Bugün öğle namazında fatihayı okurken fatihanın bize ne dediğini, namazda bizim ne dediğimizi, Allahın buna karşılık bize ne dediğini şöyle düşünelim.
Fatiha suresi bize kuranı okumamızı söyler, bizi kurana yönlendirir, kuranla bağlantımızı kurar, kuranı neden okumamız gerektiğini bize açıklar, kuranın bizim için değerini/önemini açıklar.
Besairul kuran isimli tefsirinde Ali Küçük bu güzel tesbitini çok açık bir şekilde ortaya seriyor
İyyake nabudu ve iyyake nestain
(yalnız sana kulluk eder ve yalnız senden yardım dileriz)
Kulluğumuz sanadır Allah’ım! Köleliğimiz sanadır! Senden başkasına kulluk yapmayız!
Senden başkasına minnet etmeyiz! Senden başkasının önünde el açıp dilencilik yapmayız! Senden başkasına halimizi arz etmeyiz! Senden başkasından bir şey beklemeyiz!
dedikten sonra hemen müşkilimizi, maruzatımızı, talebimizi söyleriz.
Allahım! Sen bu işin ehlisin,
ne olur bize sırat-ı müstakimi gösteriver.
Bize doğru yolu gösteriver!
Bizi doğru yola iletiver!
Bizi doğru yoldan ayırma! deriz.
Fâtiha’daki bizim bu ısrarlı talebimize karşılık Rabbimiz de bundan sonraki sûrenin, yâni Bakara sûresinin ikinci âyetinde cevaben buyurur ki:
Kullarım!
Gerçekten siz bu talebinizde ciddi misiniz?
Gerçekten benden ne istediğinizin farkında mısınız?
Eğer sarhoş filan değilseniz,
eğer aklınız başınızdaysa,
eğer gerçekten benden ne istediğinizin farkındaysanız,
yâni sırat-ı müstakim talebinizde ciddi iseniz,
öyleyse
işte istediğiniz sırat-ı müstakim.
İşte istediğiniz hidâyet
buyurarak kitabını karşımıza çıkarıveriyor:
“Elif lâm mîm. İşte kendisinde şüphe olmayan bu kitap muttakiler için hidâyet kaynağıdır."
(Bakara 1,2)
İşte Kur’an!
İşte hidâyet!
İşte doğru yol!
İşte kendisinde asla şüphe olmayan ve kendisiyle yol bulmak isteyenlere yol gösterici olan Kur’an! buyurarak bize kitabını gösteriveriyor,
önümüze kitabını açıveriyor.
İşte bizim Fâtiha’daki talebimizin cevabı budur.
Bir insan düşünün ki günde en az kırk defa namazlarında Allah’tan sırat-ı müstakim istiyor.
“Ya Rabbi ne olur bana dosdoğru yolu göster, ne olur beni sırat-ı müstakime hidâyet et” diyor.
Allah da; “Ey kulum, işte sırat-ı müstakim!
İşte istediğin dosdoğru yol!”
buyurarak kitabını kendisine arz ettiği halde,
yine de Kur’an’la beraber olmuyorsa,
Kur’an’la yol bulmaya çalışmıyorsa,
Kur’an’ı anlamaya çalışmıyorsa,
ona müracaata yanaşmıyorsa,
esasen bu adam ne istediğinin farkında olmayan bir sarhoştan başkası değildir. Namazlarında
ne dediğinin,
ne okuduğunun,
ne istediğinin
farkında olmayan sarhoştur bu insanlar.
Öyle değil mi? Meselâ birine yol sorup da o yola koyulmayan insan,
ya küstahtır,
ya da ne dediğinin, ne istediğinin, ne sorduğunun farkında olmayan bir sarhoştur.
Madem ki gitmeyecektin niye sordun?
Sordun niye gitmiyorsun?
Ama adam sarhoş. Aklı başında değil. Ne dediğinin, ne istediğinin farkında değil.
Günde an az kırk defa namazlarında:
“(Ya Rabbi) Bizi doğru yola hidâyet eyle!.” (Fâtiha 6) Diyor.
Ya Rabbi! Ne olur bizi hidâyete ulaştır! Bize sırat-ı müstakimini göster! diyerek Allah’tan böyle bir talepte bulunurken, söylediği bu cümlenin, okuduğu bu âyetin ne anlama geldiğini bilmediği için, o anda ne dediğinin, ne istediğinin farkında olmadığı için, tıpkı bir sarhoş gibi bu âyeti okuduğu için bu talebin cevabı olan Kur’an’la beraber olma gereği, Kur’an’la yol bulma gereği de duymamaktadır.
Ve işte Fâtiha’daki bu talebine karşılık Rabbimizin gösterdiği hidâyet rehberi olan Kur’an’ı gece gündüz anlamaya çalışmayan herkes sarhoştur.
Kitaptan habersiz yaşayan herkes Allah’a karşı büyük bir küstahlık içindedir. Elinde kendisi rehberliğinde bir hayat yaşaması gereken Kur’an olduğu halde o kitaptan habersiz yaşayanlar, kitaptan habersiz hayatına program yapanlar kesinlikle yolsuz yordamsızdırlar.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder