30 Aralık 2011 Cuma

30 Aralık sabah - hakkını helal edermisin anne hikaye


3 Nisan Cuma… Bu tarihi hiç unutmayacağım. Annem bugün öldü. Sabah namazı vaktinde… Namaza kalkmış… Bana haber verdiklerinde, sabah ezanı okunuyordu.


Komşular, akrabalar, tanıdıklar taziyeye geliyor. Kalabalık… Hava bugün bulutlu. Güneş bir görünüp bir kayboluyor. Rüzgâr, bazen ağaçların yapraklarını titretmekle yetiniyor, bazen yerdeki tozları alıp havalara savuruyor.

Annem, bacımın evinde öldü. Gelmedi yanıma. Hastalanınca bacıma gitti. Kırgın bana. Namaz kılmıyorum diye. Bacım da, eniştem de, çocukları da dinlerine bağlılar. Bu yüzden annem, onları daha çok seviyor. Bizim çocuklar da bize çekmiş. Her biri bir ilde. Gelmediler. Telefon da açmadılar.


Annem, bazen bize gelirdi. En fazla bir gece kalıp sabahtan giderdi. Eniştemlerde daha çok kalıyor. “Namaz kılmayanın ekmeği de yenmez, ekmek de yedirilmez” diyordu.


Gittiği yere, eli boş gitmezdi. Çocukları sevindirmeyi çok severdi. Onlara oyuncak alır, harçlık dağıtırdı. Babamdan kalan az bir maaşla geçinip gidiyordu. Ne de bereketliydi. Harcamakla bitiremiyordu.

Yaşlıydı ama kendini idare ediyordu. Kimseye muhtaç değildi. On beş gündür hastaydı. Sık sık gidiyordum yanına. “Ana, eniştemi benden daha çok seviyorsun” diye takılıyordum. “O da benim evladım” diyordu.


Öğle namazından sonra defnettik. Kefeninden tutup mezara korken, gözlerimden akan yaşlar kefenine damlıyordu. Anaydı. Az çekmedi kahrımızı. Hem ana oldu bize, hem baba. Bana hakkını helal etti mi, bilmiyorum.


Çok genç yaşta dul kalmış. Evlenebilirdi. Bize kıyamamış. “Sen üzüyorsun beni. Namaz kılmazsan, hakkımı sana helal etmem” diyordu.


Annemin ölümü beni çok sarstı. Bir de askerde ölen oğluma çok üzülmüştüm. Nişanlıydı. Asker dönüşü düğün yapacaktık. Babam öldüğünde ise ben üç yaşımdaymışım. Hatırlamıyorum. Baba sevgisinden mahrum büyüdüm. Baba kokusu nasıldır bilmiyorum. Babasının elini tutan çocukları görünce, ben de babamı aradım hep. İşçiymiş belediyede. Farkına varmadan geri gelen kamyonun altında kalmış. Çok isteyeni olmuş anamın. Evlenmemiş.


Anam da namaza takmış. Çocukluğumdan beri “namazını kıl yavrum” deyip duruyor. Bazen şakayla; “senin cenazende namaz kılacağım” diyordum. “Kılmazsın, o zaman da kılmazsın” derdi. İnsanlar, cenaze namazı için hazırlanırken hep anamın bu sözü geldi aklıma. Ağladığımı gizlemeye çalıştım. Niye yalan söyleyeyim; anamın cenaze namazını kılmak istedim. Bilmiyordum. Ne abdest almasını, ne de namazın nasıl kılınacağını bilmiyordum. Ben bugüne kadar hiç namaz kılmadım ki. Cenaze namazlarında da hep kenarda durdum.

İmam, cenaze namazını tarif ederken birkaç damla yağmur düştü. Yağmadı. Ben de cemaatin içindeydim. Nereye gidecektim. Benim anamdı ölen. Kenarda durmam olmazdı. Herkes beni ayıplardı. Namazda, etrafımdakiler ne yaptıysa aynısını yaptım. Abdestsizdim. Cenaze namazı abdestsiz kılınır mıydı, bilmiyorum. Hocanın söylediği duaları okumasını da bilmiyordum. “Allah’ım, anamı bağışla. O, benim ve bacım için dul başına ömrünü tüketti. Dinine bağlıydı. Namusuna, toz kondurmadı. Anamı affeyle” diye dua ettim.


Sağlığında da bazen dua ederdim de, kızardı: “Hadi şuradan binamaz! Namaz kılmayanın Allah, duasını da kabul etmez. Allah, itin duasını kabul etse, gökten ekmek yağar” derdi. Biz O’nun kuluyduk. O kabul etmezse, kim kabul ederdi duamızı? O’ndan başka kime dua edebilirdik?


Anam okuma yazma bilmezdi. Duyduklarıyla dini yaşardı. Yaz tatillerinde beni mahalle camisine Kur’an öğrenmeye gönderirdi. Tek öğrendiğim: “elif, be, te, se, cim…” Çünkü ilk gün annem, elimi tutup hocaya götürdükten sonra her sabah kursa gidiyorum, der; parka gider, oynardım.


Anam da gitti. Onu hiç göremeyeceğim artık. Dar dünya, bir bacım, bir ben kaldık. Bir ağabeyim küçük yaşta ölmüş. İlk Çocuklarıymış. İki yaş büyükmüş benden. O ölünce, onun ismini bana koymuşlar. Aslında bacım da kırgın bana: “Abi, insan anasını üzmemek için bile olsa namazını kılar. Niye inatlık ediyorsun” diyor.


Kur’an okuyorlar. “Allah rahmet etsin”, “Allah sabırlar versin” diyorlar. Bazıları da ölümle ilgili konuşmalar yapıyor. Bacımın kocası Kerem de Kur’an okudu, konuşma yaptı. Dünya hayatının geçici, ahiretin ise daha hayırlı ve daha sürekli olduğunu anlattı. Akşam namazından sonra komşularımızın ikram ettiği yemeği yedik.


Saatler ilerledikçe, kalabalık çekildi. Rüzgâr sertleşti. Ardından yağmur camları kamçılamaya başladı. Kerem yanıma geldi. “Ahmet Abi, içerde biraz konuşalım mı” dedi. Diğer odaya geçtik.


Kerem: ”Abi” dedi. “Gerçekten sen iyi bir insansın. Helâlı haramı bilen, kimseye kötülük etmeyen, dürüst, iyiliksever bir kimsesin. Bak, annen de gitti. Büyüklerimizin çoğu gitti. Sıra bize geliyor. Kul, ahirette önce namazdan sorulacak. Dünya ne ki? Geçip gidiyor. Ahiret önemli. Sen namaz kılmıyorsun diye annen de çok üzülüyordu.”


“Keşke annemin sağlığında kılsaydım. Onun için olsun kılsaydım. Gözü arkada kalmazdı.”


“Abi, namaz da, bütün ibadetler de başkası için değil; yalnız Allah için yapılmalı. O zaman Allah katında bir değeri olur. Bir başlarsan; Allah, -inşallah- geçmiş günahlarını da affeder. Cennette annenle, babanla ve bütün sevdiklerinle beraber olursun. Şurada kaç günümüz kaldı, Allah bilir.”


Yağmur, bardaktan boşalırcasına yağıyor. Dışarı zindan gibi. Anam toprağın altında yalnız yatıyor. Şimdiden özlemeye başladım onu. Biz de öleceğiz. Kızardığımı hissettim. Terledim… Sıcak değildi. Sıkıntıdan olsa gerek. Biri, gırtlağımı sıkıyordu sanki:


“Ben namaz kılmasını bilmiyorum Kerem. Bana öğretir misin” dedim.


“Elbette. Sen bir başla. Önce bildiğin sureleri, duaları oku.”


“Hiçbir şey bilmiyorum ki.”


”Allah’a dua et. Bir başla. Önce beraber kılarız. Benim de eksiğim çok. Yavaş yavaş öğrenirsin.”

“Tamam başlayacağım. Başlamam gerekir. Çok geç kaldım. Aslında sen birkaç sefer söyledin. Sebep de yok. Kılmadım işte. Allah razı olsun. Benim namaz kılmamın sana bir faydası yok. Sen, benim iyiliğim için söylüyorsun.”


“Olur mu abi, nasıl bana faydası yok; ben de sevap kazanıyorum. Bir insanın hidayetine vesile olmak; dünyaya sahip olmaktan daha hayırlı. Biliyor musun; namaza başlaman için Allah’a ne kadar dua ettim.”


Bacım kapıyı açtı, boynuma sarıldı. Hüngür hüngür ağlıyordu: “Abi anam nerede?.. Anam nerede” dedi. Ben de hıçkırmaya başladım. Bir süre ağlaştık…


Kerem, bizi teselli etmeye çalıştı: “Üzülmeyin. Her şey bu dünyadan ibaret değil ki. İnşallah cennette beraber olursunuz” dedi.


Cennette annemi, babamı, ağabeyimi, askerde ölen oğlumu ve diğer yakınlarımı görme ümidiyle içimi hafif bir heyecan ve sevinç kapladı.


“Sabahı beklemeyeceğim. Hemen başlayacağım namaza” dedim.


Bacım hayretle bana baktı: “Ne! Namaza mı başlayacaksın” dedi.


“Evet, hemen şimdi. Çok geç kaldım. Çok geç…”


Bacım boynuma sarıldı, ağladı. Bu kez sevinçten gözyaşı döküyordu.


Ben kılınca, eşime, çocuklarıma da “namaz kılın” demeye dilim olacak.


Dünyaya sanki yeniden doğmuş gibiydim. Her namazdan sonra anneme dua edeceğim. “Anne, namaza başladım. Hakkını helal edecek misin” diyeceğim

Adil Akkoyunlu

Hiç yorum yok: