29 Aralık 2011 Perşembe

29 Aralık yatsı - Hidaye de türkçe namaz

Eğer kişi arapça bildiği halde namaza farsça ile başlar, ya da namazda Farsça okur veyahut bir hayvanı keserken farsça ile besmele çekerse -İmam Ebû Hanife'ye göre- caizdir.
Diğer iki İmam ise: “Hayvan kesme besmelesi dışında farsça caiz değildir.
Ancak arapça bilmediği takdirde öğreninceye kadar farsça caizdir” demiş­lerdir.
Buna göre İmam Muhammed iftitah tekbiresi konusunda arapça da İmam Ebü Hanife ile, farsçada da İmam Ebû Yûsuf la beraberdir. Çünkü arapçanm, başka dillerde bulunmayan bir özelliği vardır.

Namazdaki okuyuşa gelince: İki İmamın farsça okuması caiz görmemelerinin sebebi, Kur'an» adının arapça olarak nazil olan bu nazmi şerifle itlak olunmasıdır.
Nitekim “Biz bu kitabı bir arapça Kur'an olarak inzal buyurduk” âyeti kerimesi bunu nassan bildirmek­tedir.

Ancak kişi(iki imama göre), rükû ve secdeleri yapamayacak bir durumda ol­duğu zaman nasıl işaretlerle yetinebiliyorsa, Kur'an'dan hiçbir şey bilmediği zaman da anlamını okuyabilir. Fakat besmele öyle değil­dir? Zira besmele bir zikirdir. Zikir ise, her dil ile yapılabilir.

İmam Ebû Hanife'nin (farsça kuran meali ile namaz kılınabilir fetvasının) dayanağı ise; “Kur'an geçmiş peygamberlerin kitablarında da bulunur âyeti kerimesidir,

Zira geçmiş peygamberlerin kitaplarında olan ifadeler arapça olmadıkları halde bu âyette onlara Kuran denilmiştir.
Bu o demek­tir ki Kur'an, lâfızlardan çok, lâfızların ihtiva ettiği mânâlardır.
Bu­nun için kişi, Kur'an'dan hiçbir şey bilemediği zaman onu farsça olarak okuyabilir.

Ancak şu varki, tevarus ede gelen sünnete mu­halefet ettiği için iyi bir şey yapmış olmuyor.

Sonra -sahih olan görüşe göre- Farsçadan başka herhangi bir dille de olur.

Zira mâ­nâ, dillerin değişmesiyle değişmediği gibi,
geçmiş peygamberlerin ki­taplarında olan ifâdeler nasıl arapça değil idiyse, farsça da değil idi.
Bu ihtilaf, namazda arapça yerine Farsça okunduğu zaman, mu­teber sayılıp sayılmadığı konusundadır.
Farsça okumakla namazın fesada gitmediği konusunda ise ihtilâf yoktur

Derler ki: İmam Ebû Hanife sonradan iki İmam'in görüşüne dönüş yapmış­tır ve fetva buna göredir.
(Derler ki ifadesi ilginçtir, rivayet olunur ki gibi söylüyor
kaynak yok ancak böyle deniyor gibi söylüyor)


fetavai hindiyye
Farz namazlarda. Kıraatin yeri iki rek'attır. Muhıyt'te de böyledir.
Bu iki rek'atm, ük iki rek'at, son-iki rek'at veya değişik rek'atler olması müsavidir. Namazın iki rek'atli, üç rek'atli veya dört rek'atli olması da müsavidir.   Şeyh Ebi'I - Mefcârim'in Nfikâye
Şerhi'nde de böyledir.
Bir kimse, namazda, hiç bir rek'atte kıraat etmese veya yal­nız bir rek'atte kıraat etmiş (Kur'ân okumuş) bulunsa, kimsetnin namazı fesada gider. Şemnî'de de böyledir.
Vitir namazının ve nafile namazların bütün rek'atlerinde kir'aat (Kur'ân okumak) farzdır. Muhıyt'te de böyledir.
Namaz içinde, uyuyarak Kur'ân okumuş olmak, caiz olmaz. ZahîHyye'de de böyledir.
Farsça kıraatte bulunmak caiz olmaz. Ancak, İmâm Ebû Yûsuf (R.A. ve İmâm Muhammed (R.A.3 'e göre, bir özre dayalı ola­rak bu caiz olur. Şeyh Ebî'l - Mekârim'in Nikâye Şerhi'nde de böy­ledir.
İmâm-ı Azam Ebû Hanîfe (R.A.)'ye göre, farsca ve diğer dillerle kıraat etmek caizdir ve sahihtir. Ancak, İmâmı A'zam'm da sonradan İmâmeyn'in kavline rücû' ettiği rivayet olunmuştur. Buna da itimad edilir. .Hidâye'de de böyledir. Esrâr'da : «îhtiyânm budur.» denilmiştir.
Tahyık'ta : «Muhakkik âlimlerin hepsinin seçtiği de budur. Fetva da bunun üzerinedir.» denilmiştir. Şeyh Ebil - Mekârîm'in Nikâye ŞerhS'nde de böyledir. Sahih olan budur Mecma'u'l - Bah­reyn'de de böyledir.
.
(yine aynı ilginç ifade kaynaklarda yok ancak böyle bir rivayet işitilmektedir, buna itimad edilir. niye itimad edilir? çünkü edilmelidir? niye edilmelidir? çünkü edilir. İspat yöntemi ilginç bu da böyle diyor, bu da böyle diyor, kaynak göstermiyor, gösteremiyor, gösterdiği kaynaklarda da buradaki gibi denilene göre, rivayet olunurki, derlerki, böyleşmiş, öyleymiş tarzı ifadeler kullanıyor olmalı ki, bu tarz bir ispat yöntemine başvuruluyor.)

Serahsinin islam hukuku kitabı
İmam Muham­med ve Ebû Yusuf ibadetlerde Arapça dil şartını koşmuşlardır. Çünkü tekbir ve namaz kıraatini Farsça okumayı bu ikisi caiz görmemektedir. Zira İslam, dinsel metnin hem lafzına, hem manasına bağlı kalmayı gerektirir. Bunu gözetmek gerekir.
Görüldüğü gibi farsçayı caiz görmeyenlere imamı ebu hanife katılmamaktadır.



Hanefilik’in kurucusu İmam-ı Azam Ebu Hanife, Şuara Suresinin 196ve Ala Suresinin 18 ayetlerine dayanarak namazda okunan sure ayetlerinin aynı anlamı veren herhangi bir dilde okunabilmesinin caiz olduğunu açıkça bildirmişti 


Gene bu konuda Ebu Bekir Razi Ahkam, ül-Kuran’ında Şuara Suresindeki bir ayete dayanarak ”Bu ayet Kuran’ın bir dilden başka bir dile naklolunmasının Kuran’ı Kuran olmaktan çıkarmayacağına delildir” diyerek İmam-ı Azam gibi Kuran’ın anlamından ibaret olduğunu açıklamaktadır

495 Hicri’de ölen Serahsi, Mebsut adlı yapıtında Ebu Hanife’nin namazda Kuran’ın arapçadan başka bir dilde okunmasını caiz gördüğünü söylediği sırada şöyle bir örnek veriyor: ”İranlılar, Selman’dan Fatiha Suresini farsçaya çevirip kendilerine göndermesini istemişler Selman bu sureyi farsça yazıp kendilerine yollamış; onlar da namazda Fatiha’yı farsça olarak okumuşlardır” İşte Ebu Hanife (ölmH150) buna da dayanarak namazın başka dillere çevrilmiş ayetlerle okunabileceği yargısına varmıştı 


Ancak kimileri Ebu Hanife’nin sonradan bu içtihadından caydığını iddia ederek büyük bir yanılgıya düşmüşlerdir Eğer İmam-ı Azam bu fikrinden caymış olsaydı, ondan sonra gelenler kesintisiz bunu yineler dururlardı 
Bu iddiayı biz ancak İmam-ı Azam’dan iki hatta üç yüzyıl sonra yazılmış kitaplarda görmekteyiz 
Oysa V Hicri yüzyılda yaşamış olan Ebu bekir Razi’de olsun Serahsi’de olsun Ebu Hanife’nin bu içtihadından vazgeçtiğine ilişkin bir kayıt yoktur
eBU HANİFE 767 (H.150) tarihinde Bağdat'ta vefat etti. 
eBU BEKİR RAZİ Haziran 925 yılında ölmüştür.
SERAHSİ 483/1090 yılında 81 yaşında iken Mergınan'da vefat etti.Kur’ân-ı Kerîm Kureyş lehçesi ile inmiştir. Bu lehçeyi okuyamayan Araplar, Hz. Peygamber’e başvurmuş ve kendi lehçeleri ile Kur’ân okunmasında dinsel sakınca bulunup bulunmadığını sormuşlar. Hz. Peygamber başvuranlara kendi lehçeleri ile Kur’ân okuyabileceklerini söylemiştir. Bundan sonra da birkaç lehçe ile Kur’ân okunmaya başlanmıştır.[1]
İmâm Buhârî Hz. Peygamber’in bu sünnetinden hareketle şunları yazmıştır: “Arapların Kur’ân’ı değişik lehçelerle okuması câiz ise başka milletlerin de kendi dillerindeki çeviriyi okumaları câizdir.[2]


Kaldı ki çeviri ile namaz kılmaya cevaz veren mutlak müçtehid sadece İmam-ı Âzam değildir. Tâbiûn nesli[35] bilginlerinin tartışmasız hocası ve önderi olan ve tüm alanlarda müçtehid ve otorite kabul edilen Hasan el-Basrî (ölm. 110 / 728) ile Sûfî-bilgin Habîb el-Acemî de (öl. 120 / 737) bu konuda imamı Âzam gibi düşünmektedir.
Ensarî (Abdülali Muhammed b. Nizamuddîn), Fevâtihu’r- Rahamût adlı eserinde bize şunları söylüyor: “Mazeret halinde Kur’ân tercümesi ile namaz kılmak konusunda imameyn (İmam Ebu Yusuf ve İmam Muhammed) de İmam-ı Âzam’la aynı görüştedir. Velilerin ve âriflerin tacı, tarikat silsilelerinin halkalarından biri ve muhaddislerle (hadis ilmi ile uğraşanlarla), müçtehidlerin baş tacı Hasan el-Basrî’nin yakın dostu Habîb el-Acemî, Arapçaya dili çok yatkın olmadığı için namazlarında Kur’ân’ın Farsça tercümesini okurdu
.”[36]

İmam Ebû Mansûr-ı Mâturidî de Anadilde İbâdete İzin Vermiştir.


İmam Mâturidî İslâm dünyasının büyük çoğunluğu tarafından önder kabul edilmiş bir din bilginidir. O’nun anadilde ibadete yaklaşımı şöyledir:
Kur’ân Allah kelâmıdır. Allah’ın kelâmı zatı ile kaim, ezelî bir sıfattır. Harf ve ses cinsinden değildir, O Bir’dir, bölünmez (tecezzî etmez), Arapça da değildir, Süryanice de. Şu kadar ki insanlar, bir olan Kur’ân’ı değişik ibarelerle okurlar; nitekim Allah’ın zatı türlü adlarla, keza zat sıfatlarından olan hayat, irade, beka sıfatları türlü türlü ibareler ile dile getirilmiştir”.[37]
 Sükûtî Sünnet Kur’an’ın Çevirisine İzin Vermektedir.
İranlılar Selman-ı Fârisî’den, Kur’ân’ın birinci sûresi olan Fâtiha’yı Acemce (Farsça) yazıp kendilerine göndermesini istemişler. Selman’da bu sûreyi Acemce yazıp kendilerine göndermiş ve bunlar dilleri Arapçaya yatıncaya kadar namazlarda Fâtiha’yı Farsça okumuşlardır.[3]


Yalnız hilâfiyata ait manzum bir eser yazan Ömer b. Muhammed Nesefî (vefatı H. 357) Ebû Hanife ile tilmizleri (öğrencileri) arasındaki yukarıdaki uyuşmazlığı bildirdikten sonra şu [sözleri söylemektedir]: “Ebû Hanife’nin daha sonra tilmizlerinin kavline (sözlerine) döndüğünü kendisinden güvenilir olan raviler rivayet etmiş olduklarından aralarında uyuşmazlık kalmamıştır.
Ve bu âyetin açıklamasında Zevzenî, İmam-ı Âzam’ın bu rücu (düşünceden vazgeçme) rivayetini Ebû Bekir Razî’ye atfetmektedir.[31] Oysa ki:
[i]Ebû Bekir Razî, Ahkâmü’l-Kur’ân [adlı yapıtında] Şuarâ Sûresindeki yukarıda zikrettiğimiz, “Şüphe yoktur ki Kur’ân; önden gelip geçen peygamberlerin kitaplarında var idi.” [diyen] âyetinde: Bu âyet; Kur’ân’ın bir dilden başka bir dile naklonulmasının (çevrilmesinin) Kur’ân’ı Kur’ân olmaktan çıkarmayacağına bir kanıttır. (…) diyerek İmam Âzam gibi Kur’ân’ın mânâdan ibaret olduğunu beyan etmekte olduğundan, İmam Âzam ile aynı düşüncededir. Ve bu rücuu (vazgeçmeyi) rivayet etmediği meydandadır.

Bundan başka bu rücu rivayeti kesin olmak için H. 370′te vefat etmiş olan Ebû Bekir Razî’ye değil; ilk asırlara kadar çıkarılmak, daha açığı İmam Âzam’a mülaki olan (görüşen) kimselerden veya tek bir kimseden inkıtaa (kesintiye) uğramaksızın müselselen (kuşaktan kuşağa) rivayet edilmek lâzım gelirken biz bu rivayeti imam Âzam’dan iki üç asır sonra yazılmış olan kitaplarda görüyoruz.

Ebû Bekir Razî’den sonra (H. 490) sıralarında vefat eden Serahsî Mebsût [adlı] kitabında asla bu rücudan bahsetmiyor…[/i]”[32] 

Emir Küteybe Hicri 94 tarihinde Buhârâ Zerdüşt ateşkedesini [yıktırdı]. Yerine büyük bir cami yaptırdı. İbadet Fars lisanıyla yapılıyordu. Çünkü halk Arapça bilmiyordu. Ezan Farsça okunduğu için, namazda bir adamın “Niktaniknet - nikünya nikünü” komutasıyla kılınıyordu.[40] Daha sonra Irak içtihat medresesi, Kur’ân’ın yanlışsız ve tam tercemesi (çevirisi) ile her dilde ibadetin caiz olduğuna ilişkin Fetvayı verdi.[41]
Farsça çeviri ile namaz kılma ruhsatının (izninin) öncüsü olan Selmân-ı Fârisî’nin bu işi bizzat yaptığı Fâtiha çevirisi ile fiilen başlattığını, daha önce görmüştük. Selman’ın ölüm (Hakk’a yürüme) tarihi H. 36′dır. Onun Fâtiha çevirisini hayatının son günlerinde yapılmış saysak bile, Kuteybe olayı ile Selmân çevirisi arasında 60 yıl vardır. Demek oluyor ki, Farsça tercüme ile namaz, Buhara ve civarında - Kuteybe olayı ile bittiğini varsaysak bile - 60 yıl gibi bir zaman uygulanmıştır. Selman’ın çeviri için Hz. Peygamber’den izin aldığı yolundaki rivayeti dikkate alır, Kuteybe olayına da hiç değilse birkaç yıl devam etmiş gözü ile bakarsak Farsça çeviri ile namazın bir asırlık bir uygulamasını tarihsel bir gerçek olarak öğrenmiş olduğumuzu söyleyebiliriz. Hem de öyle bireysel ibadetlerde, evde odada değil, kamunun ibadet ettiği camilerde ve Cuma gibi namazda…”.[42]
Benzer bir uygulama Endülüs Emevi devletinde de yapılmıştır. İspanya’nın fethinin ardından, camilerde İspanyolca namaz kılınmasına izin verilmiştir.

Hiç yorum yok: