12 Ağustos 2011 Cuma

13 ağustos sabah - adaleti gerçekleştiren namaz


Adaleti gerçekleştiren namaz - Ayse Üzümcü

Hamd ederim Allah’ım; adaletin için, “Rabb” lığın , “Rahman”lığın, “Rahim”liğin için “Tevvab” olduğun için! Tövbeleri kabul edip, doğru yolu tercih edenlere “Hadi” olduğun için, her esman için bir kez değil, sonsuz sayılar adedince “Hamd” ederim!

Salât ve selam olsun Hz Muhammed Mustafa (s.a.v.) efendimize, tüm peygamberlerimize, temiz ailelerine, arkadaşlarına ve adaleti ayakta tutmaya çalışan tüm peygamber yarenlerine olsun. (âmin)

Selam Tefekkür Dostları!

Her kaygı, kaygı sahibine görev ve sorumluluk yükler. Herhangi bir konuda endişe ve kaygımız varsa, güçlü ve azimli olmalıyız zira bu aynı zamanda “iş başa düştü” demek olur. Her farkındalık özü itibariyle seçkinliktir, zira herkes “farkında” olamaz. Farkında olduğumuz tüm sorunlar, bizi beklemektedir. Unutulmamalıdır ki¸ farkına varamayanlar kaygı duyamayacak, kaygısı olamayanlar da harekete geçemeyeceklerdir.

İşte Hz Şuayb’da gerçek anlamda kaygısı olanlardan biriydi. Genel anlamda üç çeşit kaygı vardır; hakk olan kaygılar, hakk karşıtı kaygılar ve boş kaygılar. Bu üçüncüsü her ne kadar hakk karşıtı görünmese de daha tehlikeli ve netice itibariyle hakk karşıtıdır.

Hz Şuayb, Allah’ın kendisini görevlendirmesi ile kaygısının yüklemiş olduğu sorumluluğu kaldırmak için kavmine doğru gitti;

“ Medyen halkına da kardeşleri Şuayb’ı yolladık. Dedi ki;” ey kavmim, Allah’a kulluk edin O’ndan başka ilahınız yoktur. Ölçüyü tartıyı eksik tutmayın. Ben sizi iyi bir halde görüyorum. Ve sizi azapla kuşatacak bir günden korkuyorum.”(Hud- 84)

Her peygamber kavmine giderken onların müptela olduğu hastalıkları bertaraf etmekle işe başlamıştır. Hz İbrahim’i halkının putlarını ve putçu zihniyetlerini yıkmakla, Hz Lut’u kavmini Allah’ı birlemek ve sapkın davranışlarını terk etmekle uyardığını görüyoruz. Diğer tüm peygamberler de hakeza aynı şekilde kavimlerinin hastalıklarıyla mücadele sahasına indiklerini görüyoruz. Hz Şuayb da öncelikle halkını Allah’ı birlemeye ve bunun devamı olarak da onları hakkaniyete davet ediyor.

Tüm peygamberlerin ortak davetine icabet etmelerini onlardan istiyor, çünkü; tek, bir, yegane ilah anlayışı hayata katılan ve hayatı anlamlı kılan katma değerdir, katılan hayatlar onunla değerli olacaktır.

Medyen, Hicaz ile Şam arasında bir bölge olup, yarımada’nın kuzeyinden güneyine giden yolların orta noktasında bulunduğu için gelip geçen yolcuları kolaylıkla soyabiliyor veya mallarına ölü pahasına bedel ödeyerek zorla sahip oluyorlardı. Alırken farklı tartı, satarken farklı tartı kullanıyorlardı.

Hz Şuayb onlara;

“ Ey kavmim ölçüyü ve tartıyı hakkaniyetle yerine getirin. İnsanlara eşyalarını eksik vermeyin, yeryüzünde bozgunculuk yaparak karışıklık çıkarmayın.”

“İman ediyorsanız. Allah’ın geri bıraktığı sizin için daha hayırlıdır. Yoksa ben sizi koruyucu değilim.”(Hud/85-86)

Peygamberleri onları azabı çetin bir günle uyarıyor, “haddi aştığınız için endişeleniyorum, ama üzerinize de koruyucu değilim” diyordu. Siz iman ediyorsanız (güveniyorsanız, emin oluyorsanız), temiz olan malınıza murdar katmayın. Allah’ın size helal olarak verdiği kadarına razı olun. Çünkü “o, daha hayırlıdır” diyordu.

“Dediler ki; “ey Şuayb, senin namazın mı bize babalarımızın taptıklarını ve mallarımızı dilediğimiz gibi kullanmamızı menn ediyor? Sen doğrusu aklı başında yumuşak huylu birisin.”(Hud/87)

Kişinin niyeti ne ise ameli ve sonucu da odur. Kur-an’ı Kerimde namazın ikame edilmesi emredilir. “Kame”; ayağa kalkmak, “ekame”; ayağa kaldırmak, “yükimünesselate”; namazı ikame etmektir. Yani, yerine getirilen namaz sizi ayağa kaldırmalıdır, namazın dönüştürücü, harekete geçirici nefesine kendinizi bırakın. Hem uluhiyet makamına saygı ve haşyet ile boyun eğin hem de rububiyeti gerçekleştirin, kul olun, kulluk sorumluluğunuzun bilincine yaraşır hareketler sergileyin.

Değerli Tefekkür Dostları, namaz kesinlikle hayata müdahele eden, hayatla iç içe dönüştürücü bir eylem olarak idrak edilmelidir! Yoksa günün beş kırılgan noktasına neden yerleştirilmiştir ki? Tabiî ki salat ehlini korumak- arı kılmak için. Hayatın kalbine “Lailahe illallah” ı yerleştirmek için, atalarımızdan miras kalan din’i değil Allah’ın bize apaçık bir bürhan olarak gönderdiği delilli olana sarılmamız için, ölçüp - tartarken hakkaniyeti gözetmemiz için, mallarımızın da bize verilen diğer her şey gibi birer emanet olduğunu bize hatırlatmak için, ve dolayısı ile dilediğiniz gibi harcayamazsınız demek için, hangi konuda olursa olsun (ilim, maddi- manevi destek) ihtiyaç sahiplerinin ihtiyaçlarını helal çerçevede giderebilme konusunda salat sahipleriyle yarışmak için, kendimizi ahlaki faziletlerle donatabilmemiz için, vs…için.

Nitekim maun suresinde de aşikâr bir şekilde namazın dinamizmine dikkatler çekilerek “ yazıklar olsun o namaz kılanlara ki kıldıkları namazdan habersizdirler – gafildirler çünkü yetimin başını okşayıp sıkıntılarını gidermiyor, miskini de doyurmuyor, maun’uda vermiyorlar. Aslında onlar böyle yaparak dini yalanlamış oluyorlar!” namazın dönüştürücü etkisinden bahs edilir. Güzel ahlakın ve malların Allah’ın istediği gibi kullanılmasının namazın fonksiyonel bir haberi olarak gösterilir.

Olması gereken namazlar böyle!

Peygamberimizin peygamberliğinden önce de Mekke halkının içinden ataları İbrahim’in hanif dinine tabi olanlar vardı. Bu insanlar kendi çaplarında bildikleri kadar namaz da kılarlardı. Fakat Mekke halkı hiçbir zaman onlardan rahatsız olmadılar. Çünkü kılınan namazlar dönüştürücü etkiyi kılanların bilgisizliğinden dolayı kaybetmişlerdi.

Hz Şuayb (as), kavmine namazın dönüştürücülüğünden bahsedince, o’nu akılsızlıkla suçlayıp, bu söylediklerinin akıllılıkla alakası olmadığını söylüyorlardı.

Günümüz insanlarının çoğuna bakıldığında Meyden halkının yeni versiyonunu görebiliriz! Şu farkla; bizler asla ve kat’a peygamberimizi yalanlamıyor ve hatta Hz Şuayb (as)ın da doğruluğunu tasdik ederiz. Ama iman ettiğini söyleyen kalabalıkların, namazın dönüştürücü etkisini yakalayamadıklarına şahit oluyoruz.

Bunun en bariz nedeni namazın “sevap” kazanmak amacıyla ya da “borçtan kurtulma” için kılındığı gerçeğidir. Bu şekilde yaşayan insanlara bin rekat namaz kıl deseniz, Kur’an-ı Kerimi baştan sona oku deseniz, 150 bin tane ihlas okumalısın deseniz büyük bir çoğunluğun buna hemen canı gönülden sarıldıklarını ve sevap torbalarını tıka basa doldurmuş olmanın rahatlığını yaşadıklarını göreceğiz! Halbuki gereği üzere ikame edilen namazlar, okunan Kur’an-ı Kerimler inananlara sorumluluklar yükler. Uykularını kaçırır! Ne yapmalı ne etmeliyim sorusunu sordurur ve cevap aratır, buldurur!

Değerli Tefekkür Dostları, başta söylediğimiz hani bu çok tehlikeli dediğimiz boş kaygılar var ya, işte bu boş kaygılarımız imanlı kalplerimizi oyaladı durdu. Bize dünyayı hoş gösterdi, öyle ki neredeyse dünyanın asıl yurdumuz olduğu konusunda neredeyse bizi ikna etti! Bu doğru değilse; bu kaygısızlık, bu ciddiyetsizlik, bu samimiyetsizlikler neden? Biz hem namaz kılan hem de peygamberimizi sevenler olarak Hz Şuayb’ın kavminin yaptıklarını yapıp lakayt olamayız! Namazlarımız bizi diriltmeli bilinçlendirmeli ve eyleme, harekete geçirmelidir!

BİSMİLLAHİRRAHMANİRRAHİM

“ Ey kavmim ben Rabbimden apaçık bir delil üzere isem ve O bana kendisinden güzel bir rızık ihsan etmişse ne dersiniz? Size yasakladığım şeylere aykırı hareket etmek istemem. Gücümün yettiği kadar ıslah etmekten başka bir isteğim yoktur. Başarım ancak Allah’tandır. O’na güvendim ve O’na yöneliyorum” dedi.

“Ey kavmim bana karşı gelmeniz, Nuh kavminin, Salih kavminin, başına gelen felaketin benzerini sakın başınıza getirmesin. Lut kavmi de sizden uzak değildir”

“Mağfiret dileyin Rabbinizden. Sonra da tövbe edin O’na. Doğrusu benim Rabbim, Rahim’dir, Vedud’dur.” (Hud suresi/88-90) Değerli Tefekkür Dostları, geçen sayımızda Peygamberimizi ve diğer tüm peygamberleri tasdik edip onları çok sevenler olarak, helaka uğrayan kavimler gibi lakayt ve ciddiyetsiz olamayacağımızdan, namazlarımızın arındırıcı, koruyucu ve en güzele ulaştırıcı nefeslerine, kendimizi bırakarak onun dönüştürücü, harekete geçirici soluğundan nasiplenmenin gerekliliğine vurgu yapmıştık.

İkame edilen namazların bir gereği olarak hak kaygıların peşine düşülmelidir. Adaletli, bilinçli, toplumun ve fertlerin sorunlarına karşı duyarlı sorumluluk sahibi bireylerin yetişmesi için seferberlik halinde çalışmak da yine ikame edilen namazlarla mümkün olacaktır. İşte Hz Şuayb’ın namazı bu anlamda ikame edilen bir namazdı. Onun içindir ki, Hz. Şuayb durmak yok yola devam dedi.

Bu bölümde de yine Hz. Şuayb (a.s.)’ın kavminin onu, tüm susturma çabalarına rağmen pes etmeyip, ıslah çalışmalarına devam ettiğine şahit oluyoruz. Şimdiye kadar onları, Allah’a kulluk etmeleri, ölçüyü tartıyı eksik tutmamaları, yeryüzünde bozgunculuk çıkarmamaları hususunda sevgiyle ikna etmeye çalışırken görüyoruz. Ama artık Hz. Şuayb onlara ulaşabilmek için yöntem değiştirmiştir. Bizler de insanlara ulaşabilmenin değişik yollarını bulabilmeliyiz. Bu yol olmadıysa başka yollar denemeliyiz. Biz ulaşamıyorsak, ulaşabilecek birilerini devreye sokarak, “pes etmek yok” diyerek, yolumuza, tıpkı Hz. Şuayb (as) gibi devam etmeliyiz.

“Ben Allah’a güvendim ve O’na dayandım. O’na yönelmenin bir gereğidir ki, ıslah etmekten başka bir isteğim yoktur” diyordu Hz. Şuayb (as). Başkaca hiçbir kaygım yoktur. Ben sadece O’nun emrini yerine getiriyorum. Benim bundan hiçbir kazancım yoktur. Kendi menfaatim söz konusu değildir. Ancak, sizler emre amade olursanız bu sizin iyiliğiniz içindir. Ben ancak O’na güvendim ve bu güvenle O’na yöneldim. Bu yönelişin bir gereğidir ki, ıslah etmekten başkaca bir kaygım yoktur.

Hz. Şuayb bu noktadan sonra onların dikkatini geçmiş kavimlerin başına gelen felaketlere çekerek. “Bana karşı gelmeniz Nuh kavminin Salih kavminin başına gelen felaketi sakın başınıza getirmesin!” demişti. Evet, aslında Hz. Şuayb’ın karşısında olmak demek, Allah’ın karşısında olmak demekti. Hz. Şuayb’ı yalanlamak, Allah’ı hesaba katmamak demekti, çünkü Hz. Şuayb, Allah’ı işaret eden elden başkası değildi. Artık onları geçmiş kavimlerin başına gelenleri anımsatarak Allah’tan korkmaya davet ediyordu. Bu korkutmadan sonra Allah’ın Tevvab ve Rahim olduğunu hatırlatarak onların karamsarlığa düşmelerine engel oluyor hatta Allah’ın Vedud (sever ve sevilmeyi ister) olduğuna dikkatleri çekerek imana gelmelerini istiyor. Ne yazık ki onlar tavırlarını daha da küstahlaştırarak;

“Dediler ki, “Ey Şuayb söylediklerinin çoğunu anlamıyor ve seni aramızda zayıf görüyoruz. Taraftarların olmasaydı seni taşlardık, esasen sen bizim yanımızda şerefli bir kimse de değilsin.” (Hud suresi/91) Hz. Şuayb’ın söylediklerinin anlaşılmayacak bir tarafı yoktu ama anlamak istemeyene zorla anlatamazdı. Onlar her ne kadar anlamadıklarını söyleseler de aslında Hz. Şuayb’ı çok iyi anladıkları gün gibi ortada. Bunun en büyük kanıtı onu ortadan kaldırmayı istemeleridir. Hz. Şuayb onları adalete çağırmış, kimsenin hakkına girmemelerini, kimseyi ezmemeyi, sömürmemeyi istemişti. Bunu duymak istemeyen kulakların sahipleri, sesin sahibini ortadan kaldırmakta bulmuşlardı çareyi. Ama Hz Şuayb (as)’ ın taraftarlarını karşılarına almak onları korkutuyordu. Zaten şu taraftarlar olmasaydı, Hz. Şuayb onların gözünde pek şerefli biri de değildi. O kısır düşünce döngüleri içinde şereften ne anlıyorlarsa? Tabii hiçbir şey anlamıyorlardı;

“Ey kavmim benim taraftarlarım size göre Allah’tan daha mı şerefli ki, O’na sırt çevirdiniz? Doğrusu Rabbim sizin yaptıklarınızı kuşatmıştır” (Hud suresi/92) dedi. Doğrusu Hz. Şuayb’ın taraftarları Allah’ın onları şereflendirmesiyle gerçek şerefe ulaşmışlardı. Ama onlar da izzet ve şerefi Allah’ın yanında bulmuşlardı zaten.

“Kim izzet ve şeref istiyor idiyse, bilsin ki, izzet ve şerefin hepsi Allah’ındır.” ( Fatır /10) Burada yine hakların aptalca suiistimali ile karşılaşıyoruz. Eğer korkulan çekinilen güç, kuvvet, şeref ve otorite ise, o halde en güçlü, en kuvvetli, şerefin tamamı O’na ait olan ve gerçek otorite sahibinden korkmak çekinmek gerekmez miydi? Varlığın sahibinin göz ardı edilmesi kadar büyük bir şaşkınlık, aptallık ve soysuzluk olabilir mi? Bardağı taşıran damla oldu bu.

Değerli tefekkür dostları, Hz. Şuayb kavmini namazın adalet getiren nefhasına davet etti. Ama yalanlandı, ortadan kaldırılmak istendi. Kavmiyle yollarının ayrılacağını hissettiğinde dahi elinden geleni yapacağını bildirerek onların yanından ayrıldı. İşte bu namazın kendisiydi. Namazla sağlanan bir dinamizm hayata bu şekilde yansımalıydı;

“Ey kavmim elinizden geleni yapın. Doğrusu ben de yapacağım. Kimi rüsvay edecek bir azabın geleceğini ve kimin yalancı olduğunu bileceksiniz. Gözleyin doğrusu ben de sizinle beraber gözetleyiciyim.”

“ Emrimiz gelince Şuayb’ı ve beraberindeki inananları katımızdan bir rahmet olarak kurtardık. Zulmedenleri de korkunç bir ses yakaladı. Ve oldukları yerde diz üstü çöküverdiler.”

“Sanki orada hiç yaşamamışlardı. Bilin ki, Semud kavmi gibi Medyen halkı da Allahın rahmetinden uzaklaştı” (Hud suresi/93….95) Sadakallahülazim. Allah’a emanet olun…

HUŞU İÇİNDE BİR NAMAZA NE DERSİNİZ?
İŞTE SİZE HER BİRİ ALTINLA KIYASLANAMAYACAK DEĞERLİ ÖNERİLER;
*HUŞU İÇERİSİNDE BİR NAMAZIM OLSUN DİYORSAN IZZZ;
MUTLAKA BOŞ SÖZ VE İŞLERDEN UZAK DURMALISINIZ!
* HUŞU İÇERİSİNDE BİR NAMAZIM OLSUN DİYORSAN IZZZ;
MUTLAKA FARZ OLAN ZEKÂTI VERMELİSİNİZ Kİ DÜNYAYA MEYLİNİZ AZALSIN!
* HUŞU İÇERİSİNDE BİR NAMAZIM OLSUN DİYORSAN IZZZ;
MUTLAKA IRZLARINIZI MUHAFAZA ETMELİSİNİZ!
* HUŞU İÇERİSİNDE BİR NAMAZIM OLSUN DİYORSAN IZZZ;
MUTLAKA EMANETLERE VE AHİDLERİNİZE SADIK OLMALISINIZ!
* HUŞU İÇERİSİNDE BİR NAMAZIM OLSUN DİYORSAN IZZZ;
MUTLAKA ADABIYLA, TADİLİ ERKÂNA UYGUN, SÜREKLİ, ZAMANINDA, OKUNAN AYET VE DUALARIN ANLAMLARI ÜZERİNDE TEFEKKÜR EDİLEREK, İKAME EDİLMESİNE AZAMİ DERECEDE TİTİZLİK GÖSTERMELİSİNİZ!

AYRICA NAMAZIN EN İYİYE EN GÜZELE DÖNÜŞTÜRÜCÜ SOLUĞUNA KENDİNİZİ BIRAKMALISINIZ!

(Bu yazı MÜMİNUN SURESİNİN ilk ayetlerinden faydalanılarak hazırlanmıştır.)

Hiç yorum yok: