18 Aralık 2011 Pazar

17 aralık yatsı

Fatiha ile birlikte Rabbimizin kim olduğunu açıklıyoruz
kendimize,başkalarına ve Allaha
Alemlerin Rabbinin, cansız ve şuursuz canlıların Rabbinin bizimde Rabbimiz olduğunun farkında olduğumuzu söylüyoruz

Allahın Rabliğinden hoşnutluğumuzu dile getiriyoruz, iyiki Rabbimiz Allah diyoruz, Rabbimiz Allah diye hamdediyoruz ve Onun her türlü yasasından hoşnut olduğumuzu, razı olduğumuzu, Onun Rabliğini överek dile getiriyoruz

RABBİM ALLAH diyoruz

bu konuyu Besairul Kuran isimli tefsirinde Ali KÜÇÜK şöyle açıklıyor;

Hamd âlemlerin Rabbine aittir.
Rab; terbiye eden, hü­küm ko­yan, kanun vaz eden, yeryüzünde yarattığı her canlının hayat prog­ramını çizen, her varlığın kulluk programını belirleyen demektir.
Rab; kişiye yaptığını yaptıran, yapmayıp terk ettiğini terk ettiren varlık de­mektir.
Yaptıklarımızın tümünü bize yaptıran, bizim hayatımızda ege­men olan güç, sebep, saik, otorite neyse bizim Rabbimiz odur.



Şu anda bizi hareket ettiren güç neyse bizim Rabbimiz odur.
Meselâ eğer ben bu kardeşlerime Fâtiha sûresini anlatırsam bana para verirler, bana değer verirler, beni alkışlarlar niyetiyle gelmiş an­latı­yorsam benim Rabbim bu istediğim şeylerdir.
Veya, farz edin ki ya­rın adaylığımı koyacağım, bu kardeşlerin oylarına ihtiyacım olacak, beni bir tanısınlar niyetiyle gelmiş konuşuyorsam, Rabbim odur ve Allah’tan bir şey istemeye hakkım yoktur.
Ama, benim burada bu ko­nuşmayı yapmamı Allah istiyor, Allah istediği için ben bunu yapmak zorundayım ni­yetiyle gelmiş konuşuyorsam, beni şu anda konuşturan güç, se­bep, saik, otorite Allah’sa,o zaman benim bu konuda Rabbim Al­lah’tır ve mükâfatını O’ndan isteyeceğim demektir.

Sizler de şu anda ne için buradaysanız, sizi burada topla­yan sebep ne ise, Rabbiniz O’dur.
Eğer sizler de, ben de rıza şar­tıyla Al­lah’tan başka güçler, Allah’tan başka sebepler adına bura­daysak siz­lerin de, benim de Rabbimiz Allah değildir. Konuşan ne için konuşu­yorsa Rabbi O’dur, dinleyen ne için dinliyorsa Rabbi O’dur.
Biraz önce namaz kılındı. İmam ne için imamlık yapıyorsa Rabbi odur, cemaat ne için gelip cemaat olmuşsa Rabbi odur.
Öğ­retmen ne için öğretmenlik yapıyor, talebe ne için öğreniyorsa Rabbi odur. Yaptığımız amelleri­miz de şunlar şunlar da olabilir; ama ben bunu Allah istediği için yapı­yorum demek, Allah’ı Rab bilmek anlamınadır.

Demek ki Rabb; kişinin hayat programını belirleyen var­lık de­mektir.
İnsanın hayat programını belirleyen kim ise onun Rabbi odur.
İnsan, kimin arzularını gerçekleştiriyorsa, kimin dediği gibi yaşamaya çalışıyorsa, onun Rabbi odur.
Daha öncede söylediğimiz gibi Rabb; insanın yaptıklarını yaptıran yapmadıklarını da yaptırmayan güçtür.
Şöyle giyiniyor veya böyle giyinmemeye çalışıyoruz. Peki Kim söyledi bunu? Kimi razı etmek için böyle yapıyoruz? Yâni böyle giyinirken bu­nun yaptırıcısı kim ise, bilelim ki o konuda Rabbimiz odur.
Moda mı? Toplum mu? Çevre mi? Âdetler mi? Töreler mi? Müdür mü? Amir mi? Yö­netmelikler mi? Yasalar mı? Yoksa Allah mı? Kim dedi böyle giyi­nin diye? Kimdir bize bunu yaptıran? Kim ise işte, kişinin Rabbi odur.



Birine küsüyoruz, yaptırıcısı kim? Allah mı? Yoksa bir başka sebep mi? Allah mı? Yoksa menfaat mı?
Birini seviyoruz. Kim dedi diye?
Birileriyle beraber olmaya çalışıyoruz. Kimi memnun etmek için?
Filan mektepte okuyoruz. Kim dedi bunu?
Evimizi şöyle şöyle tef­riş ediyoruz. Kim dedi diye?
Şu şu meslekleri seçiyoruz, kim dedi?
Evet yaptıklarımızın yaptırıcısı kim ise bizim Rabbimiz odur.
Öy­leyse geçen ay neler yaptınız ve kim yaptırdı bunları size?
Allah için bunları bir düşünün.
Veya geçen haftayı unuttunuz, dün neler yaptınız? Bu­gün neler yaptınız ve kim yaptırdı bunları size? Bunu düşünmek zo­rundayız.
Yaptıklarımızı yaptıran, yapmadıklarımızı terk ettiren kim?
Meselâ namaz kılıyoruz, kıldıran kim?
Diz kireç­lenmelerini önlemek için ise O zaman Rabbimiz odur.
Oruç tutu­yoruz, tutturan kim? On bir ay yorulan midelerimizi dinlendirmek, perhiz yapmak, vücut güzelleş­tirmek için ise o zaman Rabbiniz odur.


Yaptıklarımız konusunda bu böyle olduğu gibi yapmayıp terk ettiklerimiz konusunda da böyledir.
Negatif davranışlarımız konusunda da etkili varlık kimse bizim Rabbimiz odur. Meselâ içki içmiyoruz, sebep nedir? Siroza yakalanı­rız, kara­ciğeri kaybederiz diye mi? O zaman bilesiniz ki Rabbiniz sağ­lığınızdır.
Allah yasakladı diye ise O zaman Rabbiniz Allah’tır.
Zina yapmıyorsunuz, sebep nedir?
Eids hastalığına yakalanma korkusu ise Rabbiniz odur.
Allah haram kıldı diye ise Rabbiniz Allah’tır.


İşte mü’min, bunu düşünen ve yaptıklarını Allah istedi diye , ki­tabında böyle söylüyor diye yapan, ve yaptıklarının tümünü Allah’a lâyık ola­rak yapan kimselerdir.



Çünkü Bizi yaratan, büyütüp besleyen, koruyup doyuran, bi­zim için yeryüzünde yasa belir­leyen Rabbimiz Allah’tır.
O’nun tarafın­dan getirildiğimiz şu dünya hayatında neler yapıp, neler yapmayaca­ğımızı, O’na ait olan bu hayatımızı nasıl yaşayacağımızı belirleyen Allah’tır.
Bizim boynumuz­daki kulluk iplerinin ucu elinde olan ve çek­tiği yere gitmemiz gere­ken Rabbimiz O’dur.
Gündüz hayatımızın, gece hayatımızın, aile hayatımızın nasıl olacağını, hukukumuzun, eğitimimizin, sosyal ve siyasal yapılanmalarımızın nasıl olacağını, soframızda nelerin bulunup, nelerin asla bulunmayacağını, neleri yiyip, neleri yemeyeceğimizi, nerelerden kazanıp, nerelerde harcaya­cağımızı, çocuklarımızı nasıl eğitece­ğimizi, hanımlarımızla nasıl bir münâsebet kuracağımızı, kılık kıyafetimizin nasıl olacağını, hâsılı tüm hayat programımızın nasıl olacağını belirleyen Rabbimiz Allah’tır.



Müslüman, Allah’ın seçimini kendisi için seçim kabul eden, ya da bir başka deyişle seçimini Allah’tan yana kullanan kişidir.
Müslü­man iradesini Al­lah’a teslim eden kişidir.
Müslümanım diyen birisinin gerek kendisi hakkında, gerek evi ve ev halkı hakkında, gerek malı ve işi hak­kında söz söyleme ve hüküm beyan etme hakkı yoktur.
Bir müslüman asla, bu benim zevkimi okşamıyor, bu bana yakışmıyor, bu benim mantığıma ters geliyor, diyemez.
Bunu ancak Allah’a inanma­yan bir kâfir diyebilir.
Çünkü o Allah’a inanmamıştır.
Ben Allah filan tanımam, Ben kendi hayatımı ken­dim belirlerim demiştir ve dilediğini yapabileceğine inanmıştır.
Ama bizler Allah’a iman etmiş insanlarız.
Öyleyse kâfirler gibi bizim muhayyerlik hakkımız, seçme hakkımız yoktur. Allah’ın bizim adımıza seçtikleri ve be­ğendikleri güzeldir, gerisi boştur ve batıldır.

Demek ki Rabb, günlük hayat programını çizendir.
Gün­lük ha­yatımızın tümünde Rabbimiz Allah olmalı.
Hayatımızın bazı bölümle­rinde Rabbimiz Allah, bazı bölümlerinde de başka Rab’lere, başka efendilere hizmet etmemeliyiz.
24 saatin tümünde Rabbimiz Allah ol­malı.
Hayatımızın tümünde boyunlarımızdaki kulluk ipinin ucu Allah’ın elinde olmalı.
Eğer günlük hayatımızın herhangi bir biriminde arzuları Rabbimizin arzularıyla çatışan bir varlığın arzularını gerçekleştirmeye yönelirsek, o zaman Allah korusun hayatımızda başka rab’ler edinmişiz demektir.
Emirleri ve arzuları istikâmetinde hareket ettiğimiz bu varlık baba­mız, annemiz, karımız, kocamız, çocuklarımız, patronu­muz, devletimiz, nefsimiz, şeytanımız olabilir.
Allah'ın arzula­rıyla bunların arzusu çatıştığı zaman Allah’ın arzuları tercih edilecek ki sonunda Allah’tan başka Rabbimiz yok diyebilelim.



Ama -Allah korusun- hal-i pür melalimize baktığımız zaman kor­kunç bir manzara görüyoruz.
Camide sözünü dinlediği­miz bir Rabbimiz var, sosyal hayatımızda da hayatımıza hâkim başka Rab’lerimiz var.
Camide bir Rabbin şuurundayız ki; fazla yanan elektrik varsa söndürüyoruz. Çünkü O Rab savurganlığı ya­saklamıştır.
Ama evi­mizde, yahut dükkânımızda, işyerimizde öyle yanıp giden elektrikler var ki bizi hiç enterese etmiyor.
Bu hali­mizle demek istiyoruz ki; sanki ev hayatımıza, iş hayatımıza Allah karışmaz.
O konuda söz sahibi başka Rablerimiz var.
O sadece ibâdet hayatımıza karışır,
ama ev tefrişimize, düğünümüze, ticare­timize, meslek hayatımıza, cebi­miz-deki paramıza, kazanmamıza, harcamamıza, hukukumuza, eğitimimize, siyasal yapılanmamıza, evimize aldığımız avizemize, serdiğimiz halı­mıza karışmaz. Sanki O’nun hükmü ve oto­ritesi sadece camiye ve ibâdete mahsustur.



Halbuki bizim, kul olarak hayatımızın tümü ibâdettir.
İbâdetin dışında tutabileceğimiz bir tek saniyemiz bile yoktur .
Bi­naenaleyh ha-yatımızın her saniyesinde Rabbimiz Allah olmalı­dır.
Yerken, içer­ken, yatarken, kalkarken, konuşurken, yürürken, ticaret yaparken, tır­nak keserken, çocukla­rımızla konuşurken, birine bir şey anlatırken, bir ko-nuda karar ve­rirken, düşünürken, gülerken ağlarken, severken, küserken, her ân, her saniye bizim için kulluk ve ibâdettir.
Her ânımızda Rabbimiz Allah olmalıdır.
İbâdet sadece namaz, oruç, abdest, hac ve zekattan ibaret değildir.
Hayatımızın tamamı ibâdettir.
Hayatımızın tümünde Allah’ı dinlemeliyiz.



Sabahleyin erken kalkıp namaz kılmalıyım, neden?
Çünkü bu konuda benim kulu olduğum Rabbim öyle istiyor.
Yemeğimde sof­ramda içki olmayacak, Rabbim öyle istiyor. Y
erken, içerken, giyerken, harcarken israf etmeyeceğim, Rabbim öyle istiyor. Konu­şurken hep hayır konuşacağım, yalan söylemeyeceğim, Rabbim öyle istiyor.
Gece Kur’an okuyacak, anlayacak ve gündüz onu yaşayacağım, baş­kalarına anlatacak ve ilan edeceğim, Rabbim öyle istiyor.
Harama el sürmeyeceğim, başkalarının namusuna el uzatmayacağım, kendi na-musuma sahip çıkacağım, Rabbim öyle isti­yor.
Çocuklarıma, hanı­mıma, komşuma, arkadaşlarıma, talebele­rime her fırsatta Allah’ı an­latacağım, Rabbim öyle istiyor.
En çok O’nu öveceğim, en çok O’nu gündeme alıp O’ndan bahsedeceğim, O’nu ölçü alacağım, Rabbim öyle istiyor.
Hukuk olarak O’nun hu­kukunu hamd edeceğim,kılık kı­yafet olarak O’nun seçtiğini hamd edeceğim, Rabbim öyle istiyor.
Ha­yatı-mın tümünde sadece O’nun çektiği yere gideceğim. Ondan baş­kasının önünde eğilmeyeceğim, O’ndan başkalarının yasalarını be­nimse­meyeceğim, Rabbim öyle istiyor.
Hâsılı tüm hayatımda sadece O’nu dinleyecek ve yüzümü sadece O’na döneceğim, Rabbim öyle is­tiyor.
O Allah benim Rabbimdir. Benim ondan başka arzu­sunu yerine getireceğim, emir ve yasaklarını hayatımda uygulaya­cağım, daraldı­ğım zaman kendisine dua edip imdadıma çağıraca­ğım, sığınıp koru­nacağım Rabbim, efendim yoktur.


Evet önemine binaen bunu bir kere daha söyleyip âyetin öteki bölümüne intikal edeyim inşallah.
Arkadaşlar, unutmayalım ki yaptık­larımızın yaptırıcısı, yapmayıp terk ettiklerimizin de terk ettiricisi kimse bizim Rabbimiz odur.
Yâni pozitif ve negatif tüm amellerimizde haya­tımızda etkili varlık kimse, neyse Rabbimiz odur.
Dikkat ederseniz ka­birde bize sorulacak ilk soru da bu olacaktır. “Men Rabbuke” “Rabbin kim?”
Düşünebiliyor musunuz?
Bir adam 50-60 sene bu dünyada bir hayat yaşayacak.
Yaşadığı bu süre içinde özgür irade­siyle pozitif ve negatif pek çok şeyler yapacak.
Sonra da ölüp kabre konulunca kendisine çok basit bir soru gelecek.

Rabbin kim?

Bu basit soruya herkes cevap verebilir gibi geliyor.
Ama iş öyle değildir.
Bunun mânâsı şudur: Orada pozitif ve negatif her bir amelimiz gündeme geti­rilip bu konuda Rabbin kimdi? Buyurulacak.
Hayatında iken şöyle bir kıyafetten yana olmuştun, bu konuda Rabbin kimdi? Kimi memnun etmek için böyle giyinmiştin? Kim istemişti bunu? diye sorulacak.
Bu dünyada âkıl ve bâliğ olduğumuz andan son nefesimizi vereceğimiz ana kadar tüm yaptıklarımız ve yapmadıklarımız tek tek ortaya dökü­lecek ve her biri konusunda Rabbimizin, yâni onun yaptırıcısının kim olduğu sorulacak.
O zaman basit bir soru değil bu soru değil mi?
İşte Rabb budur ve Rabbimiz hesap gününde bu konuda bizim yardımcı­mız olsun inşallah.

Ama O Rabbim sadece benim değil, bütün âlemlerin Rabbidir. Güneş, Ay, Yıldızlar, galaksiler, yürüyenler, sürünenler, can­lılar, can­sızlar, akıllılar, akılsızlar, bilinenler ve bilinmeyenler ola­rak, görülenler görünmeyenler olarak göklerde ve yerlerde ne varsa, O bütün âlemle­rin sahibidir, mâlikidir, otoritesidir, Rabbidir.

Bütün varlıkları yaratan, öldüren, büyüten, küçülten, besleyen, doyuran, sevk ve idare eden, hayat programlarını çizen, haklarında kanun koyan O’dur. Evet O bütün âlemlerin Rabbidir.


İslâm âlimleri âlemi şöyle tasnif etmişlerdir: Âlem “Ma sivallah” demektir.
Yâni âlem, Allah dışında her şey demektir.
Âlimle­rimiz önce âlemi iki kısma ayırmışlardır:

1: Gayb âlemi,
2: Şehâdet âlemi.

Gayb âlemi bilginin konusu değildir. Bu âlem bilinemez, gö­rüle­mez. Bu âlem ancak imanın konusudur. Kur’an’ın bize haber verip inanmamızı istediği, cennet, cehen­nem, cin, melek bunların hepsi gayb âlemidir.

Şehâdet âlemi de görülen ve bilinebilen âlemdir. Bilginin ko­nusu olan âlemdir. Bu âlemi de İslâm âlimleri yine ikiye ayırmışlardır:

A- Bilinenler (varlar),
B- Bilinmeyenler (yoklar)

Bilinmeyenler, meselâ dün çiçek aşısı bilinmiyordu, ama bu­gün bilinmektedir. Veya şu anda benim cebimde ne olduğunu herkes bilemez ama ben bilebilirim. Yâni sizin için bi­linmeyen benim için bili­nendir. Veya meselâ doktorun bildiğini, mühendisin bildiğini herkes bilemez. Bunun gibi as­lında şahâdet âleminin konusu olanlardır.

Bilinen (varlar) lere gelince bunları da âlimlerimiz dört kısma ayırmışlardır.

A- Üç boyutlular,
B- İki boyutlular,
C- Tek boyutlular,
Ç- Boyutsuzlar.

Üç boyutlular madde, iki boyutlular resim ve gölge, tek boyut-lular zaman, renk ve sayı, boyutsuzlar da nokta, namus, hare­ket, akıl gibi şeylerdir.

Üç boyutlular dediğimiz maddeyi de ikiye ayırmışlardır:

A- İradeli olanlar, İnsanlar,
B- İradesiz olanlar, diğer varlıklar, hayvanlar bitkiler gibi.

İradeli olanları da ikiye ayırmışlar.

A- Kadın.
B- Erkek.

İradesiz olanları da ikiye ayırmışlar.

A- Ruhlular.
B- Ruhsuzlar.

Ruhsuz olanlar, toprak, hava, su ve ateş gibi şeylerdir. Ruhlu olanları da ikiye ayırmışlar.

A- Bitkiler,
B- Hayvanlar diye.

İşte âlimlerimizin bu şekilde tasnif ettikleri veya insanların bil­dik­leri, bilemedikleri sayılabilecek ne kadar âlemler varsa bunla­rın hepsinin Rabbi Allah’tır.
Bunların tümünü yaratan, yoktan var eden, hayat programlarını tespit eden, hepsini doyuran, koruyan, yaşatan, ayakta tutan ve hepsinin boyunlarındaki kulluk ipinin ucu elinde olan, hepsinin kendisine boyun büküp yasalarına teslim ol­dukları Rabb, Allah’tır.

İşte bizler Fâtiha sûresinin bu bölümünde tüm âlemlerin ve bi­zim Rabbimiz olan böyle bir Allah’a hamd ediyoruz.
Böyle bir Allah’ı övüyor, böyle bir Allah’ın övdüklerini övüyor, böyle bir Al­lah’ın bizim adımıza seçip, beğenip gönderdiği hayat programını övüp başımıza taç yapıyoruz.
Ve O’nun övmediklerini, beğenme­diklerini de övmeye­ceğimize, sevmeyeceğimize, onlara sahip çı­kıp benimsemeyeceği­mize, hayatımızda onlara yer vermeyeceği­mize dair ahitte bulunuyo­ruz.
Bu konuda Rabbimize söz veriyoruz.
Hamdımızı sadece O’na ait kılacağımıza, O’ndan başkalarını asla hamd edip emirlerini dinleme­yeceğimize, O’ndan başkalarının ar­zularını gerçekleştirip, yasalarını uygulamayacağımıza, O’ndan başkalarının gösterdikleri, çektikleri yerlere gitmeyeceğimize söz veriyor, ahitte bulunuyoruz.
Ve her gün en az kırk defa da bu ahitlerimizi yeniliyoruz.



O halde günde kırk defa Rabbimize verdiğimiz bu ahitleri­mizi bozmamalıyız. Ahitlerimize sâdık kalmalıyız.
Namazlarımızda Rabbimize verdiğimiz bu sözlerimizi unutup, namaz sonrası hayatımızda o hayata karışacak söz sahibi başka Rabler, başka efendiler bularak Allah’la dalga geçmeye çalışmamalıyız.
Hayatı parçalayıp bir bölü­münü Allah kaynaklı, öteki bölümünü başka Rabler, başka İlâhlar kaynaklı düzenleyerek şirkin içine düşmemeliyiz.

Hiç yorum yok: