Hayalimdeki namaz
Cafer Durmuş - Altınoluk dergisi
namaz; Allah’a imandan sonra en büyük farz. Kur’ân-ı Kerim namazın ikamesini, mü’minin herhangi bir yerde mevcudiyetinin belirtisi; muktedir oluşunun alamet-i fârikası olarak takdim eder. (Bk. Hac 22/41) Yüce Kitap’ta ikame-i salâtı ve onda huşûun aranmasını emreden pek çok âyet-i kerîmeyi, âdeta husûsî birer tembih olarak düşünmek mümkün...
Hayat, yapmayı umduğumuz şeyler peşinde geçiyor. Çünkü insanı ayakta tutan umutlarıdır; istikbale dair beklentilerdir. Dahası, insanın yapmayı umduğu şeyler, bir ömre sığmayacak kadar geniştir, çoktur... Bu vüs’at aklımıza şu soruyu düşürüyor: Geleceğe dönük hesaplarım içinde “şöyle bir namazım olsa” dediğim bir planım var mı?
Biliyoruz ki, onun ibadetler içinde hususi bir mevkii var. Allah Teâlâ, âdâbınca tutulan oruç hakkında “ecr-i kesîr” va’dettiği halde, namaz çağrısında daha husûsî bir teşvik vardır: “Secde et ve yaklaş.” (Alak 96/19) Evet; Alemlerin Rabb’ine manevî kurbiyet... Ta’dîl-i erkâna riayetle, huşû ile eda edilen namazın mükafatı bu!
Bir mü’minin ilk vazifesi, namazı âdâbı ve erkanınca ikame etmekse, işin başlangıcı onun farzını, vacibini, sünnetini, mekruhlarını öğrenmek ise... Bundan sonraki hedefi, namaz sevgisini benliğine işlemek olmalı. Ömrünü dokuyan zaman dilimleri, namazla olan bağlılığının katlanarak arttığı vakitler olmalı. Secdede huşûu aramak olmalı, diye inanıyorum.
Nitekim Kur’ân-ı Kerim’de onun farzları, vacipleri ayrıntılarıyla zikredilmez. Ancak “teksif olmak = tam manasıyla namaza odaklanmak” diyebileceğimiz huşûa riayet emredilir. Belki de, “secde ile kurbiyetin anahtarı budur.”
Öyleyse secdelerimde o yakınlığı aramalıyım. namazlarımda; “ miracım sayılacak” ibadet kıvamını bulmaya gayret etmeliyim. Hedefim; “şöyle bir namazım olsa” diye iç geçirmemi teskin edecek bir arayış olmalı.
Tam manasıyla yoğunlaşıp edasına muvaffak olsam, idealimdeki namazı nasıl kılardım?
Herhalde şöyle: önce namazda huşûa erdiren şu dört hususa riayet ederim. Yediğimin helal lokma olmasına titizlenirim. Abdest alırken gafletten uzak durmaya çalışırım. İftitah tekbirini alırken kendimi ilâhî huzurda bilirim. O’ndan gayrısı ile alakayı kesmeye azami gayret ederim...
Bu cümleden olmak üzere; namaz vakti yaklaşınca, “kendisiyle Hakk’ın huzuruna duracağım” güzel bir abdest alırım. Temiz bir yerde âdâbına riayet ederek ve dualar okuyarak... Huzur halinde bir abdest...
Sonra namaz kılacağım yere vakarla giderim. Tam manasıyla kendimi hazır hissetmeden huzura durmak istemem. Uzuvlarım sükûnete erip karar buluncaya, kalbî niyetimle azalarım bütünleşinceye kadar beklerim.
İftitah tekbiri alacağım sırada; Kabe’yi iki kaşımın arasında, Makam-ı İbrahim’i göğsüm hizasında bilirim. Cenab-ı Hakk’ın, dışımdaki ve içimdeki her şeyi bildiği gerçeğini yeniden hatırlarım...
Sanki ayaklarım sıratın üstündeymiş gibi müteyakkız olmaya çalışırım. Sanki sağımda cennet, solumda cehennem var. Ve arkamda ölüm meleği; emaneti almak üzere hazır beklemekte. Kılmakta olduğum namaz, son namazım olabilir... Öyle olsa nasıl itina ederdim?
İhsan duygusuyla tekbir alırım. Tekbir, ululamak, iftitah açmak demek. Bu taktirde iftitah tekbirinin anlamı bir kapıdan içeri girmektir. Ki o da, mâsivâ ile alakayı kesip, divana durmak olmalı. namazın rûhâniyet iklimine girmek olmalı... İşte o huzuru bulmaya gayret ederim.
Tekbirden sonra tefekkürle sûreleri okurum... Okurken Fatihayı düşünürüm. Din Günü’nün Sahibi’ne yakarışımı... O büyük duayı; sadece O’na sığındığımızı ve yalnız O’ndan yardım dilediğimizi... Bunları her namazda, namazın her rekatında duyarak okumaya çalışırım. Çünkü, namazla benliğime nakşetmem istenen ebedî hakikat budur...
Sûreleri dahi telaşsız okumaya, kelimeleri şuurla telaffuz etmeye gayret ederim. Bildiğim kadarıyla ve fakat huzurdaki halime mani olmayacak yoğunlukta manalarını düşünürüm. Kıyamda, kıraat esnasında gözümü secde mahallinden ayırmamaya gayret ederim...
Tevazû ile rükûa varıp, tazarrû ile secde ederim. Aldığım tekbirlerde “Allahü ekber”in manasını hissetmeye çalışırım. Rükûda ve secdede tesbîhâtı tane tane söyleyerek “Sübhâne rabbiye’l-azîm”in, “Sübhâne rabbiye’l-a’lâ”nın azametini bütün benliğimde duymaya çalışırım. Her bir rüknü hakkınca eda edip, ta’dil-i erkanı namazım boyunca korumaya çalışırım.
İsterim ki, her rükunda uzuvlarım itminana ersin. Kıyamdan rükûa, rükûdan secdeye varışlarım, Rahaman’a kurbiyet derecesine yükselten birer basamak olsun. Tevazu ile O’nun huzurunda başımı eğdikçe, katına doğru muhabbetle yükselişim zirvelere ulaşsın. Bir gün secde edenler defterine adımın yazılacağına dair ümidim artsın...
Teşehhüde bu duygularla, kemâl-i edeple otururum. Tahiyyâtı her defasında taze bir ümitle okurum ve onun rûhâniyetinden istifade etmeye çalışırım. Tahiyyât ki, mü’minlerin miraç hatırasıdır. “Et-tahiyyâtü lillâhi...” derken o muhteşem mülakatı düşünürüm; Habib-i Ekrem’in Zât-ı Kibriya ile buluşmasını. O selamlaşmadaki ihtişamı. Ve Cebrail (a.s)’ın bu manzaraya şahitlik etmesini...
Bu şuurla namazı bitirdikten sonra, sünnet üzere selam veririm: Sağıma selam verirken Fahr-i Kainat’tan ve Hz. İbrahim (a.s.)’dan başlamak üzere bütün enbiyaya ve meleklere hususi selamlar gönderdiğimi düşünürüm. İçimdeki sevgi denizinin böylesi bir selamlaşmayı elzem kıldığına inanırım.
Çünkü namaz, Rasûlullah’ın miracından hissedar olmaktır. Dünyanın denâeti insanı tamamen kirletmesin diye şu hayatla miraç duyguları arasında bir gidiş geliştir. Bu sebeple miracın o kutlu hediyesi ile yüreğim ferahlasın isterim, hayallerim alabildiğince geniş olsun derim. Selam verdikçe rahmet ve esenlik dileklerimin kar topu gibi büyüdüğüne, bereketlendiğine inanırım. Soluma selam verirken bütün insanları düşünürüm. namaz kılan mü’min ve mü’minâtın selamımdan hissedar olmalarını isterim. Her namaza duruşumda, yer yüzünü kaplayacak şekilde Ka’be’nin etrafında genişleyerek devam eden halkalardan birine dahil olduğumu tahayyül ederim. Ve o halkaya dahil olan bütün mü’minlerle namaz bitiminde selamlaştığımızı düşünürüm. On binlerce Müslüman hakkında rahmet ve bereket dileğinde bulunduğuma, on binlercesinden benzer hissiyatla selam aldığıma inanırım.
Bu duygularla kılacağım bir namazdan sonra, yine de korku ile ümit arasında bulunurum. namazlarımı bu minval üzere edaya muvaffak kılması için Allah’a yalvarırım.”
***
İdealimde böylesi bir namaz kılmak olmalı. Böylesi namazların sayısını arttırmak olmalı... Çünkü, bu ve benzeri duygularda yoğunlaşmak, insanı bir hayat muhasebesi yapmaya sevk ediyor. Düşünüyorum; bir Müslüman evladının nefes almaya başlamasıyla, namaza çağıran mübarek davetin kulağında yankılanması birbirine çok yakındır. Ve onun dünyada yakın plandan duyduğu ilk ses ezan sesidir, kamettir.
Düşündüğüm bir şey daha var; bizden istenen beş vakit namazın bir defada, günün herhangi bir vaktinde kılınması değildir. Bilakis o, yirmi dört saati himaye edecek genişlikte bir güne yayılmıştır. Buradan şu neticeye varıyorum ki; Müslüman’ın hayat yolculuğu namaza davetle başlayan ve fakat namazla bitmeyen bir yürüyüştür.
Bir gün hayat bitiyor, fakat namaz bitmiyor. Kılınacak bir namazın daha kalıyor senin; o da üstüne... Evet, bir gün gelecek ve; “Er kişi niyetine ya da hatun kişi niyetine! Allahu ekber!” denecek... Şimdi, o namaza yapılan hazırlığı düşünelim:
O ki, bizim son namazımızdır; üstümüze yapılan son dua, son yakarış... –Nasibinde varsa eğer- bu senin son namazın olacak...
Düşün ki, ona tam tekmil hazırlanıyorsun... Temizliğine özen gösteriliyor. Mutlak abdestle yetinmeyip, tam bir boy abdesti aldırılıyor. Elbiseler hususi ve sadece namaz için biçilmiş; bembeyaz, tertemiz... Her türlü hazırlık namaz için yapılmış. Ve sen bütün varlığınla onu beklemektesin; tam bir teslimiyet içindesin. Ona katılamıyorsun. Ancak tekbire hazırsın; onu bekliyorsun...
Belki de Müslüman’dan istenen, namaza böylesi bir teslimiyetle hazırlanmaktır. Belki de huşûun zirvesi, bu dinginliği bulmaktır. Hz. Ali gibi acıları hissetmemektir, Hz. Ebû Bekir gibi sararıp solmaktır. Belki de bizden istenen, namazda bu kıvamı aramaktır...
İnsan ömrü, yapmayı hayal ettiği şeyler peşinde geçiyor. Ve insanı ayakta tutan umutlarıdır, istikbale dair beklentileridir... Hemen herkesin iş ve eş hayali vardır. Mal mülk edinme düşüncesi vardır. Daha da geliştirmek, büyütmek istediği işleri vardır... Eşyalar alma, seyahate çıkma planları vardır. Tekrar benzerini yaşamak istediği mutlu anları vardır.
Dünyalık işler için bunca tûl-i emel peşinde koşan insanın, “şöyle bir namaz kılmak” gibi bir hedefinin olmaması... Özlenen namazı bir kez olsun bulamadan bir koca ömrü harcaması, belki de bu kıvamı aramanın ehemmiyetini hiç düşünmemiş olması, ne acı!
Bu ve benzeri düşüncelerle nefsimi sorguladığım sürece, namazlarım “son namaz” kıvamına yaklaşacak. Müslümanlığımın kalitesi, namazlarımla doğru orantılı olarak artacak.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder