8 Aralık 2011 Perşembe

8 aralık akşam - FATİHA SURESİNİN ZİHNİ İNŞASI 48

48- fatiha şükrü öğretir




Fatiha dilerse şükredecek dilerse nankörlük yapacak bir yaratılışla yaratılan insanoğlunda Allaha şükredici bir zihin oluşturur.

bu konuyu diyanet tefsirinde müfessirler Talat KOÇYİĞİT ve İsmail CERRAHOĞLU şöyle açıklar;


Arapçada hamdin manâsına yakın olarak kullanılan bir de «şükür» kelimesi vardır ve gerçekleşmiş bir iyiliğe, veya elde edilmiş bir nimete karşı kalp ve dil ile yapılan teşekkür manâsına gelir.
Bu iyilik gerçekleş­memiş, veya nimet elde edilmemiş ise, teşekküre gerek kalmaz. İnsan, kendisine yardım eden kimseye teşekkür eder;
fakat o kimsede herhangi bir yardım teşebbüsü olmamışsa, teşekkür etmeye lüzum görmez.
Bu bakımdan şükür de, medih gibi, hamdin müradifi (eş anlamlısı) değildir.
Çünkü hamd, kendi iradesiyle ihsanda bulunan kimseye karşı, halen o ihsandan nasibini almamış olsa bile, ileride alacağı ümidini hiçbir zaman yitirmeyen kimse tarafından yapılır.
O halde, kısaca belirtmek gerekirse, elde edilen bir nimete karşılık şükür, elde edileceği ümid olunan bir nimete karşılık da hamdedilir.
Birincisi geçmişte kavuşulan nimetin sevincini,
ikin­cisi de, gelecekte kavuşulması ümid edilen nimetin şevk ve heyacanını taşır.
Bu bakımdan, insanın hali ve geçmişi için Rabb'ına şükrederken, geleceği için de hamdetmesi gerekir.

Fakat insan oğlu, ilâhi bir hikmet gereği, nankör(lük de yapabilecek bir karakterde) yaratılmıştır.
Kur'ân-ı Kerîm'de onun nankörlüğüne sık sık işaret edilir.
Bir âyette meâlen şöyle buyurulmuştur: «Denizde size zarar dokuma, bütün taptıklarınız kaybolur gider; yalnız O (Allah) kalır. Fakat O, sizi kurtarıp karaya çıkarınca, yüz çevirir dönersiniz; zaten insan da nankördür» (İsrâ sûresi, 67y.
Oysa insanın, kendisini kurtaran Rabb'ına şükretmesi gerekmez mi? Hayır, şükretmez; çünkü nankörlüğü, şükretmesine engel olur.
Halbuki onun, bu geçici dünyada varoluşununun hikmeti, sınanmak, denenmektir. Kur'ân-ı Kerîm'in bir sûresinde de şöyle buyurulmuştur;
«Biz insanı, bir nutfeden, (iki cinsin) birleşmesinden yarattık, (Muradımız) onu denemektir. Onun için kendisini işitir ve görür kıldık. Ona yolu gösterdik. Artık o da, ya şükredici olur, yahut nankörlük eder» (Dehr sûresi, 2-3).

İnsanın nankörlüğü, hali ve geçmişi çabuk unutarak dâima geleceği düşünmesinden ileri gelir.
Geçmişte elde ettiği ve halen elinde bulundur­duğu nimetler onu doyurmaz ve büyük bir hırsla gelecekte elde edeceği yeni nimetlerin peşinde koşar.
İşte bu hırstır ki, ona, elindekiler için şük­retmesini unutturur.
Oysa insanın şükretmek için sahip olduğu nimetler sayılamayacak kadar çoktur.

Allah Ta'âlâ bir âyetinde şöyle buyurmuştur: «İşte O Allah'dır ki, geceyi dinlenmeniz, sükûn bulmanız, gündüzü de görmek için apaydınlık yarattı. Muhakkak ki Allah, insanlara karşı çok lütûfkârdır; fakat onların çoğu şükretmez (Mü'min sûresi, 61).

Görülüyor ki, insanın göze çarpan ilk büyük kusuru, kendisine verilen nimetlere karşılık şükretmemesidir.
İyiye yöneliş ise, bu kusurun ortadan kaldırılması ve insanın şükreden bir kul olmasıyle mümkündür.
Bu da, onun, biraz önce işaret ettiğimiz hırstan kurtulmasıyle gerçekleşir.
Hırstan kurtuluş, başkasına ihsan edilenden dolayı nefsini hased denilen illete kaptırmadan, Allah'ın, kendisine de ihsan edeceği ümidi içinde bulunmak ve bu ümidin verdiği şevk ve heyecan ile Allah'a hamdetmek suretiyle olur.
Hamdetmesini bilen kimse, hem nefsini hırstan temizlemiş, hem de şükür kapısına yaklaşmış olur.
Çünkü şükre hamd yoluyle ulaşılır. Hazret-i Peygamber bir hadisinde «hamd şükrün başıdır; Allah'a hamdetmeyen şükür de etmez» buyurmuştur.

Demek ki insan, hamdederek şükretmesini öğreniyor.
Ne var ki, lâyıkıyle hamdetmenin güçlüğü, şükredenlerin az olması sonucunu doğu­ruyor.
Nitekim Kur'ân-ı Kerîm'de «Kullarımdan şükredenler azdır» (Sebe sûresi, 13) buyurulmuştur.

Allah bizi elindeki nimetleri farkedebilenlerden, kanaatkarlardan, şükredenlerden eylesin AMİN!...

Hiç yorum yok: