11 Ağustos 2011 Perşembe

12 ağustos öğle namazı - Halis şükrün kaynağı namazdır


HALİS ŞÜKRÜN KAYNAĞI NAMAZDIR
Aydın TALAY


Şükür kelimesi genel mânâda iyiliğe karşı belirtilen memnuniyet hali olmakla beraber, sonsuz kerem sahibi Allahın bahşettiği nimetlere karşı alınması lazım gelen tavır ve davranışlar bütünüdür. Teşekkür, şükran, şâkir gibi birçok kelime hep ondan türemiştir. İşimiz veya isteğimizde küçük bir engel çıktığı zaman hemen moralimiz bozuluyor ve kafamız karışıyor. Hâlbuki Müslüman’ın kıymet ve kudreti şükrü nispetindedir. Bu bakımdan küçük bir meseleye kafayı takarak düşünce ufku daraltılmamalıdır. Zira çevresindeki hiçbir şeyde gerçek malikiyet ve tasarruf sahibi olmadığı gibi geleceği hakkında da acz içindedir. Namazda rahmet, dua ve istiğfar gibi şümullü bir muhteva vardır. Bir an durup düşünelim. Cenabıhak bizi insan olarak değil de başka bir surette de pekâlâ yaratabilirdi. Bitki, hayvan veya kaya da olabilirdik. Sonra yaratılmışların en şereflisi makamında bulunan insan suretinde kusursuz, eksiksiz meydana getirdiği gibi insanların da Allaha göre en sevimlisi olan Müslümanlığı bahşetmiştir. Vücudumuz sağ; az çok maişetimiz yerinde ve sayısız nimetlerle baş başayız.


Bütün bu sonsuz nimetleri başa kakmadan, borç karşılığı olmadan, asla hiç kimseden korkusu ve kuşkusu olmadan yağmur misali yağdıran engin kerem sahibi Cenabı hakka şükür etmemek ne derece kabalık, akılsızlık ve densizlik olur değil mi?


Paramız karşılığı bir fincan kahve getirene diller dökerek defalarca teşekkür ediyorsak ya sonsuz şefkat ve merhamet sahibi Halik’ımıza nasıl teşekkür etmemiz lazım acaba? Sekiz asırdır her şiiri ufkumuzu açan Yunus Emre merhum şöyle der:

Duyar kulun niyazını

Kabul eyler duasını

Verir dertler devâsını

Tabib-i mihrban(şefkat ve merhamet) Allah


Günahlarımıza bakmaz,

Verir nimet başa kakmaz

Cehalet nârına yakmaz

Eder aybın nihan(gizler) Allah


Şükrü biz, çoğunlukla sadece dilimizle ve sözle yapılan kelimelerden ibaret zannederiz. Kanaatimizce günümüzün en büyük problemi süslü laf üretirken salih amel, yaşama ve yaşatmayı ihmal etmektir. Sadece dilimizle çok şükür demekle görevimizi yerine getirdiğimizi sanırız. Hâlbuki sorumluluğumuz bundan ibaret değil. Her şeyden önce nimeti verene gerçek muhabbet duyarak emirlerine itaat şükrün başında gelir. Bunun yanında dil, kalp ve bütün beden organları ve nimetlerin cinsi ile şükür yolları ve âdâbı vardır. Diyelim ki idarecisiniz. İşsizlikten perişan hale gelen bir kişiye iş buldunuz. Adam arkasına dönüp bakmadan çekip gider ve selam sabah bile etmezse ona kırılmaz mısınız? Kaldı ki işin ve bütün varlığın sahibi Allaha karşı yapılacak aksilik ne fahiş hata olur değil mi? Bir fincan kahvenin kırk yıl hatırı varsa ve rabbimize karşı bütün yaptıklarımız tek bir göz kirpiği bile etmezse şükrü ihmal etmediğimizi nasıl söyleye biliriz? Bakıyorsunuz kardeşimize “E hamdolsun, ben de Allah’ımı çok seviyorum” diyor ama her nevi şükrü içine alan namazdan uzak duruyor. Hâlbuki hadisi şeriflerinde Efendimiz (s.a.s.) şöyle buyurur:”Namaz dinin direğidir. Kim onu hakkı ile kılarsa dinini ikame etmiş olur.”Kuranı Azimüşşan’da namaz kılın emri dokuz surenin on bir ayetinde emredilir. Bir mümin ben onun kuluyum diyor ama emirlerini kulak arkasına atıyor ise en büyük şükrü kulak arkasına atıyor demektir. Böylesi Müslümana şükrü kavrayıp yerine yöneldiği söylene bilir mi?..


Onun içindir ki, Yüce Kuranın 14. İbrahim Suresinin 7. âyetinde Cenabıhak mealen şöyle buyuruyor:”Hatırlayın ki rabbiniz size: Eğer şükrederseniz, elbette size (nimetimi) artıracağım ve eğer nankörlük ederseniz hiç şüphesiz azabım çok şiddetlidir.”Nisa Suresinin 147. âyetinde ise “Eğer siz iman eder ve şükrederseniz, Allah size neden azab etsin! Allah şükre karşılık veren ve her şeyi bilendir.”


Allah ve Resulüne imandan sonra, namaz gelir. Kıyamet günü de ilk sorgu sual ondan olacaktır. Hatta buluğ çağından sonra bir program dâhilinde geçirilen namazların farzlarının kaza edilmesi esastır. Efendimiz (s.a.s.) sadece namaz için ”gözümün nuru namaz” ifadesini kullanmışlardır. Demek ki sadece dille şükür deyip ardından balıklama günahlara girmekle olmuyor. Müslüman sözle yetinmeyip münafıklığın ve samimiyyetsizliğin her şeklinden kaçtığı gibi namazını ikame edecektir. (Dosdoğru kılacaktır.)


Şükür, hakka teslim olmanın doğru yolu ve kulluk bilincidir. Yoldan sapma, nefsin ve şeytanın telkinlerine kapılma nefsin ve şeytanın arzuladığı şeyler olduğundan ona fırsat verilmemelidir. Onun süslü ve ambalajlı telkinlerin uyanlar şükürden uzak kalır. Dilini, amel ve hareketlerini alıştıran ve bunu ihlâsla koruyup namazı hakkıyla kılanlar mahrum kalmayacaktır.

Ezeli ve ebedi olan Cenabı hakkın Esmaül- Hüsnasından (güzel isimlerinden) biri de Şekûr’dur. Şekûr az şükredene bile çok nimet verendir. Bu kelime aynı zamanda Allahın lütuf ve nimetlerine karşı memnuniyyet ve sevincini hal ve yaşaması ile ortaya koyan takva sahibi kula da denir. Onun içindir ki küfredip azgınlaşanların rakamca çokluğu Müslüman’ın istikametine asla zarar veremez. Yeter ki tevhidi imana, selim bir kalbe ve doğru yola itina göstersin. Bu itibarla namaz müminin nuru, İslam’ın dört ana temelinden birincisi, amellerin en faziletlisi ve aynı zamanda planlı programlı olan Müslüman’ı her türlü kötülük ve aşırılıklardan koruyan bir kalkandır.


Allahın Yüce Resulü (s.a.s.) nün teheccüd namazının her Müslüman’ın tahammül edemeyeceği kadar uzun sürdüğü ve hatta gözyaşlarının mübarek göğüsleri üzerinden aktığı sahih hadislerde görülmektedir. Hadisin râvisi Hazreti Aişe (r.a.) Efendimize hitaben “Geçmiş ve gelecek günahların affedildiği halde seni bu derece ağlatan nedir?” diye sorduğunda Resulü Ekrem(s.a.s.) şöyle buyuruyor: ”Şükreden bir kul olmayayım mı?” Bu husus şükrün önemini ve yüksek derecesini ortaya koymaktadır. Şükürle taşlaşan kalpler yumuşadığı gibi, cehalet ve dünya sarhoşluğunun bulandırdığı zamanımız insanında kafalar ve mideler kendine gelip ölçülü yaşar. Şükürle koruk helva olur ve hayatın tadı meydana çıkar. Şükürsüzlüğün sonu ise uçurum ve hüsrandır. Annenin öz evladını tanımaktan aciz kalacağı kıyamet dehşeti içinde hakkı ile şükreden kullar cennete çağrılacaktır. Zira onlar genişlikte ve darlıkta Allah’la olan irtibatlarını kesmemişlerdi. Asrı saadette ganimet ve malların çoğaldığı döneme girildiğinde Hazreti Ömer (r.a.) Resulü Zişan’ (s.a.s.) dan sordu: ”Malın hangisini edinelim? ”Gönüller sultanı Efendimiz (s.a.s.) ibretâmiz cevabını şöyle verir:”Sizden her biriniz zikredici bir dil ve şükredici bir kalp edinsin.”


Günümüz Müslümanlarından çoğumuzun unutup ihmal ettiği ve toplumu şükürsüzlüğe sürükleyen önemli bir husus vardır. Mal, para ve mevki ancak birer vasıta olduğu halde kanaatsizlikten dolayı gözler hep yukarılara bakar ve batının kapitalist sisteminin esiri olarak onları ana gaye ediniriz. Çoğu kere yükleneceğimiz sorumluluk ve kul haklarının ağırlığını hafife alıp hırs, kin ve her nevi kötülüğe kapı açarız. Hâlbuki Efendimiz Hazreti Muhammed (s.a.s.) bir hadisi şeriflerinde “Dünyaca kendinizden aşağı olanlara bakınız. Sizden yukarıda olanlara bakmayınız. Bu, elinizde olan nimeti hor görmemenize bir sebeptir.” Yine buyurur gönlümüzün Sultanı Efendimiz (s.a.s.):”Karanlıklarda mescitlere yürüyenleri kıyamet gününde verilecek tam bir nur ile müjdeleyiniz.” Kırk gün cemaate devam eden kula iki berat yazılır. Cehennemden ve münafıklıktan kurtuluş beratıdır bunlar.


Resulü Ekrem (s.a.s.) in faziletlerini dile getiren ve çok iyi tanınan Kaside-i Bürde’nin 13. yüzyılda yaşamış Mısır’lı peygamber âşığı Muhammed Bûsîrî, Mahmud Kaya çevirisi ile manzum olarak dilimize çevrilen Arapça eserinin 69. beytinde şöyle diyor:


Vahiy kapısını şükür, açana.


Artık geçit yoktur nifak saçana,

Şeytanlarda panik, kaçan kaçana...

Zaman zaman iblis kursa da pusu

Daha tutunamaz şeytan ordusu

Evet, bizi terbiye eden, büyüten ve Müslüman kılan rabbimize sonsuz şükürler olsun. Şükrün layığı veçhile kavranması için çaba gösterip okuyup araştırmamız gerekiyor. Ne yazık ki evlerde her şey var ama kütüphane ve okuma alışkanlığımızı felç ettiler. Zira bahşedilen her nimetin gerçek anlamda şükrü, o nimeti nefsî ve keyfî isteklerimiz yönünde değil Allahın rızası istikametinde kullanmakla sağlanmış olur. Nimeti vereni unutmamak kaydı ile ancak şükrü ana eksenine oturtmuş oluruz. Nasıl ki zengin bir çiftlik sahibi size bir at hediye etse bizatihi atın kendisi ile mi ilgilenir, atın sevinci ile coşup taşar yoksa bunlarla uzun uzun oyalanmadan o atı size bahşeden zatın ziyaretine en uygun şekilde giderek bizzat sevgisini kazanmayı mı gaye edinirsiniz?


İşte şükrü edada bu kabildendir Nimeti verenin sonsuz kuvvet ve kudretini düşünerek onun emirlerine sımsıkı sarılmakla şükürdar bir kul olabiliriz ki bunun başında namaz gelir. Her sabah yeniden bahşedilen hayata başlarken, her hastalığın ardından ayağa kalkarken, her darlıktan genişliğe çıkarken bütün bunların sahibi ve malikine yönelmemek ne derece ahmaklık olur. Bu bakımdan hastaneler de yatan hastalardan ziyade kendini sapasağlam sanan gafillere ve şükürden mahrum olanların gerçek hasta olduklarını unutmayıp bu mânevî hastalara acıyıp imdatlarına koşalım. Karnı aç olanları birkaç lokma ile doyurabilirsiniz ama kalbi aç olanlarla irtibatı kesmeyeceğiz. Vermeyene verecek, ilgiyi kesenleri biz soracak yepyeni bir hayatın kapısını kardeşlerimize açacağız. İşte Müslüman toplum olarak yeryüzündeki perişan halimizi düşünüp koşturmamız gereken hayati görevde mükellefiyetimizi ihmal etmeyeceğiz. Unutmayalım zaman boş durma değil koşturma zamanıdır. Özü, sözü ve gözü temiz olan toplum fertlerine ekmek kadar ihtiyacımız vardır.


Gerçek müminin her halinin güzel olacağına işaret eden Efendimiz (s.a.s.) bir hadisi şeriflerinde şöyle buyurmaktadır:”Müminin işi gıpta edilmeye değer. Çünkü onun her işi kendisi için bir hayır sebebidir. Bu sadece mümine aittir. Kendisine sevinecek bir durum isabet ederse şükreder, bu onun için hayır olur. Başına bir belâ (kendisine veya malına) gelecek olsa sabreder. Bu da onu için hayır olur.”Onun için Namaz Platformuna her türlü desteği sağlamakla beraber biz de görev almanın aşkını muhabbetini tadacağız inşallah. Rabbim önce nefsime sona bütün nefislere insaf ve merhamet versin, âmin

Hiç yorum yok: