18 Ağustos 2011 Perşembe

19 ağustos öğle - içi ve dışı birleştirmek

NİÇİN NAMAZ?
 
DR. HÜSEYİN EMİN SERT
İçi ve Dışı Birleştirmek

Bilindiği halde ihmal edilen bir gerçektir ki, insan maddî ve manevî olarak iki yöne sahiptir. Et, kemik ve kandan müteşekkil olan beden maddî yapıyı oluştururken, ruh ise insana hayat ve mana kazandıran manevî yönü oluşturur. İnsana can ve kimlik bahşeden ruh bedenden ayrılınca, kişilik sona erer, cesetlik başlar.

Manevî gıda ve miraç hediyesi namaz, insanın yüceliği ve yükselişi için kaçınılmazdır. Namazını kılamayan müslümanın bu manada manevî varlığından bahsetmek mümkün olmaz.
Manevî değerlerden mahrum olan insan, kendisinden beklenen güzellikleri ortaya koyamaz. Maneviyattan uzaklaşanlar, insanlığa bile zarar getirmekte, bazı tutum ve davranışları ile hayvanlardan bile aşağı duruma düşebilmektedirler.

Stres ve sıkıntı, insanî gerçekleri iman ve salih amelle perçinleştiremeyen işte bu kişilerde görülür.

Müslüman’daki stres ve sıkıntının sebebi ise yine kendi günahlarıdır. Günahlardan istiğfar ve hayırlı işler yapmak suretiyle uzaklaşan Müslüman, bu tür manevî sıkıntılardan kendini koruyabilir.

Namaz; insanı hem ferdi hem de sosyal parçalanmışlıktan korur. İnsan kişiliği, maddî ve manevî yönüyle parçalanamaz bir bütündür. Parçalanmış kimlik sahibi olanlar, hem kendileri ve hem de toplum için potansiyel tehlike oluştururlar.

Ferdi parçalanmışlık -Allah muhafaza- insanı intihara kadar götürürken, sosyal parçalanmışlık da toplumsal çöküntüye sebebiyet verir. Psikolojik olarak namaz vasıtasıyla Rabbi ile manevî iletişime geçen kişi, imanının gücünü gönlünde hisseder. Cami ve cemaat ise Müslümana toplumsal kaynaşma ve güçlenme zemini hazırlar.

Kendi nefsiyle hesaplaşıp netleşmeyen kişinin iç ve dış iletişimi de bozuk olur. Tövbe ve istiğfar sonrası yapılan hayırlı işler, psikolojik iç parçalanmışlığına son verir. Kişi, hem Rabbine ve hem de topluma karşı dürüst ve erdemlice davranarak da gönül huzuruna erişebilir.

İnsan, daima şuurlu ve iradeli olarak iyi işler yapmaya çalışmalıdır. Bilinçsiz hareket ve davranışlar, insanlığa yakışmaz. Bu noktada aklı devre dışı bırakan içkilerin yasaklanması ve ne yapıp söylediğinin farkına varıncaya kadar namaza yaklaşılmamasının (Nisâ, 4/43) emredilmesi, şuurlu hareket ve davranışın önemini vurgulamak açısından manidardır.

Toplumun Manevî Dayanağı

Namaz dinimizin en başta gelen emirlerinden birisidir. İslâm’ın emirlerini ciddîye almamak, onun hükümlerini işine geldiği şekilde anlamak da bir zulüm ve istihzadır, alaya almaktır. Bu yaklaşım tarzı, kişinin ciddî hatalara düşmesine ve ziyana uğramasına sebebiyet verir.

Nitekim ilâhî rehberimizde; “Kendilerinden sonra yerlerine öyle bir nesil geldi ki, namazı zâyi ettiler, şehvetlerinin peşine düştüler. İşte bunlar da azgınlıklarının cezasını bulacaklardır” (Meryem, 19/59) ayetiyle inananlar ikaz edilmektedir. Namazı kılmayıp şehvete tabi olmak, müslümanın kendine yapacağı en büyük ihanettir. O, böylelikle manevî yardım bağlarını kesmiş, Rabb’iyle arasına duvarlar örmüş, nefis ve şeytana yaklaşmıştır.

Müminin Rabbi ile irtibata geçmesini sağlayan iletişim vasıtası namaz olmazsa, kalbe nur gelmez, insan karanlıkta kalır ve ruh gıdasını alamaz. Yukarıdaki ayet, ümmetlerin çöküşlerinin, namazı gevşetmekle başladığına işaret etmek suretiyle, namazın toplumsal boyutuna dikkat çekmektedir.

“İnsana bir darlık gelince, yan yatarken, oturur veya ayakta iken bize yalvarıp yakarır; biz darlığını giderince, başına gelen darlıktan ötürü bize hiç yalvarmamışa döner. İşlerinde tutumsuz olanlara (haddini aşanlara), yaptıkları böylece güzel görünür” (Yûnus, 10/12).

Bu anlamda belâ ve sıkıntılar, mümine Rabb’ini hatırlatma misyonu taşırlar. Kötülük ve günah işlediği halde başına belâ ve musibetin gelmemesi, o kuldan Rabb’inin yüz çevirmesi anlamına gelmesi muhtemeldir. Nitekim Allah (cc) inanmayanlara ve aşırı gidenlere mühlet vermektedir: “Onları bırak; yesinler, eğlensinler ve boş ümit onları oyalaya dursun. (Kötü sonucu) yakında bilecekler!” (Hicr, 15/3).

Mü’minlerin dost ve yardımcısı Allah’dır (Âl-i İmrân, 3/68). Böylesi müminlerin kalpleri Allah’ı anmakla huzura kavuşur. İnananlar huzur ve mutluluğu başka şeylerde değil Yaratan’ı zikretmekte bulurlar. Bu anlamda namaz en büyük zikir ve Allah’ı hatırlama vesilesidir.

“Onlar inanmışlar, kalpleri Allah'ı anmakla huzura kavuşmuştur. Dikkat edin, kalpler ancak Allah'ı anmakla huzura kavuşur” (Ra’d, 13/28). Bu zikir müslümanın bütün hayatında, hal ve davranışlarında Rabb’inin emir ve hükümlerine riayeti de içine almaktadır.

 


Cemaat ve Cami

Meselâ, günlük hayatında Müslüman, namaza ve kurtuluşa çağıran ezana, duyarlılık gösterip icabet ederek camiye koşar. Nitekim Rabb’imiz ehemmiyetine binâen: “Ey iman edenler! Cuma günü namaza çağırıldığı (ezan okunduğu) zaman, hemen Allah'ı anmaya koşun ve alış verişi bırakın. Eğer bilmiş olsanız, elbette bu, sizin için daha hayırlıdır” (Cum’a, 62/9) buyurarak, bilhassa Cuma Namazı’nın ve cemaatin müslümanın toplumsal hayatındaki önemine dikkat çekerek, kurtuluşu buna bağlamıştır.

Cemaatle namaz kılındıktan sonra, imamın mihrapta cemaate dönerek oturmasının bir anlamı vardır. O mahalde, cemaatte bulunması gerektiği halde namaza gelemeyen kişinin mutlaka önemli bir mazeret veya sıkıntısı olduğuna işarettir. Zira mümin mazeretsiz olarak cemaati terk etmez. Namaz, müminin vazgeçilmez vasıflarından birisidir.

Manevî Yükseliş

Manevî yüceliş vesilesi olan namaz, insanın iç ve dış iletişimini güçlendiren bir özelliğe sahiptir. Kendini düzeltemeyen insanın, başkalarını ıslahı mümkün değildir. Kişi, kendine yazık etmekten vazgeçip Rabb’inin buyrukları doğrultusunda hareket ettiğinde; arzulanan güzelliklere erişecektir.

Günahı vücut değil, irade işler ve günahsız olan korkusuz yaşar. Ölmek felâket değildir, asıl felâket öldükten sonra başa gelecekleri bilmemektir. Namazı terk ederek kendine yazık edenler bu durumdan vazgeçmek istediklerinde, tövbe onlara en iyi ilâçtır. “Allah'ın kabul edeceği tövbe, ancak bilmeden kötülük edip de sonra tez elden tövbe edenlerin tövbesidir; işte Allah bunların tövbesini kabul eder; Allah her şeyi bilendir, hikmet sahibidir.” Kendilerine ihanete son vermek isteyenlere bu kapı hayatta oldukları müddetçe açıktır. Namaz insana manevî güç ve gıda sağlar.

Verilen sözlere riayet ve namazları vaktinde, cemaatle eda etmek müminin vazgeçilmez vasıflarındandır. Müslümanlar Kur’ân ile tanışmalı ve namaz ile buluşmalıdır. Bu iki değerden mahrum olan kişiler, ancak isim olarak Müslüman olurlar.

“Sana vahyedilen Kitabı güzel güzel oku ve namazı kıl! Muhakkak sahih namaz edepsizce davranışlardan ve uygunsuz işlerden kişiyi alıkoyar” (Ankebût, 29/45). İlâhî rehber olan Kur’ân’ı okumayan ve ondan habersiz olan kişi, kendisine cehaleti yakıştırmaktadır. Her türlü uygunsuz davranıştan namaz kalkanıyla korunmak mümkün olur.

Namazın İncelikleri

Ancak bu manevî korunma için namazı bütün şart, rükün, sünnet ve âdâbına riayet ederek kılmak lâzımdır. Bilhassa tadîl-i erkân hususuna mübalâğa ile dikkat etmek ve onu tam bir dikkat ile muhafaza etmek icab eder. İnsanların birçoğu tadîl-i erkânı za'y ettikleri (tam manasıyla hakkını vermedikleri) için, namazlarını da za'y ettiler (boşuna kılmış oldular).

 


Tadîl-i erkâna uymayan bu insanlar hakkında şiddetli tehditler varid olmuştur. Eğer namaz sağlam ve kâmil olursa, azaptan kurtuluş için büyük bir ümit hâsıl olur. Çünkü o zaman dinin direği olan namaz ikame edildiği, hakkıyla kılındığı için din ikame edilmiş, ayakta tutulmuş olur (Mektûbât 2/20).
Görüldüğü üzere tadîl-i erkân o kadar önemlidir ki; ona riayet etmemek dinin direği olan namazın boşa gitmesine sebep oluyor. Dinin direğinin yıkılması ise -Mevlâ muhafaza eylesin- iman nurunun zayıflamasına belki de sönmesine sebep olur.

Namazdan manevî haz duyanlar, namazda tadîl-i erkâna riayet ederler, acele etmekten sakınırlar. Acele etmeyi saygı ve edebe aykırı görürler. Bu itibarla, namazlarımızda tadîl-i erkâna azamî derecede dikkat etmemiz lâzımdır.

İnsan bir düşünmeli; her an Yüce Allah'ın sayısız nimet ve ihsanlarına kavuşmaktadır. Öyle ikramı bol, merhameti geniş olan yaratıcımızın tükenmeyen lütuflarına karşı teşekkürde bulunmak gerekmez mi?

İşte insan, namaz yolu ile şükür borcunu ödemeye, yaratıcısının lütuf ve nimetlerini tatlı bir dil ile anarak kulluk görevini yerine getirmeye çalışmış olur. Bu bakımdan: "Namaz, şükrün bütün çeşitlerini bir araya toplar" denilmiştir.

Namazın Kazandırdıkları

Bununda beraber namaz, ruhu temizleyen, kalbi aydınlatan, imanı yüksek duygulardan haberdar eden, insanı kötülüklerden alıkoyan, insanı hayırlara, düşünceye, tevazu ve intizama götüren en güzel bir ibadettir. İnsan namaz sayesinde nice günahlardan kurtulur ve Yüce Allah'ın nice ihsan ve ikramlarına kavuşur.

Namaz, manevî hayattan başka maddî hayata da canlılık verir. İnsanın temizliğine, sağlığına ve intizamla hareket etmesine sebep olur. Günü beş ayrı zaman dilimine bölen namaz, geceyi-uykuyu düzenlediği gibi gündüzün koşturmacasını da kesintiye uğratarak, bambaşka bir menfezde dinlenmemize zemin hazırlar.

Namazın meşru kılınmasındaki hikmetler ve yararlar her türlü düşüncenin üstündedir. Fakat bir Müslüman, namazını yalnız Yüce Allah'ın rızası için kılar, yalnız yaratıcısına şükür ve saygı için kılar. Namazın insana yararı olmadığı farz edilse dahi, yine bunu bir kulluk görevi bilerek, sadece Allah'ın emrine uymak için yerine getirmeye çalışır. Bu kutsal görevin dakikalarını, hayatının en mutlu ve neşeli anları olarak kabul eder.

Doğrusu, bu geçici hayatın son bulmayacak birçok manevî ve ahlâkî kazançları, ancak namaz sayesinde elde edilir. Namaz için ayrılan vakitler, sonsuzluk âleminin tükenmez mutluluk günlerini hazırlamış olur.

Bu çok mübarek ve pek feyizli ibadete gereği üzere devam edenlere müjdeler olsun!...
DR. HÜSEYİN EMİN SERT

Hiç yorum yok: