14 Ağustos 2011 Pazar

15 ağustos sabah - Cephede namaz




ÇANAKKALE'NİN ÖLMEZ HATIRALARINDAN:KANLI SIRTTA NAMAZ

İngiliz'in, vakit vakit gemilerden, siperden...
Yine bolca gülle, bomba savurduğu bir gündü.
Hızlı hızlı geçiyordum, tehlikeli bir yerden
Birden bire gözlerime büyük bir şey göründü.

Böyle büyük görünen şey küçücük bir insandı
Fakat bana çok dokundu, ayaklarım bağlandı.

Ateşlerin yaladığı bu düzlükten geçenler
Güllelerin cehennemlik yağmurundan kaçarken..
Yolun biraz kenarında, tek başına bir nefer,
Pervasızca bombalardan, ateşlerden, her şeyden..

Kendisine, süngüsünden bir mihrabcık kurmuştu,
Sonra onun karşısında namazına durmuştu.

Ne havada ıslık çalan ve düştüğü yerlere
Kızgın çelik dahmelerle ölüm saçan gülleler...
Ne semâda ifrit gibi, vızıldayan tayyâre...
Ne dünyalık bir düşünce, ne bir korku, ne keder

Onun demir yüreğini oynatmaktan acizdi,
Sanki toplar, şarapneller tehlikesiz.. sessizdi!

Potinleri yanındaydı... Onun büyük saygısı,
Kunduralı ibadeti görmüyordu muvâfık.
Böyle bir yüreğin bütün işi, kaygısı,
Elbet Hakk'ın rızasına olmalıydı mutâbık

Kuru toprak üzerinde, kundurasız kılınan
Bu namazın, pek uygun bir kubbesiydi âsumân!

Bir çam, ona gölgesinde yapmış idi seccade.
Sanki tekbir alıyordu vakit vakit top sesi...
Gözlerinin sade akı beyaz kalan yüzünde
Parlıyordu o sarsılmaz imanın gölgesi

Bir Müslüman nasıl olur? Bu levhadan anladım,
Hürmetlerle -yavaş yavaş- sokuldum beş on adım
Başındaki kabalağın gölgesine gömülen
Süzük gözler, dikilmişti o süngüden mihrâba
Hakkın büyük divanında, eli bağlı, dururken
Artık o, can kaygısını almıyordu hesaba

Allah (c.c.) Allah (c.c.), bu ne yüksek bir imandır yâ Rabbi
Bir Müslüman, ne büyük bir kahramandır, yâ Rabbi!

Kahramandır, çünkü toplar etrafında patlarken
Zerre kadar titremedi, namazını bozmadı
Dört yanına ateş saçan türlü türlü âfetten
Sanki onu koruyordu bir meleğin kanadı

Onun, böyle tevekkülü bana pek çok dokundu
Yüreğimi bir şey ezdi... İki gözüm sulandı

Ey medenî İngilizler! Daha varsa getirin
İnsanları, göme göme öldürecek şeyleri..
Getirin de şu cenneti, cehenneme çevirin
Bakın onlar korkutur mu, bir Müslüman neferi

Bunu, hâlâ anlamıyor ne Hamilton ne Garey
Müslüman'ı korkutamaz Allah (c.c.)'tan başka şey

Böyle dalgın, düşünerek geçerken ben yanından
Sağa sola selâm verdi, namazını bitirdi
Sonra, biraz kımıldandı.. ellerini Yaradan
Ta gerisine dua için gökyüzüne çevirdi.

Şimdi, artık Allah (c.c.)'ına döküyordu derdini
Gözlerini kapamıştı.. unutmuştu kendini

Tâ gerisine karşı boynu bükük duran bir nefer
Korku bilmez bir yiğitti.. hürmetlerle eğildim!
Duasına, mutlak âmin diyorlardı melekler
Kendimi pek fazla gördüm.. usul usul çekildim

Ben giderken, kulağıma değdi onun sadâsı..
(Allahümme salli alâ seyyidinâ) duâsı

Şimdi, hâlâ nerede bir kabalaklı askeri,
Görse gözüm, hatırlarım o kahraman neferi!
AHMED NEDİM

ŞU ŞİİRLERE KIYILIR MI?
NE GÜZEL YAZILMIŞLAR BELKİ KONU DIŞI
ANCAK BEN BIRAKAMADIM, BURAYA KOYMADAN EDEMEDİM


DUR YOLCU

Dur yolcu, bilmeden gelip bastığın,
Bu toprak, bir devrin battığı yerdir.
Eğil de kulak ver, bu sessiz yığın,
Bir vatan kalbinin attığı yerdir!…

Bu ıssız, gölgesiz yolun sonunda,
Gördüğün bu tümsek Anadolu’nda
İstiklal uğrunda, namus yolunda,
Can veren Mehmed’in yattığı yerdir!

Bu tümsek, koparken büyük zelzele,
Son vatan parçası geçerken ele,
Mehmed’in düşmanı boğduğu sele,
Mübarek kanını kattığı yerdir!...

Düşün ki haşrolan kan, kemik, etin
Yaptığı bu tümsek, amansız, çetin,
Bir harbin sonunda bütün milletin,
Hürriyet zevkini tattığı yerdir!...

NECMETTİN HALİL ONAN


Çanakkale Şehitlerine

Şu Boğaz Harbi Nedir? Var mı ki dünyada eşi?
En kesif orduların yükleniyor dördü beşi,
Tepeden yol bularak geçmek için Marmara’ya
Kaç donanmayla sarılmış ufacık bir karaya,
Ne hayasızca tahaşşüd ki ufuklar kapalı!
Nerde-gösterdiği vahşetle “bu: bir Avrupalı”
Dedirir-yırtıcı, his yoksulu, sırtlan kümesi
Varsa gelmiş, açılıp mahbesi, yahut kafesi!
Eski Dünya, Yeni Dünya bütün akvam-ı beşer
Kaynıyor kum gibi, Mahşer mi, hakikat mahşer.
Yedi iklimi cihanın duruyor karşında,
Osrtralya’yla beraber bakıyorsun ; Kanada!
Çehreler başka, lisanlar, deriler rengarenk.
Sade bir hadise var ortada : Vahşetler denk.
Kimi Hindu, kimi Yamyam, kimi bilmem ne bela…
Hani tauna da zuldür bu rezil istila…
Ah o yirminci asır yok mu, o mahluk-i asil,
Ne kadar gözdesi mevcut ise hakkiyle sefil,
Kustu Mehmetçiğin aylarca durup karşısına;
Döktü karnındaki esrarı hayasızcasına,
Maske yırtılmasa hala bize affetti o yüz …
Medeniyet denilen kahbe, hakikat yüzsüz.
Sonra mel’undaki tahribe müvekkel esbab,
Öyle müthiş ki: Eder her biri bir mülkü harab.
Öteden saikalar parçalıyor afakı;
Beriden zelzeleler kaldırıyor a’makı;
Bomba şimşekleri beyninden inip her siperin;
Sönüyor göğsünün üstünde o aslan neferin.
Yerin altında cehennem gibi binlerce lağam,
Atılan her lağımın yaktığı: Yüzlerce adam.
Ölüm indirmede gökler, ölü püskürtme de yer
O ne müthiş tipidir: Savrulur enkaaz-ı beşer…
Kafa, göz, gövde, bacak, kol, çene, parmak, el, ayak,
Boşanır sırtlara, vadilere, sağnak sağnak.
Saçıyor zırha bürünmüş de namerd eller,
Yıldırım yaylımı tufanlar, alevden seller.
Veriyor yangını, durmuş da açık sinelere,
Sürü halinde gezerken sayısız tayyare.
Top tüfekten daha sık, gülle yağan mermiler…
Kahraman orduyu seyret ki bu tehdide güler!
Ne çelik tabyalar ister, ne siner hasmından;
Alınır kal’a mı göğsündeki kat kat iman?
Hangi kuvvet onu, başa, edecek kahrına ram?
Çünkü te’sis-i ilahi o metin istihkam.
Sarılır, indirilir mevki’-i müstahkemler,
Beşerin azmini tevkif edemez sun’-i beşer;
Bir göğüslerse Huda’nın edebi serhaddi;
“O benim sun’-i bediim, onu çiğnetme” dedi.
Asım’ın nesli… diyordum ya… nesilmiş gerçek:
İşte çiğnetmedi namusunu, çiğnetmeyecek.
Şuheda gövdesi, bir baksana, dağlar, taşlar…
O, rukü olmasa, dünyaya eğilmez başlar,
Vurulup tertemiz alnından, uzanmış yatıyor,
Bir hilal uğruna, ya Rab, ne güneşler batıyor!
Ey, bu topraklar için toprağa düşmüş, asker!
Gökten ecdad inerek öpse o pak alnı değer.
Ne büyüksün ki, kanın kurtarıyor Tevhid’i…
Bedr’in aslanları ancak, bu kadar şanlı idi.
Sana dar gelmeyecek makber’i kimler kazsın?
“Gömelim gel seni tarihe”desem, sığmazsın.
Herc ü merc ettiğin edvara da yetmez o kitab…
Seni ancak ebediyetler eder istiab.
“Bu, taşındır” diyerek Ka’be’yi diksem başına;
Ruhumun vayhini duysam da geçirsem taşına;
Sonra gök kubbeyi alsam da, rida namıyle;
Kanayan lahdine çeksem bütün ecramıyle;
Mor bulutlarla açık türbene çatsam da tavan;
Yedi kandilli Süreyya’yı uzatsan oradan;
Sen bu avizenin altında, bürünmüş kanına;
Uzanırken, gece mehtabı getirsem yanına,
Türbedarın gibi ta fecre kadar bekletsem;
Gündüzün fecr ile avizeni lebriz etsem;
Tüllenen mağribi, akşamları sarsam yarana…
Yine bir şey yapabildim diyemem hatırına.
Sen ki, son ehl-i salibin kırarak savletini,
Şarkın en sevgili sultanını Salahaddin’i,
Kılıç Arslan gibi iclaline ettin hayran…
Sen ki, İslam’ı kuşatmış, boğuyorken hüsran,
O demir çemberi göğsünde kırıp parçaladın;
Sen ki, ruhunla beraber gezer ecramı adın;
Sen ki, a’sara gömülsen taşacaksın… Heyhat,
Sana gelmez bu ufukalar, seni almaz bu cihat…
Ey şehid oğlu şehid, isteme benden makber,
Sana ağuşunu açmış duruyor Peygamber.

Mehmet Akif ERSOY


MEHMET TOPRAK OLDU
Yokluktu, yoksulluktu Anadolu!
Bozkırın orta yerinde bir çocuk doğdu…
Adı Mehmet oldu.
O şehit oğluydu. Daha doğmadan yetim oldu!
Anası kaptı Mehmet’i, Koştu!
Tarlada ırgat oldu.
Eski bir yorgana sardı Mehmet’i, toprağa koydu.

Gün oldu meme emdi; karnı doydu, gözü doydu.
Gün oldu; aç kaldı, susuz kaldı.
Gün oldu, toprak onun yatağı oldu.
Mehmet toprağın üstünde kırk günlük bebek oldu.
Yağmur yıkadı yüzünü, ayaz kuruttu ellerini,
Güneş kararttı tenini…

Mehmet’in aklı erer oldu,
Babasını sordu.
Dedi anası, şehit oldu!
Gövdesini toprak yaptı, vatana kattı!
Senin baban toprak oldu!
Mehmet’in aklı ermedi.
Babası nasıl toprak olurdu?
Gün geldi, Düşman Çanakkale’ye geldi.
Toprak! Dedi.
Mehmet’in yaşı on yedi…
Toprak benim babam dedi, vermem dedi!
Mehmet, Mehmetçik oldu.
Anası onu son kez doyurdu.
Koştu Çanakkale’ye, Mustafa Kemalin askeri oldu!

Gün oldu; karnı doydu, gözü doydu.
Gün oldu; aç kaldı, susuz kaldı.
Gün oldu toprak onun yatağı oldu
Mehmet toprağın üstünde kırk günlük asker oldu!
Yağmur yıkadı yüzünü, ayaz kuruttu ellerini,
Güneş kararttı tenini…
Mehmet’in aklı erdi, hatırladı,
Babasının gövdesini toprak yaptığını; anladı,
Babası nasıl toprak oldu?
Mehmet, Mehmetçik oldu!
Çelik oldu, duvar oldu, ÇANAKKALE GEÇİLMEZ OLDU!
Ateş kustu düşman, mermi kustu, bomba kustu…
Durdu Mehmet, çöktü dizlerinin üstüne.
Kan vardı göğsünün üstünde!
Alnını toprağa koydu,
Toprak kan oldu!
Yattı toprağın üstüne, kırk günlükken yattığı gibi…
Tuttu toprağı, kırk günlükken tutuğu gibi…
Mehmet toprak oldu!
Toprağa renk oldu!
Bitki oldu, yaprak oldu!
Bayrağa kırmızı oldu!
Gelin kızın halısında boya oldu, desen oldu!
Koyuna kuzuya çimen oldu, yün oldu, iplik oldu!
Ustanın elinde çanak oldu, çömlek oldu!
Aşığın dilinde türkü oldu…
İki yüz elli bin Mehmet şehit oldu!
İki yüz elli bin Mehmet toprak oldu!
Toprak bize VATAN oldu!

Fikret TUNÇ

Hiç yorum yok: