’ın anlamından ibaret olduğunu açıklamaktadır

495 Hicri’de ölen Serahsi, Mebsut adlı yapıtında Ebu Hanife’nin namazda Kuran’ın arapçadan başka bir dilde okunmasını caiz gördüğünü söylediği sırada şöyle bir örnek veriyor: ”İranlılar, Selman’dan Fatiha Suresini farsçaya çevirip kendilerine göndermesini istemişler Selman bu sureyi farsça yazıp kendilerine yollamış; onlar da namazda Fatiha’yı farsça olarak okumuşlardır” İşte Ebu Hanife (ölmH150) buna da dayanarak namazın başka dillere çevrilmiş ayetlerle okunabileceği yargısına varmıştı 


Ancak kimileri Ebu Hanife’nin sonradan bu içtihadından caydığını iddia ederek büyük bir yanılgıya düşmüşlerdir Eğer İmam-ı Azam bu fikrinden caymış olsaydı, ondan sonra gelenler kesintisiz bunu yineler dururlardı 
Bu iddiayı biz ancak İmam-ı Azam’dan iki hatta üç yüzyıl sonra yazılmış kitaplarda görmekteyiz 
Oysa V Hicri yüzyılda yaşamış olan Ebu bekir Razi’de olsun Serahsi’de olsun Ebu Hanife’nin bu içtihadından vazgeçtiğine ilişkin bir kayıt yoktur
eBU HANİFE 767 (H.150) tarihinde Bağdat'ta vefat etti. 
eBU BEKİR RAZİ Haziran 925 yılında ölmüştür.
SERAHSİ 483/1090 yılında 81 yaşında iken Mergınan'da vefat etti.Kur’ân-ı Kerîm Kureyş lehçesi ile inmiştir. Bu lehçeyi okuyamayan Araplar, Hz. Peygamber’e başvurmuş ve kendi lehçeleri ile Kur’ân okunmasında dinsel sakınca bulunup bulunmadığını sormuşlar. Hz. Peygamber başvuranlara kendi lehçeleri ile Kur’ân okuyabileceklerini söylemiştir. Bundan sonra da birkaç lehçe ile Kur’ân okunmaya başlanmıştır.[1]
İmâm Buhârî Hz. Peygamber’in bu sünnetinden hareketle şunları yazmıştır: “Arapların Kur’ân’ı değişik lehçelerle okuması câiz ise başka milletlerin de kendi dillerindeki çeviriyi okumaları câizdir.[2]


Kaldı ki çeviri ile namaz kılmaya cevaz veren mutlak müçtehid sadece İmam-ı Âzam değildir. Tâbiûn nesli[35] bilginlerinin tartışmasız hocası ve önderi olan ve tüm alanlarda müçtehid ve otorite kabul edilen Hasan el-Basrî (ölm. 110 / 728) ile Sûfî-bilgin Habîb el-Acemî de (öl. 120 / 737) bu konuda imamı Âzam gibi düşünmektedir.
Ensarî (Abdülali Muhammed b. Nizamuddîn), Fevâtihu’r- Rahamût adlı eserinde bize şunları söylüyor: “Mazeret halinde Kur’ân tercümesi ile namaz kılmak konusunda imameyn (İmam Ebu Yusuf ve İmam Muhammed) de İmam-ı Âzam’la aynı görüştedir. Velilerin ve âriflerin tacı, tarikat silsilelerinin halkalarından biri ve muhaddislerle (hadis ilmi ile uğraşanlarla), müçtehidlerin baş tacı Hasan el-Basrî’nin yakın dostu Habîb el-Acemî, Arapçaya dili çok yatkın olmadığı için namazlarında Kur’ân’ın Farsça tercümesini okurdu
.”[36]

İmam Ebû Mansûr-ı Mâturidî de Anadilde İbâdete İzin Vermiştir.


İmam Mâturidî İslâm dünyasının büyük çoğunluğu tarafından önder kabul edilmiş bir din bilginidir. O’nun anadilde ibadete yaklaşımı şöyledir:
Kur’ân Allah kelâmıdır. Allah’ın kelâmı zatı ile kaim, ezelî bir sıfattır. Harf ve ses cinsinden değildir, O Bir’dir, bölünmez (tecezzî etmez), Arapça da değildir, Süryanice de. Şu kadar ki insanlar, bir olan Kur’ân’ı değişik ibarelerle okurlar; nitekim Allah’ın zatı türlü adlarla, keza zat sıfatlarından olan hayat, irade, beka sıfatları türlü türlü ibareler ile dile getirilmiştir”.[37]
 Sükûtî Sünnet Kur’an’ın Çevirisine İzin Vermektedir.
İranlılar Selman-ı Fârisî’den, Kur’ân’ın birinci sûresi olan Fâtiha’yı Acemce (Farsça) yazıp kendilerine göndermesini istemişler. Selman’da bu sûreyi Acemce yazıp kendilerine göndermiş ve bunlar dilleri Arapçaya yatıncaya kadar namazlarda Fâtiha’yı Farsça okumuşlardır.[3]


Yalnız hilâfiyata ait manzum bir eser yazan Ömer b. Muhammed Nesefî (vefatı H. 357) Ebû Hanife ile tilmizleri (öğrencileri) arasındaki yukarıdaki uyuşmazlığı bildirdikten sonra şu [sözleri söylemektedir]: “Ebû Hanife’nin daha sonra tilmizlerinin kavline (sözlerine) döndüğünü kendisinden güvenilir olan raviler rivayet etmiş olduklarından aralarında uyuşmazlık kalmamıştır.
Ve bu âyetin açıklamasında Zevzenî, İmam-ı Âzam’ın bu rücu (düşünceden vazgeçme) rivayetini Ebû Bekir Razî’ye atfetmektedir.[31] Oysa ki:
[i]Ebû Bekir Razî, Ahkâmü’l-Kur’ân [adlı yapıtında] Şuarâ Sûresindeki yukarıda zikrettiğimiz, “Şüphe yoktur ki Kur’ân; önden gelip geçen peygamberlerin kitaplarında var idi.” [diyen] âyetinde: Bu âyet; Kur’ân’ın bir dilden başka bir dile naklonulmasının (çevrilmesinin) Kur’ân’ı Kur’ân olmaktan çıkarmayacağına bir kanıttır. (…) diyerek İmam Âzam gibi Kur’ân’ın mânâdan ibaret olduğunu beyan etmekte olduğundan, İmam Âzam ile aynı düşüncededir. Ve bu rücuu (vazgeçmeyi) rivayet etmediği meydandadır.

Bundan başka bu rücu rivayeti kesin olmak için H. 370′te vefat etmiş olan Ebû Bekir Razî’ye değil; ilk asırlara kadar çıkarılmak, daha açığı İmam Âzam’a mülaki olan (görüşen) kimselerden veya tek bir kimseden inkıtaa (kesintiye) uğramaksızın müselselen (kuşaktan kuşağa) rivayet edilmek lâzım gelirken biz bu rivayeti imam Âzam’dan iki üç asır sonra yazılmış olan kitaplarda görüyoruz.

Ebû Bekir Razî’den sonra (H. 490) sıralarında vefat eden Serahsî Mebsût [adlı] kitabında asla bu rücudan bahsetmiyor…[/i]”[32] 

Emir Küteybe Hicri 94 tarihinde Buhârâ Zerdüşt ateşkedesini [yıktırdı]. Yerine büyük bir cami yaptırdı. İbadet Fars lisanıyla yapılıyordu. Çünkü halk Arapça bilmiyordu. Ezan Farsça okunduğu için, namazda bir adamın “Niktaniknet - nikünya nikünü” komutasıyla kılınıyordu.[40] Daha sonra Irak içtihat medresesi, Kur’ân’ın yanlışsız ve tam tercemesi (çevirisi) ile her dilde ibadetin caiz olduğuna ilişkin Fetvayı verdi.[41]
Farsça çeviri ile namaz kılma ruhsatının (izninin) öncüsü olan Selmân-ı Fârisî’nin bu işi bizzat yaptığı Fâtiha çevirisi ile fiilen başlattığını, daha önce görmüştük. Selman’ın ölüm (Hakk’a yürüme) tarihi H. 36′dır. Onun Fâtiha çevirisini hayatının son günlerinde yapılmış saysak bile, Kuteybe olayı ile Selmân çevirisi arasında 60 yıl vardır. Demek oluyor ki, Farsça tercüme ile namaz, Buhara ve civarında - Kuteybe olayı ile bittiğini varsaysak bile - 60 yıl gibi bir zaman uygulanmıştır. Selman’ın çeviri için Hz. Peygamber’den izin aldığı yolundaki rivayeti dikkate alır, Kuteybe olayına da hiç değilse birkaç yıl devam etmiş gözü ile bakarsak Farsça çeviri ile namazın bir asırlık bir uygulamasını tarihsel bir gerçek olarak öğrenmiş olduğumuzu söyleyebiliriz. Hem de öyle bireysel ibadetlerde, evde odada değil, kamunun ibadet ettiği camilerde ve Cuma gibi namazda…”.[42]
Benzer bir uygulama Endülüs Emevi devletinde de yapılmıştır. İspanya’nın fethinin ardından, camilerde İspanyolca namaz kılınmasına izin verilmiştir.

29 Aralık akşam - Namazın farzlarından değil

Namazı törenselleştirmek, özünü bırakıp fiziğinde boğulmak, Kalple/Beyinle değil Ayakla/Elle namaz kılmak böyle bir şey olmalı 
Farz değil mübarek farz değil

namazın farzlarından değil .
Rasulullahın sünnetlerindendir. Namazda yaptığın Diğer sünnetleri gibi.
Parmak sallama işaretinin hadiste "şeytana demir kırbaçtan daha şiddetli geldiği" bildirilmiştir.

Hz. Peygamber (s.a.v.) şöyle buyurmuştur:
Kesinlikle bu, şeytana demirden daha ağır gelir.”
[Ahmed, Bezzâr, Ebû Cafer, “el-Emâli” adlı kitabında (60/1) el-Buh­terî, “ed-Duâ” adlı kitabında (varak, 73/1) Taberânî, “es-Sunen” adlı kitabında (12/2) Abdulgani el-Makdisî hasen senedle ve yine “el-Müsned” adlı kitabında (249/2) er-Ruyânî ve Beyhakî rivâyet etmiştir. ]

Hz. Peygamber (s.a.v.) “bu” sözüyle şehadet parmağını kas­tediyordu.
Hz. Peygamber’in ashabı da birbirlerine bu konuda(yani dua ederken parmakla işa­ret etme konusunda) serze­nişte bulunurlardı.”
[İbn Ebû Şeybe (2/123/2) hasen senedle rivâyet etmiştir.]

Haydi şeytan kırbaçlamaya



DETAYLI : TEŞEHUDDE PARMAĞIN VAZİFESİRESİMLERLE     NAMAZ
VEYA ;
RESİMLERLE     NAMAZ


RESİMLERLE     NAMAZ
ilk iki rekatte oturuş
RESİMLERLE     NAMAZ RESİMLERLE     NAMAZ RESİMLERLE     NAMAZ

3 ve 4 rekatlı namazların 2. (son) oturuşundaki sünnet olan teverruk oturuş biçimi
 

secde arasinda kollarini üc yerde kaldirma var
bunu 30 yakin sahabi rivayet etmistir ve yaklasik 10 sahabi ise bu konuda itifak halindeler

Ibn Kayyimin Zadul Mead eserinde detaylica bu konu yazmakta..

29 Aralık ikindi - Namaz ve sırlı güzellikleri Ahmed İhsan Genç’ten Açık Mektuplar Serisi


Ahmed İhsan Genç’ten Açık Mektuplar Serisi
 Mektup No:234
 اَلسَّلاَمُ عَلَيْكُمْ وَ رَحْمَةُ اللّه
Size şimdi farîza-i din olan NAMAZ ile kucaklaşmış, bu suretle namazın bereketinden feyizlenmeye, nurlanmaya başlamış bir kardeşim olarak hitap etmek istiyorum.
Dinini sığ malumatların üstüne çıkarak hakikatiyle öğrenip kavramak azminde olan mü'minler bilirler ki, ALLAH’IN kitabında NAMAZ için SALÂT deniyor.. Salâtın en muhteşem, en doyurucu, en câzib ve en zengin manası ise rahmettir. Cenâb-ı Hakk kuluna bu ibadeti emretmesiyle rahmetinin kapısını açıyor. İhtiyâren (iradî olarak) bu ubudiyet vazifesine koşan kimse nasıl feyizlere, bereketlere, hayırlara, nurlara mazhar olabiliyorsa bu namaz olan mükellefiyetinden gâfil olanlar vazifesini ihmâl veya terk edenler hakikaten Rahmanın Rahîmiyetinden cilvelenen rahmetten uzak düşüyor. Bu kadar şumûllü olan, her hayat sahibinin hakiki saadetinin medârı hayâtının hayâtı ve direği olan namaza hangi akıl ile lakayd kalınabilir. Manevî gözleri kör olanlar namazdaki güzellikleri görmüyorlar. Allah öylelerine basiret versin, nur-u basiretle onları hilkatlerinin gayesine yönlendirsin.
Kardeşim,
Daha önceki bir mektupta namaz için insaniyetin kemâline ve Allah’ın rızasına yol almak manasında “Tarîk-ı Salât” diye isim vermiştim... Yani, namaz her mü'min için gereken teyakkuza sahip olduğu müddetçe bir tarik olacak, umum kemâlat yollarında onu koşturacak, sırr-ı salâta erdirmekle gerçek visali ve likayı bulduracaktır, demiştim. Bu davet olunduğumuz ibadete zannederim ki böyle bir nazarla bakmak bizler için çok istifadeli ve çekici olacak. Her namaz davetinde davet öncesi hazırlıklı bulunarak ilahî divana el bağlamak için koşacağız.
Cenâb-ı Allah’ın bir kulunu namaz tarikiyle bağlaması, o ibadeti o kuluna sevdirmesi ve her namaz için heyecanla koşturması, şevkle o ubudiyeti yerine getirebilmesi elbette imandan sonra en azametli bir nimettir. Bizler eğer şuurumuzu kaybetmemiş insanlar olabildikse namazla mükellef kılınışımızdan ve davet edilişimizden sebeple Allah’a hamd ü sena etmeliyiz. Zannederim ki namazımızın özellik ve güzelliklerini yazıp söylemekle bitiremeyiz. Özet olarak namazsızlığı rahmetten, hayırdan, her türlü iyilik ve güzelliklerden mahrumiyet olarak söylüyorum. Akılsızların en akılsızı doğrudan doğruya daimî bir cinnet sahibi olmayan kimse namazla irtibatını kesmez. Cenab-ı Rahîm gecede gündüzde seferde hazarda, sağlıkta hastalıkta, varlıkta ve yoklukta, fakirlikte zenginlikte, gençlikte yaşlılıkta bizleri namazdan kopmuş olanlardan uzak bulundursun.
Kardeşim, namaz deyince üç beş cümle ile ifade edilmesi zor, sırlarının zenginliği bakımından bir denize dalmak gibi büyük bir işle karşılaşıyoruz.
Bilvesile selam ve dualarımı arz ederim.
Kardeşiniz Ahmed İhsan Genç

29 Ocak öğle - Namazda Türkçe Dua Diyanet

Herkesin konuştuğu dil ile ibadet yapmaya kalkışması, Peygamberimizin öğrettiği ve bugüne kadar uygulana gelen şekle ters düşeceği gibi 
içinden çıkılmaz bir takım tartışmalara da yol açacağı muhakkaktır. 
Konuya ülkemiz açısından baktığımızda ise böyle bir uygulamanın 
dışarıda Türkiye aleyhinde, 
içerde ise Devlet aleyhinde 
bir malzeme olarak kullanılacağı, 
vatandaşların birlik ve beraberliğini zedeleyeceği, 
sonuç olarak bir takım huzursuzluklara sebebiyet vereceği 
dikkatten uzak tutulmamalıdır.

Diğer taraftan, yüzleri aşan terceme ve meal arasından din ve vicdan hürriyetini zedelemeden, üzerinde birlik sağlanacak birisinin namazda okunmak üzere seçilmesi ve buna herkesin benimsemesi mümkün görülmemektedir.

Türkçe namaz ile Türkçe dua birbirine karıştırılmamalıdır.

Çünkü dua kulun Allah'tan istekte bulunmasıdır. 
Bunun ise herkesin konuştuğu dil ile yapılmasından daha tabii bir şey olamaz ve zaten genelde de ülkemizde Türkçe dua yapılmaktadır. Şüphesiz bir müslümanın en azından namazda okuduğu Kur'an-ı Kerim metinlerinin anlamlarını bilmesi ve namazda bunları anlayarak ve duyarak okuması son derece önemlidir ve bu zor da değildir. 
Ancak manasını anlamak, onun hidayetinden faydalanmak ve Yüce Rabbimizin emir, yasak ve öğütlerinin neler olduğunu öğrenmek için Kur'an-ı Kerim'i terceme etmenin ve bu maksatla meal, terceme ve tefsirlerini okumanın hükmü başka; bu tercemeleri Kur'an yerine koymanın ve Kur'an hükmünde tutmanın hükmü yine başkadır.

Namazda ve ibadet olarak Kur'an-ı Kerim asli lafızları ile okunur. Yüce Rabbımızın bize olan öğüt, buyruk ve yasaklarını öğrenmek, onun irşadından yararlanmak maksadıyla ise, terceme, meal ve açıklamaları okunur. Bu maksatla Kur'an-ı Kerim'in terceme, meal ve açıklamalarını okumak ta çok sevaptır ve genel anlamı ile ibadettir.

Din İşleri Yüksek Kurulu Tarih: 12/4/1997
* * * * *  

  GÜNCEL DİNİ MESELELER İSTİŞARE TOPLANTISI-I
SONUÇ BİLDİRGESİ
18 Mayıs 2002 İSTANBUL
Diyanet İşleri Başkanlığı, İstanbul Büyük Tarabya Otelinde 15-18 Mayıs 2002 tarihlerinde Güncel Dinî Meselelerin Çözümü konusunda bu birikimden yararlanmak amacıyla, Din İşleri Yüksek Kurulu üyelerini akademisyenlerle bilimsel bir zeminde buluşturan bir istişare toplantısı düzenlemeyi gerekli görmüş ve gerçekleştirmiştir.
35. Kur’an-ı Kerim’in değişik dillere çevrilmesi ve anlaşılır tefsirlerinin yapılmasına büyük ihtiyaç vardır. Fakat şu da unutulmamalıdır ki, hiçbir tercüme, aslının yerini tutamaz ve her bakımdan aslına tam bir uygunluk arz etmez. Çevirisine Kur’an denilemeyeceği ve o çevirinin Kur’an hükmünde olmadığı konusunda İslam bilginleri görüş birliği içerisindedir.
Namazda kıraat, hem Kur’an’ın belirlemeleri hem de Hz. Peygamberin açıklama ve örnekleriyle kesin ve sabit bir farz olup, kendi özgün dilinde okunmasıyla yerine getirilebilecek  bir rükündür. Herkesin konuştuğu veya dilediği dilde kıraat farzını yerine getirmesi halinde, bir çok kargaşanın, çekişmenin ve bölünmenin ortaya çıkacağı açıktır. Böyle bir uygulama, beraberliği zedeleyeceği, toplumsal bütünlüğü bozacağı, ibadetlerden beklenen asıl amacı ortadan kaldıracağı için de mahzurludur. Fakat namazın ihmal ve tehir edilemeyeceği dikkate alınarak, Kur’an’ın asli lafzını okuyamayanların, öğreninceye kadar tek başına namaz kılarken mealiyle kılması mümkündür.
Dua ise, kulun doğrudan Yaratıcısına sığınıp ondan istekte bulunması demek olduğundan, bunun herkesin kendi diliyle yapılmasından daha tabii bir şey olamaz.
Kamuoyuna saygıyla duyurulur.

29 Aralık sabah - Bırakın aydınlansın gönlünüz



Açın gönül pencerenizi sonuna kadar. Bırakın güneş ışıkları girsin içeriye. Tozlar ayaklansın kalbinize yapışan, sonra uçuşsunlar havada.

Çıkarın en dibe gömdüğünüz duyguları, işte köşede bir kutu var. Bakın kıpırdanıyor. Alın onu elinize, önce güzelce silin, açın kapağını şimdi. Bırakın serbest kalsın o güzel duygularınız. Artık kalbinizin uyanma vakti gelmedi mi?

Aa, bakın diğer köşede bir kutu daha. Onu açmak kolay olmayacak gibi. Yıllarca gem vurulmuş, dokunulmamış belli. Şimdi anladınız değil mi neden zaman geçtikçe vicdanınızın sesini daha az duyar olduğunuzu. Kim olsa kapalı kutular ardında sesini duyuramazdı. Hatta havasızlıktan ölmüştür belki. Peki şimdi ne yapmalı? Bir yolunu bulup vicdanı çıkarmalı o kutudan. Bir ayak sesi… O da kim? Korkunç duruyor uzaktan, ama sesi nasıl da etkiliyor sizi. Vicdanınızın sesini duyar gibi oluyorsunuz bir an, ama bir gem daha vuruyorsunuz ona, vicdanınız “gitme” diyor ama siz gidiyorsunuz yine o ayak izinden. Çıkmayın kalbinizin hududundan, yoksa ziyana uğrayacaksınız…

Bir ses… Anahtar şakırtısı… Bakın kutunun anahtarı onun elinde. “nasıl olur, ben ona bu anahtarı nasıl veririm?” diye hayıflanmayın boş yere. Siz ona sadece vicdanınızın anahtarını değil hayatınızı teslim ettiniz… Vicdanınız yardımsever olmanızı söylerken, o “hayır” dedi, “bencil olmalısın”. Siz de bencil oldunuz. Vicdanınız yoldan geçen minicik kediye elinizdeki simitten bir parça vermenizi söyledi, o ise bir tekme atmanızı… Sizin eliniz değil ayağınız gitti o zavallı kediye. Vicdanınız her seferinde bağırdı seher vakitleri “kalk, kalk ey gafil. Aç yüreğini namaza” diye; o ise tatlılaştırdı size uykuyu, gözlerinize açılmayı değil kapanmayı emrettiniz. Bir Cuma vakti geçerken caminin önünden, çalan telefonu meşgule aldıramadı vicdanınız. Yine ona uyup açtınız telefonu ve uzaklaştınız caminin kapısından. Eve geldiniz, en güzel yerde duran, kapağı bile açılmamış Kur’an-ı Kerim’e ilişti gözünüz. Kalktınız, bari iki sayfa okuyayım dediniz. Vicdanınız ayaklarınızı harekete geçirdi ama o,gözlerinizi saate çevirmişti çoktan. Şimdi okumamalıydınız, kaçmaması gereken güzel bir dizi başlayacaktı. Ne de olsa Kur’an kaçmıyordu ya, yarın da okuyabilirdiniz. Hem nasıl olsa yarına çıkacağınıza dair senet de vardı elinizde !!!

Bir yandan ezan okunurken siz çoktan dalmıştınız müziğin ritmine. O sesten değil ezanı vicdanınızın sesini bile duyamıyordunuz. Eliniz kumandanın “sesi aç” tuşuna basarken o, vicdanınızın “sesi kapat” tuşuna basmıştı bile. Aylar, yıllar geçti… Vicdanınız bağırmaya, siz onu susturmaya alışmıştınız artık. Ve yine o,şeytan galip gelmeyi huy edinmişti kendine. Vicdanınızı aldı, o kirli elleriyle bir kutuya kapattı çekinmeden. Sizin “dur” diyecek bir vicdanınız kalmadığı için ses çıkaramadınız bu duruma…

Şimdi ise uyanma vakti artık. Alın anahtarı şeytanın elinden ve kovun onu gönül evinizden. Bir gün, yalnızca bir gün geçirin vicdanınızla. Bir yetimin başını okşayın, karnı aç birinin yüzünü güldürün ki sizin de yüzünüz güldürülsün. Sokakta tekme atılmış, hırpalanmış minicik kediyi tedavi edin ki sizin de yüreğiniz tedavi olunsun. Unutmayın, “siz yerlerdekilere merhamet etmezseniz, göktekiler de size merhamet etmez.”

Sonra gidin evinize ve ne zamandır elinizi bile sürmediğiniz Kur’an-ı Kerim’i okumaya başlayın. Kapatın televizyonu bir süre, etrafınızın farkında olun. Sular gürül gürül akarken, tabiat her güne capcanlı başlarken ve her yaratılmış Allah’ı zikrederken bu vurdumduymazlık niye?

Her sabah ezanla uyanıp kalbinizin o huzuru hissetmesine izin verin. Açın gözlerinizi, kapatmayın. Yarına çıkmaya senediniz yok! Göreceğiniz bunca güzellik varken şeytanın gözünüzü kapatmasına müsaade etmeyin. Hayat vicdanınızla güzel;çünkü onu konuşturduğunuzda içinizdeki şeytan susuyor.

Açın gönül pencerenizi sonuna kadar, bırakın gönlünüz aydınlansın…


Merve Nur TAMBAY