Allah’a Yaklaştıran İki Vesile Kurban ve namaz
Cafer Durmuş - Altınoluk dergisi
Bazı okumalar belli zamanlarda insana farklı tesir ediyor. Kevser sûresini Kurban Bayramı arefesinde okurken kainatın nizamı sevgi üzerine kurulmuştur diye düşünüyorum. Cenâb-ı Hak Habibim dediği Muhammed aleyhisselamın gönlünü hoş ediyor. Yüce zâtına olan sevgisini artıracak vesileleri/ibadetleri işaret ediyor. Ve bu vesileler vasıtasıyla muhabbet dalga dalga mü’minlere yayılıyor.
Bu duygularla Kevser sûresini okusanız, “Biz muhakkak kevseri sana verdik” fermânıyla yüreğinize bir sıcaklık düştüğünü hissedersiniz. Çünkü Habib-i Kibriyâ’ya ikram edilene, ümmeti sıfatıyla siz de davetlisiniz.
Nitekim sevgili Peygamberimiz (s.a.v.) de, bu sûrenin nüzûlünü böyle bir hâlet-i rûhiyede haber veriyor.
Enes bin Malik (r. a.)'dan rivayet edildiğine göre, Rasûlullah (s.a.v.) bir gün hafifçe daldı. Sonra tebessüm ederek mübarek başını kaldırdı. Ya kendisi söyledi ya da "niçin güldün" denildi de, “Bana az önce bir sûre indirildi” buyurdu. Sonra Kevser sûresini okumaya başladı: "Rahmân ve rahîm olan Allah'ın adıyla. (Rasûlüm,) biz sana Kevser’i verdik. Öyleyse Rabbin için namaz kıl ve kurban kes. Asıl ebter olan sana buğz edendir." (Kevser sûresi 108/1-3)
Sûreyi sonuna kadar okuyunca "Kevser nedir, bilir misiniz?" buyurdu.
Ashab "Allah ve Rasûlü bilir" deyince, şu cevabı verdi: "O cennette bir ırmaktır. Aziz ve celil olan Rabbim onu bana vermiştir. Onun üzerinde pek çok hayır vardır..."
Mü’minleri sevindiren bu rivayet, herkesi intibaha davet eden bir ikaz ile son buluyor. O da şudur; “Rasûlullah (s.a.v.)’den sonra sünnetini değiştirenler, kevser havuzundan uzaklaştırılacaklardır.” (İbn-i Kesir, C. 15, S. 8693)
***
Bu mübarek sûrede üç husus açıklanıyor. Rasûlullah’a kevserin verildiği, buna şükrâne olarak namaz kılıp kurban kesmesi. Kendisinin şânı yüce olup, asıl soyu kesik olanın ona dil uzatanlar olduğu.
Rivayet edildiğine göre kevser cennette bir nehrin veya havuzun adıdır. Bununla birlikte kevserin Kur’ân-ı Kerim, İslâm, taraftarların çokluğu, bol hayır ve bereket manalarına geldiği de söylenmiştir.
Allah’ın lütfuyla bu manaların hepsini şâmil olarak Efendimiz’e kevser verilmiştir. Cenâb-ı Hak, Habibi’nin sevgi dolu yüreğinin mahzun olmasına razı değildir ki, onun şânını tebcîl etmiştir. “Rabbin için namaz kıl ve kurban kes” buyruğuyla ona kulluğun sevgiyle yoğrulan ikliminde yeni ufuklar açmıştır. Çünkü namaz kılmak ve kurban kesmek, bedenî ve mâlî teşekkürün en kapsamlı sembolleridir. Sûre-i celîledeki haliyle Kurban Bayramı günlerini elbette kapsayan ve fakat belli günlerle sınırlanamayacak namaz ve kurban ibadetleri, nimete şükretmenin bütün hallerini câmîdir. Her ikisinin de nafileden vacibe ve farz olanına kadar şumûlü bulunuyor.
Bir tenhada kılınan nafile namazdan, cemaatle eda edilen farzları, cumaları, bayram namazlarını, haccı göz önüne aldığımızda namazın İslâm toplumunu nasıl dokuduğunu görebiliriz.
Cenâb-ı Hak, kevser müjdesinden sonra Habibi’ne bunları emrediyor ki, Rabbin rızası için namaz ve kurban ibadetlerini hakkınca ifa eden ümmeti de, kevser ırmağına yol bulsunlar, ilâhî vuslatı arasınlar. Çünkü büyük ikramlar hak edenlere sunulur ve layıkınca teşekkürü elzem kılar.
Hamdi YAZIR merhûm, “Biz sana hakikaten kevseri verdik. Öyleyse Rabbin için namaz kıl, kurban kes” ifadesini şöyle izah ediyor:
“Verilenler, ehemmiyeti nisbetinde şükür ve itaati gerektirir. Şükür ise “Eğer şükrederseniz size olan nimetimi arttırırım” (İbrahim 14/7) fermânı mûcibince nimetin daha fazlasına istihkakı elzem kılar. Bu sebeple kevser atıyyesi, sure-i celîlede bahsedilen bu emirlerin en mükemmel surette ifasını icab ettirir...
Sûre-i celîlede emredilen kurban ibadetinin de “Rabbin için” tahsisi çerçevesinde anlayıp uygulandığı ölçüde toplumu nasıl kuşattığına elhamdülillah şahit oluyoruz. Kurbanların eti ve kanı değil, mü’min gönüllerden yükselen takvanın Allah katına ulaşacağı bilinciyle (Bkz; Hac, 22/37) ve Peygamberimiz’in sözleri ışığında, ibadet şuuruyla kesilen, bağışlanan kurbanlar her kesimde berekete vesile oluyor. İslâm’ın özünden neş’et eden sevgi ve merhametin dünyanın en ücrâ köşelerinde duyulmasına aracı oluyor…
Rûhu'l-Beyân'da şükür üç türlü olur deniyor:
Birincisi; kalb ile şükür. Bu nimetlerin gayrıdan değil, sadece O’ndan geldiğini bilmektir.
İkincisi; lisan ile şükür. Nimeti vereni şanınca medh ü sena etmektir.
Üçüncüsü; uzuvlarla şükür. Bu da, nimeti verenin rızasınca kullanmaktır.
Sûre-i celîlede emredilenleri de bu çerçevede anlamak durumundayız. Çünkü Allah, Habibi’ne bunları emrediyor, ibadete sarılmayı teşvik ediyor. Kulluğu hatırlatıyor ki, bu bilinçle ibadet edenin şânı yücedir, asıl ebter sana dil uzatandır diyor. Gerçek şu ki, Muhammed aleyhisselâmın manevi soyu asırlardır devam etmektedir ve kıyamete kadar devam edecektir.
Ona dil uzatan hakiki ebterlerin her devirde olmasına gelince; bu bir süreklilik arzetmez, bereket ifade etmez; zaman zaman nükseden bir hastalık gibidir. Dahası onların davası sevgiyle yoğrulmamış, nefret üzerine kurulmuştur.
Halbuki güzel dinimiz bize, hayatı sevgiyle kurmayı öğretir. Ezanlarımız aşk ile okunur, namazlarımız şevk ile kılınır. Kurbanlarımız Rasulullah’ın talim ettiği vechile merhametle kesilir, merhametle dağıtılır. Dinimiz bize bütün insânî ilişkileri bu temele oturtmayı tavsiye eder.
Biz öyle inanırız ki; sevgisizlik en büyük felakettir. Bir yerde sevgisizlik varsa, o oranın kıyametidir. Dünyanın sonu demek olan kıyamet de, herhalde insanlığın gözünü kan ve intikam bürüdüğü gün kopacaktır.
Oku / Düşün
Hiç Bitmeyen Hazine
"Ve şöyle niyaz et: “Rabbim! gireceğim yere dürüstlükle girmemi sağla; çıkacağım yerden de dürüstlükle çıkmamı sağla. Bana tarafından, hakkıyla yardım edici bir kuvvet ver." (İsrâ sûresi, 17/80)
Hayatın akıp giden oluş ve işleyişindeki her safhaya, Allah kelâmından bir cümle ile yön vermek isteyenlere, bu âyetin lafzı ve manası mükemmel bir rehberdir; Her kapıyı hayırla açıp yine hayırla kapayan maharetli bir anahtar, tükenmez bir hazinedir.
Bir Müslüman düşünün; girip çıktığı her yerde, başlayıp bitirdiği her işte besmeleyle birlikte bu âyeti okuyor veya manasını söylüyor. Onda tembih edilen doğruluğu kendine şiar ediniyor.
Dünyada hiçbir şeyin garanti edilemeyeceğini biliyor. Bu bilinçle işlerinde gereken maddî tedbiri aldıktan sonra, daima Allah'tan yardım istiyor, O'na sığınıyor.
Böyle bir insan başarısız veya mutsuz olur mu?
İslam öyle mükemmel bir yapı ki, ancak ona bütünüyle sahiplenen bahtiyarlar cüzlerindeki halâveti yaşayabilir. Bununla birlikte âyetlerden öyleleri var ki, ona sımsıkı tutunursanız, sizi kısa yoldan o mükemmel yapının tamamıyla buluşturabilir.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder