17 Ağustos 2011 Çarşamba
18 ağustos sabah - Küsmeyen tefekkür
Kâinata dokunan bir bakışın macerasıdır. Küsmeyen Tefekkür
Muhammed ZORLU
O gün yine eskisi gibi, usulca çatıya çıktım. İki kelime fısıldayacaktım kâğıda. Sanki kelimeler bana küsmüş; konuşmuyorlar, Ay ise hilâl şeklini almış sırtını en parlak yıldıza vermiş. Küsmüş gibi bir hâli var. Rüzgâr ise eskisi gibi esmemekte. Kulak veriyorum yapraklara, hışırtı duymuyorum. Yoksa onlarda mı küstü birbirine… bilemiyorum.
Beni anlayan biri vardı. Cırcır böcekleri, onlar eskisi gibiydi. Evet bir cırcırım vardı, cır cır fısıldıyordu, kâinata haykıran bir fon müziği idi benim için. Ona kulak vererek yazmaya başlıyordum.
Gözlerim alacakaranlığa yelken açarken, bir yıldız kayıverdi. Küskünlerdendi… Küskün idi o, belki sana belki bana, ne önem arz eder ki? Küsmüş bir kere… Derunî, derunî bir tefekkürdü bizimkisi. Hayatın kısa fikirli meşgalelerinden çekip alan tefekkür.
Hava çekinilmez derece sıcakken; tefekkür, soğutmaya başlıyor havayı. Üşümeye başlıyorum, melekler imdada yetişiyor. Bir hırka gibi iniyor omuzlara… Bu gerçekten bir teselliydi, kendimize eşlik eden bir teselli.
Aslında her şeye bir portre uydurulmaz mı? Ve bu portreden yola çıkılarak O hatırlanamaz mı? İşte tefekkür, yaşantıyı mutlu kılacak zaman dilimidir. Her şeyden O’nu hatırlamanın kelimeleşmiş hâlidir.
Her şey mânâ itibariyle O’nu söylüyor. Allah diyor. Ay ise o gün bir başka parlıyor, yıldızlar bir başka. Güneş istirahate çekilmiş. Ay nöbetini tutmakta, büyük bir aşkla…
‘Zaman geçiyor; su gibi’ tabiri sanki zamanla hayat buluyor. Issız gecenin ortasında düşünceye dalıveriyor, kalbin gerçek sahibini düşünüyor insan.
Bulutlar göğün gölgesine sığınıyor.. Ve hicret vakti.. Bulutlar hicret ediyor usulca, herkes bir hicrettir aslında… Zaman geçiyor, hicret devam ediyor hiç bitmeyecek gibi! Fakat ne de çabuk geliyor yarınlar! Dağınık duygular arasında, sayılı günler ne de hızlı gelip geçiyor…
Ve sabah ezanı vakti. Her şey sessizliğe bürünüyor. Namaz vakti, tefekkür şimdi akıldan bedene geçecek, O’nu anarak Allah-u Ekber diyecek.
İşte varış noktası: Secde! O’na en yakın olunan an, kalkmak istemiyor alın. Sanki direniyor gibi, yakınlık istiyor beden. Selâm veriliyor sağa ve sola. Melekler alkışlıyor bu durumu.
Alkışın kesilmesini istemiyor fıtrat, güneş doğmaya yakınken tesbihât bitiveriyor. Hafifçe esen rüzgâr eşliğinde...
Heybet doğuveriyor. Ay yıldızları toplamış nöbetini devrediyor Güneş’e.
Güneşin turuncusunda emanet bırakılan bekleyişler göze çarpıyor, her şey yerli yerinde duruyor gibi... Ama sadece ‘gibi’ gözüküyor. Takvimden bir yaprak daha eksili verdi, farkına varamıyor insan.
İnsan gerçek anlamda bir ay gibi değil midir? Güneş başkasıdır. Güneşten alır her şeyini… Ayçiçeği ise, Güneş’e döner. O’na bakar, ondan medet ister. Sahi biz, ayçiçeği gibi olmayı arzuladık mı?
Kaydol:
Kayıt Yorumları (Atom)
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder