Yrd. Doç. Dr. İlhami NALÇACIOĞLU - ilkadım dergisi
Peygamberimiz (sallallahu aleyhi ve selem) “Her doğan İslam fıtratı ile dünyaya gelir.” buyurmaktadır. İnsanın Rabbini tanımak, bilmek ve iman etmek yükümlülüğü buradan gelir.
Bilindiği üzere hadisin ikinci bölümünde “Annesi babası onu Yahudi, Hıristiyan veya Mecusi yapar.” buyrulmaktadır.
Dünyaya geldiğinde Allah’ın içine yerleştirdiği âlemlerin sahibine yakınlık ve iman hisleri, en yakın çevresi olan ebeveyni tarafından bozulmakta, Allah’ın dinine eğilim duygusu kaldırılmaktadır.
Dahası Allah’ın rububiyetine, vahdaniyetine, ilahlığına tamamen aykırı inançlar, itikatlar, insanın yaratılışındaki nezafet ve letafete zıt din ve ibadet şekillerinin çıkmasına, devamına sebep olmaktadır.
Bu ortam içinde insana yaratan tarafından yerleştirilen güzellikler heba olmakta, insan yaratılışındaki hikmetin dışına çıkarmaktadır.
Bu nedenle namaz konusuna, insanın iç dünyası, ruh ve nefsi ve dış dünyası çevresi açısından yaklaşmak gerekir.
Namazın bu yönlerine değinmeden önce peygamberimiz sallallahu aleyhi ve sellemin namaza hazırlık olan abdest konusundaki şu sözlerini bir bakalım: “Şüphesiz benim ümmetim, kıyamet gününde abdest izlerinden dolayı yüzleri nurlu, elleri ve ayakları parlak olarak çağrılacaktır.
Yüzünün nurunu artırmaya gücü yeten kimse bunu yapsın.”
Yine “Müminin nuru ve beyazlığı, abdest suyunun ulaştığı yere kadar varır.” (Riyazus sahihin Namaz bölümü) Dikkat edildiği takdirde Rasulullah yüz, el ve ayakların nurundan, beyazlığından bahsetmektedir. Bir şeyi yakmaya çalışsanız, onun uç noktalarından başlarsınız. Yüz, el ve ayakların beyazlığı, nuru, onların cehennem ateşinde yanmayacağına , vücudun tamamının korunacağına işaret eder.
Namazın başlangıcı olan abdest, cehennem ateşinden korunmanın kalkanı, siperi ve sigortası olur.
Cenab-ı Hak, insanı kendisine muhatab olabilecek yetenekte yaratmıştır.
Ancak hayatını devam ettirebilmesi için nefis denilen bir başka yanla da donatmıştır.
Muhataplığını gerçekleştirebilmek şartı da buna bağlıdır.
Örneğin nefes almadan, yemeden yaşaması mümkün değildir.
Bu yanıyla yani nefsinin ihtiyaçlarıyla da insan, hayvanlar ve bitkilerle ortaktır.
Ağaç için toprak ve su, hayvanlar için ot ve su ne ise insan için solunum, yemek, içmek ve giyinmek öyledir. Bu ihtiyaçlarını dışarıdan karşılar.
Bu ihtiyaçlar, karşılanmadığı taktirde insanı aciz ve mutsuz kılar.
Buradaki eylemin hareket yönü, dıştan içeriye doğrudur.
Yani içinde memnuniyeti sağlayan ve acziyetini kaldıran unsur, dış kaynaklıdır.
Solunum, yemek, içmek, giyim-kuşam, bildiğimiz gibi dış kaynaklardan karşılanır.
Bir de insanın içinde insanı sevk edici, faaliyete geçirici erdemler vardır.
Bunlar yardım, cömertlik, bağışlama, sevgi, sadakat, bağlılık, itaat ve Rabbına ibadet gibi… erdemlerdir. Bunlar faaliyete geçmediği taktirde; yukarıdaki ihtiyaçların bıraktığı acziyet içerisine sokmazlar, ama, yukarıdaki erdemlerine ters düşer.
İnsana, insanlığına gölge düşürür.
Örneğin bir öğretmenin eğitmek yükümlülüğünü taşıdığı öğrenciyi eğitmekten kaçırması gibi…
Bu mesleki yükümlülüğünü yerine getirmediği taktirde; yukarıdaki ihtiyaçlarının karşılanmamasının, acziyet içerisine bırakması gibi değil de mesleki sorumluluğuna gölge bırakır.
Mesleğinin gereğini yerine getirmemiş olur. İnsanın cömertlik vasfı ihsanda bulunmayı gerektirir.
Yine sevgi ve merhamet, bağışlamayı icab ettirir.
İhsan ve bağışlamanın olmadığı yerde, cömertlikten, sevgi ve merhametten bahsetmek mümkün değildir. Burada da eylemin yönü içeriden dışarıya doğrudur.
İster eylem, ihtiyaçların sağlanmasıyla dışarıdan içeriye, isterse erdemin açığa çıkmasıyla içeriden dışarıya doğru olsun, ibadetler bunlar üzerinde etkin olur.
İbadetler insan üzerinde bir ışık huzmesi gibi faliyet gösterirler.
İbadetler, Allah’tan gelen ilahi mesajı, insanın bütün ilgi alanlarına yayarlar.
Bu yayılım, insanın dıştan içeriye doğru olan eylemlerinin saiki olur.
ihtiyaçlarının karşılanmasına renk ve anlam kazandırır.
İbadetler, insanın içerden dışarıya doğru eylemlerinin yönlendiricisi olan erdemlerine de anlam yükler.
Allahu Teala, “Sana vahyedilen kitabı oku! Ve namazı kıl! Muhakkak namaz, hayasızlıktan ve kötülükten alıkoyar. Allah’ı anmak elbette en büyük ibadettir. Allah yaptıklarınızı bilir” (Ankebut 45) buyurmaktadır. Yönü dıştan içe doğru olan eylemlerde ve içten dışa doğru erdemlerde genelde ibadetler, özellikle de namaz dengeyi sağlar.
Namaz, kula dıştan içe doğru ihtiyaçlarında yüce rabbinin bahşettiği bedenini, sıhhatini ve verdiği rızıkları hatırlatır.
Bir de Rabb ile yaratıkları arasındaki ilişkileri insan ile melekler, bitkiler ve hayvanlar açısından değerlendirmeye gayret edelim.
Bitkiler ve hayvanlardaki dıştan içe doğru eylemlerle su ve topraktan yararlanmada, şu kadar istifade edeceksin diye bir belirleme yoktur.
Allah onlar için bir kural koymamıştır.
İnsan için ise; bu konuda bir ölçü ve kıstas vardır.
Yemek ve içmek, giyim ve kuşam konusunda istediği gibi hareket edemez.
Allah insana (yarattığı seçkin varlığına) kurallar ve düsturlar getirmiştir.
İnsanla hayvan ve bitki arasındaki farklılık buradan gelir.
Namaz ibadeti, iftitah tekbiri ile başlar, insan ellerini kulaklarına kaldırdığı vakit, elinin tersiyle dıştan içe doğru eylemin kaynağı olan yemek, içmek, giyinmek gibi dünyalıkların hepsini geriye atarak namaza başlar.
Bu nedenle namaz, Allah’ın kul ile Kuran’da getirdiği kurallar açısından hesaplaşma yeridir.
Tekrar O’na dönüşün ve onunla bir oluşun ifadesidir.
Rükusunda, bu nimetlerin yaratıcısının azametini tesbih eder.
Şükran duygularını ifade eden kul rabbiyle buluşur.
Secdesinde O’nun yüceliğini anar.
Teşehhüdünde Peygamberinin sallallahu aleyhi ve selem’in miraçta Rabbı ile buluşup konuşması gibi her türlü ihtiramı O’na arz eder.
Her iki yanına selam verirken sağında ve solunda bulunan meleklerle buluşur.
“Şüphesiz ben, Allah’ım, benden başka hiçbir ilah yoktur. Onun için bana kulluk et, beni anmak için namaz kıl” (Taha 14) emri ilahisini yerine getirir.
Namaz dışındaki hayatında, onu anmaya devamda namazı bir başlangıç teşkil eder.
O’nun yarattıklarından melekler konusuna gelince; onların yemek, içmek, giyinmek gibi dıştan içe doğru eylemlere ihtiyaçları olmaz.
Onlar da insanlar gibi, kendilerini sevk edici, faaliyete geçirici erdemlere sahiptir.
Bunların yönü daha önce söylediğimiz gibi içten dışa doğrudur.
Melekler rablarına şeksiz şüphesiz bağlıdırlar.
Rabbına ibadet ederler, emirlerini eksiksiz yerine getirirler…
Bunlarda bir aksama olmaz.
İnsan ile melek arasındaki farklılık yukardan beri açıklamaya çalıştığımız dıştan içe veya içten dışa doğru sevk ediciler, faaliyete geçiriciler açısındandır.
İnsan ile hayvanlar arasındaki ortak nokta, her ikisinde de dıştan içe doğru sevk edicilerin mevcudiyetidir.
İnsan ve hayvanlar arasındaki fark hayvanlarda içten dışa doğru sevk edici eylemlerin olmayışıdır.
Meleklerle insanlar arasındaki fark konusuna gelince; meleklerde dıştan içe doğru yönlendirici yoktur.
Bu yönüyle melekler, insan, hayvan ve bitkilerden ayrılır.
Buna karşılık içten dışa doğru faaliyetlerin kaynağı erdemlere sahip oluşta melek ve insan ortak özelik taşır.
Bu yönleriyle melek ile insan, insan ile bitki ve hayvanlar arasında ortak özellikler ve farklılıklar vardır.
İnsan bir yönüyle bitki ve hayvanlarla bütünleşirken bir yönüyle de meleklerle ortak özellik taşır.
Bu yönüyle insan ne hayvandır, ne de melektir.
İnsan dıştan içe eylemlerin sevk ettiği, yönlendirdiği lezzetler ve cazibelerle, diğer taraftan içten dışa doğru erdemlerin sevk ettiği, yönlendirdiği kemâlatı kavrama ile karşı karşıyadır.
Bir de bunlara akıl, irade gibi özelliklerini katacak olursak; hayvanlardaki iç güdü insanda yerini akıla bırakır. Meleklerdeki tasdik ve itaat kaçınılmazdır.
Ancak buradaki tasdik ve itaati bir robot gibi değil de; bir annenin çocuğunu sevmesi şeklinde anlamak gerekir.
Meleklerdeki tasdik ve itaat, insanda yerini iradeye, seçime yani hürriyete bırakır.
Bu nedenle Allah “İnsana hem fücuru (kötülüklere kaynak olabilecek dıştan içe doğru sevk edicileri, yönlendiricileri) hem de kendisinden korkmayı (içten dışa doğru sevk edici erdemleri) yerleştirmiştir.”(Şems, 8)
Namaz, insanı,
dıştan içe doğru lezzet, cazibe ve acziyetiyle;
içten dışa doğru kemalat’ın merdivenlerinden akıl ve iradeyle yükseltir.
Bu, bireyin Rabbinin önünde kişilik kazanması ve kulluğunu idrak etmesidir.
Bu, itikat ve inanç ile kulun Rabbinin istediği biçim ve şekle bürünmesi, Rabbi için rükuya ve secdeye kapanmasıdır.
Namaz nefsinin gerektirdiği eylemlerin ve içten dışa doğru erdemlerin açığa çıkmasıyla Allahın huzurunda, bireyselleşmeyi, sorumluluklarının ve yükümlülüklerinin yerine getirmesinin verdiği iç ve dış doyuma ulaştırmayla kalmaz, bireyi aşarak sosyal alana doğru etkisini gösterir.
Doyuma ulaşmış bireylerin bir araya gelmesinden Bünyan-ı mersus (kurşundan bina) gibi sağlam bir toplum yapısında buluşturur.
Yarışı takva yardımlaşmaya götürür.
Sınıf, rütbe, mal mülk ayrımı yapmaksızın aynı safta, aynı mekanda tek olan Allah’ın huzurunda toplar.
Bunlar sebebiyle namaz müminde yer alan inancı uygulamalarla buluşturur ve toplumsal birlikteliğe kavuşturur. Bu nedenle namaz:
Rabba kurbiyyettir. Kulun Rabbiyle bir söyleşisidir.
Kişiliğini kazandırandır.
Diğer insanların arasına bu kişiliğiyle yerleştiren, ve toplumsal mutabakatın düzenleyenidir.
Kulun her rekatta amentüsünü tazelemesidir.
Bu nedenle namaz, kulu Rabbine ve müminleri birbirine bağlayan bir köprüdür.
Rabbim bizleri kabul edeceği namazlarda buluştursun.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder