5 Eylül 2011 Pazartesi
6 eylül yatsı - kulluk şuuru namaz - Şeyda Dal
Şükrü eda edilemeyecek kadar sayısız nimetlere matuf olan insan için, aldığı her nefese karşılık ufacık bir şükürdür o kılınan namazlar ve bedenindeki her azasına bir keffaret. Dünya kimisine en mükellef sofralar kurup kimisine de en mükellef yüzünü gösterirken, birliğe ve eşitliğe uzanan çağrıdır o beş vaktin ezanı. Ehli kıblenin takvada buluşmasıdır namaz.
Üstünlüğün, ancak takva olanların kalbinde olduğuna her seferinde bir kez daha evet demektir. Adı bile en edna (düşük) olan şu dünya hayatı içinde, seni birkaç dakikalığına ahiret insanı yaparak yücelten, bütün meşgalelere set çeken göz aydınlığın namazların. Aldıkça daha fazlasını isteyen nefsine ve benliğini her geçen gün daha çok kayıran hâline dur diyen, tutunduğun çürük dalların birer birer kırılacağını haykıran namazların. Kılmadığın namazların boğazında bir düğüm, ağlamaklı hallerini hatırlatan. Unuttuğun için beyninin bir köşesinden seni rahatsız eden şeyler gibi, beklemekli ve sitemli. Hesap gününü hatırlatan, seni diğer canlılardan üstün tutan namazların. Namaz diriliş, namaz yenilenme, günahlardan arınma yeri… Namaz içine düştüğün kasvetten, şehrine düşen sisten kurtuluşların… Bir olanda kendini unutma yeri, bir olanda kendini bulma yeri. Allah’a rağmen nefsini tercih ettiğin her vakit açtığın isyan bayrakların, kılmadığın namazların. ‘Elestü’ gününde verdiğin sözü unuttuğunun resmidir, ezanda olmayan kulağın. Yapaylaşan her şey içinde sana en doğal hâlini, sana en insan hâlini hatırlatacak olan namazların…
İnsanın zor olandan kaçması, en inkar edilemez yönlerinden olsa gerek. Özellikle de nefsimize ağır gelen bir fiille muhatapsak, kaytarmak ya da ertelemek için fırsat kollamamız ortak ögelerimizi oluşturuyor. Kişinin fütursuzluk ve gaflet içeren bu hâli, kendisini İslam’ın çok önemli yerinde duran ve her şeyi dengeleyici unsuru bulunan namaz ibadetinde öylesine gösteriyor ki, çoğu Müslüman namaza karşı çok gevşek davranırken, namaz konusunda verilen sözler de bir türlü gelmek bilmeyen ileriki yıllara ertelenmiş olarak kalıyor. Bunun için yani, nefsin genellikle zıtlıktan yana tavır koyan yapısına binaen, Allah müminlere bazı ibadetlerin yapılmasını emretmiştir, kullarını ibadete zorlamıştır. ‘Zincirlerle cennete çekilen kavme Rabbin hayret etti.’ hadis-i kutsîsi de Allah’ın, kullarına olan rahmeti sebebi ile onları ibadetlere zorladığına, ibadeti vacip kılarken cenneti de vacip kıldığına işaret etmektedir. Rasûlulllah Efendimiz ‘’Ağlayamıyorsanız zorla ağlayınız.‘’ buyurmuştur. Demek ki ilk başta kendinizi zorlayarak yapacağınız şeyler, zamanla içtenlikle yapılan, size ait, sizden bir parça olan eylemlere dönüşebiliyor.
Yani korku ve ümit dengesi iyi ayarlanmamış olsa da, disiplin sayesinde yapılacak ibadetler ve hayırlı işler, zamanla büyüyen sevginin dışına çıkamayacağı için insanın bir parçası olmaktadır. Bazı şeylere kurgulanmamız, Allah’ın emirlerinin kendi nazarımızda vazgeçilemez değerler konumuna gelmesi için, zorla da olsa irademizi aklımızın kontrolüne sokarak bir kaç adım atmamız gerekmektedir. Allah, bu aşamadan sonra hadislerle de ifade edildiği gibi, insanı niyet ettiği yöne doğru çekerek hayırlı olan işleri kendisine kolaylaştırır. Aynı durum kötü fiiller için de geçerlidir tabi. Tabiri caizse ilk adım, ilk aksiyon nefsinin zoruna gitse de, sana senin boyutlarını aşan bir davranış gibi gelse de, iradeni devreye sokarak gerçekleşirken, devamında Allah’ın iradesi senin iradeni aşıyor ya da güçlendiriyor diyebiliriz.
Namaza karşı amel noktasında çok sıcak olamayan ve gevşek olan kişilerin, aslında yaşamlarının her karesinde az çok bir soğukluk ve yavanlık olduğu gözlemlenir. Bu, bolluğun içinde doyumsuzluk, refahın içinde mutsuzluk, her şeyin olsa da ‘şey’lerin içinde boğulmak gibidir. En çok da ihtiyaçlı olunduğu halde yardımı reddetmek gibi… Bu çıkmaz yaşantının tek müsebbibi ise, insanın kendisidir ki yaradılış gayesine ve mutlak gerçeğe tam manasıyla odaklanmamıştır. Ebedi yurduna yönelik yeterli kaygıyı taşımayan insanın hayatı, gerçekte yavan ve amaçsızdır, kendisini tatmin edici olsa da olmasa da. Ayrıca inandığı gibi yaşayamayan insanların gönül evinde, Allah’ın emrine muhalif yaşamış olmanın verdiği bir eksiklik ve çoğu zaman fark edilemez bir sıkıntı her daim vardır. Çoğu da, müminin miracı olan namazı kılmamanın, yücelerden ve yüce duygulardan bihaber olmasına sebep olduğunu bilse de, mutluluğu yine yalancı yerlerde arar durur.
İnsanın maddeye ve her şeye bağımlı yaşarken, kendisini çok bağımsız ve ihtiyaçsız gibi hissetmesi veya daha farklı nefsani hamlelerin sebep olduğu egosu, onun muhtaciyetini ve acziyetini görmesine izin vermez. Yani nefs, her an yüce Yaradan’a muhtaç olsa da kendisini özel ve bağımsız gibi görmek ister. Dolayısıyla acziyetin, şükrün, duanın ve yakarışın ifadesi olan namaza uzak dururken, namazın ruhunda yapacağı inkılaba ve Allah’ın hem dünyevi hem de uhrevi yardımına engel olur bir manada. Şüphesiz Allah, bütün kullarını rızıklandırır, affedicidir, sabırlıdır, tövbeleri kabul edendir. Fakat Rabbü Teala’nın emrine kayıtsız kalmanız, bir bakıma O’nun da size en azından özelde kayıtsız kalmasına izin vermiş olmanız demektir istemeden.
Allah (cc) Kur’an’da şöyle buyuruyor: “Sabır ve namaz ile Allah’tan yardım isteyin. Şüphesiz o (sabır ve namaz), Allah’a saygıdan kalbi ürperenler dışında herkese zor ve ağır gelen bir görevdir.”(Bakara, 2/45) İnsan kendisini en güçlü hissettiği anda bile O’na muhtaçtır. O’na şükretmeden, dua etmeden, O’nu zikretmeden kısaca bütün ibadetleri özünde toplayan ve dinin direği olan namaz emrine riayet etmeden geçirilecek bir yaşama sadece kısır bir hayat denilebilir. Elbette, kim zerre miktarı iyilik ya da kötülük yaptıysa onun ecrini görecektir. Fakat kıyamet günü ilk olarak namaz ibadetiyle hesaba çekileceğimiz gerçeğini de unutmamak gerekir. Rasûlullah Efendimiz; “Beş vakit namaz vardır ki Allah onları kullarına farz kılmıştır. Bu namazların hakkını hafife almayarak ve hiçbirini zayi etmeyerek eda eden kimse için, cennete girmesi hususunda Allah’ın vaadi vardır. Bu beş vakit namazı eda etmeyen kimse için ise Allah nezdinde herhangi bir vaad yoktur. Allah onu dilerse azaba düçar eder, dilerse cennete dâhil eyler.’’ buyurmuştur.
Devamı Feyz Dergisi 238.Sayımızda
Kaydol:
Kayıt Yorumları (Atom)
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder