5 Eylül 2011 Pazartesi
6 eylül akşam - Namaz seni kılıyormu?
“Allah-ü Ekber” deyip namaza girdiğinizde cesediniz seccade üzerinde eğilip doğrulurken, ruhunuz ayakkabılarını giyip dışarıda gezintiye çıkıyor, selam verirken de geri geliyorsa bir yerlerde problem var demektir. Namaz; İslam’da imandan sonra en yüksek hakikattir. Dinin direği, ibadet hayatının omurgasıdır. Onsuz bir kulluk asla söz konusu olamaz. Onda başarılı olan her şeyde muvaffak olmuş, ondan uzak olan hiçbir şey elde edememiş demektir.
Kur’an’da en çok bahsi geçen ibadet namazdır. Efendimiz (SAV)’in vefat ederken dahi ümmetine vasiyetleri namaz hakkında olmuştur. Kabirde ve hesap gününde duruşması yapılacak ilk ibadettir. Ondan vize alabilenlere ancak bütün kapıların ardına kadar açılması söz konusu olabilecektir.
Bu derece öneme haiz namaz ibadeti üzerinde ne kadar durulsa yeridir. Namaz, hem zahir hem de batın yönleriyle ele alınıp bir takım değerlendirme ve analizlere tabi tutulmuş bir ibadettir. Şekil ritüellerinin ne anlama geldiğinden tutun da, derunundaki miraç boyutuna varıncaya değin tüm boyutlarıyla nüfuz edilmeye çalışılmıştır.
Genel anlamda “eğilme ritüeli” çoğu zaman dikkatimi çekmiştir. İnsanlar kendilerine yapılan bir iyiliğe karşı mukabelede bulunmak istediklerinde genellikle neden eğilerek karşılık verirler? Sorusunu çok düşünmüş, anlama ve cevap bulmaya çalışmışımdır.
Felsefede “bilgi” konusu tartışılırken belli bir perspektifle değerlendirildiğinde iki başlık altında irdelenmiştir; birincisi, sonradan kazanılan (tecrübi) bilgiler olarak adlandırılan “a posteriori bilgiler”, ikincisi ise önsel, içsel, fıtri bilgiler olarak da ifade edilen “a priori” bilgiler.
A priori bilgiler; hiçbir eğitim almaksızın, belli gayretler sonucu elde edilmeyen, doğuştan getirdiğimiz bilgilerdir. Bu husus felsefede çok tartışılmış bir konudur. Bu tartışmanın detaylarına girmeyeceğim ancak bu tür bilgilerin Allah’ın varlığına delil teşkil etme gibi enteresan bir karakter taşıması, ayrıca naçizane namazla da ilgisi olduğunu düşündüğüm için kısaca bahsetmenin yararlı olacağı kanaatindeyim:
Annesinden yeni doğmuş bir kuzuyu düşünün. Daha ayağa kalkar kalkmaz bu kuzunun yapacağı ilk iş; gidip annesinin memelerine yapışmak olacaktır. Burada şu çarpıcı sorular büyük önem taşımaktadır: Bu kuzu annesinin memelerinde süt olduğunu nereden bilmektedir? Neden annesinin başka organlarını değil de memesini emmektedir? Pekala gidip başka organlarına da yapışabilirdi. Önceden herhangi bir şartlanma ya da eğitime tabi tutulmayan bu yavru orada süt olduğunu nereden bilmektedir?
Bu sorulara alacağınız cevaplar, bazı bilgilerin doğuştan getirildiğinin açık kanıtı olmaktadır. Bu türden bilgiler her canlı için söz konusu olabilmektedir. Demek ki bazı bilgiler genetik kartlara ve ruh bandlarına kodlanmış vaziyette hazır olarak getirilmektedir. Bu çeşit bilgiler bizim müktesebimiz olmadığına göre BİR/i tarafından bizlere yüklenmiş demektir. O da kuşkusuz yaratıcımız olan Yüce Allah’tır. (cc).
İşte yukarıda sözünü ettiğim “eğilme ritüeli”nin de doğuştan getirdiğimiz fıtri, a priori bir bilgi olduğunu düşünüyorum. Dikkat ediniz; doğudan batıya, kuzeyden güneye hemen her kültürde ve her toplumda iyilikler karşısında sergilenen temel ritüelin; küçük bazı form değişiklikleri gösterseler de “şükran seremonisi” hüviyetindeki “eğilme” tezahürleri olduğu görülecektir.
İnsanoğlu herhangi bir iyilikle karşılaştığında iyilik yapana karşı; ya el pençe divan durmak suretiyle yani “el bağlayarak”, ya baş ve gövdesiyle “eğilerek” ya da “yere kapanma” şeklinde teşekkür sunumlarında bulunur. Bu tezahürler birer evrensel ritüeldir. Ruh bantlarımıza, genetik kartlarımıza kodlanmış bilgilerdir.
Dikkat ediniz bu teşekkür ritüelleri aslında namaz rükünleridir: El bağlama; “kıyam”, eğilme; “rüku”, yere kapanma da “secde” den başka bir şey değildir özü itibarıyla. Buradan anlıyoruz ki, namaz ibadeti ruh bantlarımıza, genetik kartlarımıza daha biz doğmadan önce kodlanmış bilgilerdir. Her insanın özünde ham şekliyle bulunmaktadır. Namaz dediğimiz olay da, doğuştan getirdiğimiz bu bilgilerin kurallı, sistemli ve bilinçli bir şekilde tezahüründen başka bir şey değildir aslında.
Allah’ın bizlere sunmuş olduğu nimetler sayılmakla bitmeyecek boyutlardadır. Bu sayısız nimetlere karşı şükran hissimizin ifade ediliş tarzıdır namaz. Bizler el bağlayarak, eğilerek, yerlere kapanarak; vermiş olduğu sayısız nimetlere karşı Rabbimize olan teşekkür borcumuzu ifa etmiş oluyoruz namaz kılmak suretiyle. Bu tezahürü de en kamil manada Efendimiz’de (SAV) müşahede ediyoruz: Ayakları şişinceye, ağlamaktan neredeyse göz pınarları kuruyuncaya değin namaz kılması karşısında yöneltilen: “Neden kendini bu kadar hırpalıyorsun Ya Resulallah?” sorusuna karşılık verdiği cevap; en büyük, en güzel insanın Rabbimiz karşısındaki duyuş ve duruşu özetleyen, muazzam bir kulluk manifestosu gibidir: “Ben teşekkür eden bir kul olmayayım mı?”
Kulluk şahikası olan bu mukabelenin temel nedeni namazdır. Efendimiz: “Bana dünyanızdan üç şey sevdirildi; kadın, güzel koku ve gözümün nuru namaz” buyuruyor. Ruhunu istirahat ettirmek istediği, Rabbiyle baş başa kalmayı iştiyakla arzuladığında onun yolu Efendimiz için, namaz kılmaktır. “Bizi rahatlat ya Bilal” ifadesi, huzurun namazda olduğunun en büyük delilidir.
Peki aynı şeyler bizler için de söz konusu olabilmekte midir? Esas cevap bulması gereken soru budur. Bu dünyaya geliş nedenimiz Allaha kulluktur. Kulluk izharının en kestirme, en özlü, en etkili ifade ediliş tarzı da namaz olduğuna göre durumumuzu ciddi olarak gözden geçirmekte büyük yararlar olduğunu mülahaza ediyoruz.
Dinimizdeki tüm ibadetler aslında sağlıklı bir namaz kılmaya zemin hazırlamak için söz konusudur. Allah karşısındaki kıymetinizi öğrenmek istiyorsanız namazınızı kontrol ediniz. Namazdaki muvaffakiyetiniz aslında kulluk seviyenizdir. İbadet rakamlarındaki artışlar beraberinde nitelik ve muhteva anlamında da belli bir kaliteyi getirmiyorlarsa yorgunluktan öte bir kazanç sağlamayacaklardır. “İki günü birbirine müsavi (eşit) olan ziyandadır.” hadisi, ibadette sayısal artışla ilgili olmayıp, kullukta derinlik ve enginlik kazanmaya yönelik bir uyarıdır. Yoksa ‘zikrinizi, namazınızı, sadakanızı şu kadar sayıda artırın’ çağrısı değildir. Eğer öyle olsaydı, ameller tahammülü imkansız birer yük halini alırdı. Oysa buradaki ikaz; sayısal olarak az bile olsalar ibadetlerde “derinleşme ve devamlılığı” ihtar eden bir nitelik taşımaktadır.
Efendimiz (SAV), “namaz mü’minin miracıdır” buyuruyor. Bunun anlamı: “Öyle namaz kılınız ki, seccadeniz Burak, pusulanız Peygamber, hedefiniz Allah olsun. Adeta zaman tünelinde ışınlanarak yolculuk yapıyormuşçasına zaman ve mekan kaydından sıyrılarak Hak’ka yükselin.” demektir.
Böyle bir seyahat bizler için de mümkün müdür? Elbette mümkündür. Eğer öyle olmasaydı “namaz mü’minin miracıdır” buyurulmazdı. O halde hepimiz kendi çapımızda bu miracı yaşayabiliriz demektir.
Peki bunu nasıl başaracağız?
Devamı Feyz Dergisi 242.Sayımızda
Kaydol:
Kayıt Yorumları (Atom)
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder